Banknottaki Kadın Yazar

İngiliz edebiyatında onca şair ve yazar varken, niçin Austen’in portresi resmi banknotlara basılıyor?

Jane Austen 18 Temmuz 1917 tarihinde o zamanlar bilinmeyen ama şimdi Hodgkin Lenfoma olduğu iddia edilen bir hastalıktan dolayı hayata veda etti. Arkasında yayımlanmış dört roman ( Akıl ve Tutku, Gurur ve Önyargı, Mansfield Parkı ve Emma) bırakan Austen, yaşarken sınırlı bir okuyucu kitlesi tarafından takdir edilse de asıl şöhretine öldükten sonra kavuştu.

Romanları ölümünden sonra neredeyse bütün dünya dillerine çevrildi. Yazdıkları son yıllarda akademisyenler tarafından incelemeye alındı. Her yıl bir romanı film ya da diziye uyarlandı. Austen’in yazdıklarını bu kadar popüler yapan ne diye düşünmekten kendini alamıyor insan. Neden dünyanın her yerinde Jane Austen’ın romanları sinema, tiyatro, televizyon gibi mecralara ve çok farklı türlere uyarlanmaya devam ediyor. Başka bir deyişle nedir bu taşralı kadını edebiyat tarihinde bu kadar önemli yapan?

Micah Mattix yukarıdaki soruların cevabını araştırdığı yazısında önemli bir noktanın altını çizer. Austen’in bütün ana karakterleri aslında kişisel mutluluk peşindedir. Hepsi aynı zamanda içinde bulundukları toplumun ataerkil ve kültürel normlarına uymak zorundadır ancak bunu körü körüne yapmaktansa kendi isteklerinden, deneyimlerinden ve özgür tercihlerinden taviz vermeden mutluluğu yakalama peşindedirler. Yani Austen’in ana karakterleri için hem içinde bulundukları toplumsal yapıyı tatmin etmek hem de bu yapının kurbanı olmadan kişisel mutluluğu yakalamak mümkündür. Diğer bir yandan da Austen’in yer verdiği İngiltere kırsalı, aslında nostalji yaratabilecek ayrıntılarla doludur. Yani bir yandan romanlarındaki ana çatışmaların güncelliği devam ederken, bir yandan da 18. Yüzyıl Regency dönemi modası sosyal hayatı ve görgü kuralları geçmişin hoş sedasında kalmıştır. (Regency, yani ‘vekil’ kral dönemi III. George’un sağlık sebebiyle yerini oğluna devrettiği dönemdir. Prens sadece 1811-1820 arası tahta vekâlet etmiş olsa da Regency dönemi kullanımda aslen kral olduğu süreyi ve hatta kendisinden sonra gelen kardeşi IV. William’ın dönemini de kapsar. 1837 de biten bu dönemin ardından Kraliçe Victoria tahta geçer.) Austen sayesinde bu soluk renkli geçmişin ayrıntıları evlilik örgüsü içinde yer alan muzip ayrıntılara dönüşmüştür.

Jane Austen’in hala bu kadar popüler olması akla bir yandan da şu soruyu getiriyor. Romanlarını bir lady olarak imzalayan, kafasındaki beyaz bonesi ve temiz suratıyla hatırladığımız oldukça mütevazı, hatta taşralı ve dışarıdan hanım hanımcık görünen bu kadının 21. Yüzyılda bize söyleyecek neyi olabilir? Gerçekten de Fransa’da işçi sınıfı şaha kalkmış devrim yaparken Afrika ve Hindistan’da sömürgeciliğin ilk emareleri belirirken, Napolyon savaşları nedeniyle İngiltere ve Fransa arasında gerilim tırmanıp dururken tüm bunları romanlarının ana eksenine yerleştirmeyen Austen evlilik hikâyeleri yazar. Kısa hayatı boyunca İngiltere taşra hayatını tüm ayrıntıları ile içselleştirebilecek kadar şehirden uzak kalmış, bu nedenle de kırsal hayatın gündelik normlarına ve ritüellerine kılı kırk yaran bir ayrıntıyla yer verebilmiştir.

Austen romanları edebi görkem emelleriyle kaleme alınmış pek çok klasiğin aksine makro ölçekteki politik değişimlerden, karakterleri intihara sürükleyecek çıkmazlardan bahsetmez. Hatta günümüzde feminist edebiyat eleştirmenlerinin ihya ettiği Austen, romanlarında kadınlara en basitinden oy ve eğitim hakkı bile talep etmiyor. Charlotte Brönte tarafından tutkuları anlamamakla, Wirginia Woolf tarafından daha çok erkeklerin nabzına göre şerbet vermekle eleştirilen Austen, romanlarında çok daha basit ama belki de bir o kadar da kalıcı bir şeyden bahsediyor; Kadınların hemcinsleri ve erkeklerle kurduğu duygusal ilişkiler.

Nice kadın ve erkeği romantik hayallere sürükleyen Austen dünyası aslında tozpembe değildir. Özellikle Austen’in kadın karakterleri ellerindeki en önemli kararı, yani kiminle evlenecekleri kararını çar çur etmez. Hepsi içinde bulundukları sınıfsal koşulları ve gelecek fırsatları değerlendirerek çeşitli stratejiler geliştirir. Örneğin Gurur ve Önyargı’nın yoksul Charlotte Lucas’ı, evlilikte mutluluğun tamamen şans işi olduğunu gözlemler ve hayatı idame ettirebilmek için karakter olarak çok da ideal bir erkek olmayan ama sabit bir geliri ve statüsü olan Mr. Colins ile evlenmeyi kabul eder. Aynı şekilde Emma kendi çöpçatanlık macerasında Harriet’i üst sınıfa taşımak üzere stratejiler geliştirir. İkna romanının başkarakteri Anne Alliot da büyük aşkı Kaptan Wentworth’ün evlilik teklifini reddeder çünkü aile dostu onu bu romantik bahriyelinin çok iyi bir gelecek vaat etmediğine inandırmıştır.

Austen’in romanlarında para, sınıf, statü ve evlilik matrisi o kadar sofistikedir ki Michael Suk-Young Chwe isimli bir siyaset bilimci, 2013 tarihli Game Theorist başlıklı çalışmasında pek çok örnekle Austen’in aslında bir proto-oyun kuramcısı olduğunu öne sürer. O halde Austen’in 2017’de İngiltere Merkez Bankası tarafından piyasaya sürülen 10 poundluk banknotun yüzü olması da tesadüf değildir.

İngiltere’nin kültür ekonomisine artı değer kazandıran bu kadın aynı zamanda toplumsal ilişkilerin iktisadi boyutunu oldukça net olarak ele alan bir gözlemcidir.

Evlilik çatışmasının toplumsal önemi devam ettikçe Austen romanlarının günümüze uzanan popülerliği, sınır tanımadan devam ediyor. Bu nedenle Austen romanlarının neredeyse endüstriye dönüştüğünü söyleyebiliriz.

Romanlarını teknik açıdan ele aldığımızda ise Austen’in roman türünü pek çok anlamda mükemmelleştirdiğini görüyoruz. Roman tarihinde sadece evlilik olay örgüsünü son noktasına taşımakla kalmamış, üçüncü tekil şahıs anlatıcı biçimini de teknik açıdan kusursuz hale getirmiştir. Austen serbest dolaylı anlatım tekniğinin ilk kullanıcılarındandır. Bu teknik karakterlerin kendilerinde has konuşma biçimlerinin üçüncü tekil şahıs tarafından korunmasını sağlar. Ondan önceki yazarların çoğu, ya birinci tekil şahıs anlatıcıyı kullanarak bizi tek bir karakterin zihnine hapsetmiş ya da üçüncü tekil şahıs anlatıcıyı kullanarak Tanrısal bir bakışla bizi karakterlerin hislerinden uzaklaştırmışlardır. Austen, serbest dolaylı anlatım sayesinde anlatıcısının dışarıdan bakan gözünü son derece pürüzsüz bir biçimde karakterin iç düşüncelerine bağlar.

Karşımızda sadece romantik olay örgülerini hınzırca kullanan bir yazar yok, karşımızda roman tekniğiyle genelde erkek yazarlara layık görülen ustalık mertebesine erişmiş bir kadın var. Fakat romanlarının ne tematik ne de teknik incelemesi Austen’in dünyanın dört bir yanından milyonlarca insan tarafından iki yüz yıldır okunmasını açıklamaya yetebilir.

Bunları da sevebilirsiniz