Gerçeklik Üstüne ve Kuşlar Uçuyor

Askerliğe dair çok şey yazıldı. Pek çok insanın uzun uzadıya anlatılacak pek çok anısı var askerliğe dair. Bu anıların yanında dişe dokunur şeyler yazma iddiasında değilim. Ama konu askerlik süresince deneyimleme şansı bulduğum bir durumla ilgili: Akıllı telefonsuzluk.

Askerlik görevi süresince (bu benim durumumda çok kısa bir zaman aldı) akıllı telefondan uzak kalma şansını yakaladım. Buna bir şans diyorum zira whatsapp gibi uygulamalar ve mail gibi gereklilikler nedeniyle çok zaman boğulma hissi içinde buluyordum kendimi. Bu süre boyunca bu bakımdan nefes alma şansım oldu.

Gerçek Sohbet

Benim gibi akılsız telefonlarıyla kalmış, onları da çok kısıtlı bir zaman diliminde (telefonun çektiği bir yer bulunabildiyse) kullanabilen pek çok insanla gerçekten tanışma ve sohbet etme şansı buldum. “O Oooo” veya “zımzım” gibi beni delirten seslerle es vermediğimiz gerçek sohbetlere kavuştum. Ekolojik felakete eşlik eden sosyal felaketin öncesindeki an’ları, anılarımı yeniden yaşadım sanki. Birbirimizi gerçekten dinliyor, sabırla sohbet ediyorduk.

Gerçeğin Peşinde

Gerçek sohbet söz konusu olunca, eskisi gibi tartışmalar da olmuyor değildi. Farklı fikirleri savunanlar birden farklı iddiaları öne sürerken ve gerçekliği birbirinden farklı bir şekilde betimlerken buluyordu kendilerini. Şu olay olmuş muydu yoksa olmamış mıydı ya da şu tarihte mi olmuştu yoksa bu tarihte mi… Bu tür karar verilemez durumları özlemiştik doğrusu. Eeee Google olmayınca bazı konular rafa kaldırılıyor. Sonra birden “velev ki dediğin tarihte olsun, ne çıkar bundan?” deyiveriyordu birisi. Evet, sahiden “ne çıkar beni anlamasanız”? Edip Canseverlik durumlar artıyordu.

Gerçeğin peşinde gerçek sohbetler içindeyken beş benzemez insan yatak başında birbirlerini gerçekten önemseyerek vakit geçiriyordu. Üstelik ne aileden ne yardan ne davadan ne de okuldan arkadaşlar… Gerçekten de ortak olan tek şey “arka”mızdı. Arkamızda aynı yataklar, arkamızda (gerimizde) aynı insanlar duruyordu. Arkamızda birbirimiz duruyorduk. Gerçeği arayınca, hele bir de aynı mahfilden, aynı menzile bakınca bir başka güzel oluyordu sohbetler.

Akıllı telefonsuzlaştıkça akıllanıyorduk sanki… Beş benzemez bir arada, kutupları kırıyorduk. Ne A partisi ne B partisi, ne A inancı ne B inancı, ne o yöre ne bu yöre, ne Türklük ne Kürtlük ne Zazalık ne Lazlık… Aynı günü beklerken aynı tavana aynı menzile aynı suya aynı boşluğa bakan onlarca insan arasındaki duvarlar eriyip gidiyordu. Aynada bir başkasını gördüğün bir ortamda karşındaki insanda kendini görmek ne ilginçti!

Gavurca’da “boot camp” diyorlar ya! Sanki oraya gitmiştik. Akıllı telefon bağımlılığı, konfor bağımlılığı, internet bağımlılığı vb. sanki tarih oluyordu. Sahi ne ara bağımlı olmuştuk? Gerçekten de kurtulmak istiyor muyduk bu bağımlılıklardan?

Kimimiz “evet” dese de çoğumuz yalnızca dizginlenmesini istiyordu küçük kaçamaklarımızın.

Gerçek sohbete, gerçek arkadaşlığa, gerçekliğe bu kadar yakın olduğumuz bilinse onca para harcanır mıydı acaba doymak bilmeyen sosyal ihtiyaçlarımıza?

Gerçekliğe çok yakındık. Bizden daha da yakın olanlarla yakınlaşmıştık. Afrin’de, İdlib’de, kuzeyde güneyde doğuda ve batıda, aynı mahfilden aynı menzile bakanlara düşündükçe yakınlığımız artıyordu. Bizden daha da yakın olanları düşündükçe gerçekliğe yaklaşıyordu insan.

Derken gerçeklik en beklenmedik mahfilden bir anda çarptı yüzüme.

İki eski tüfek, iki gerçek arkadaş, iki gerçek ağabey, iki gerçek insan birbiri ardına terk etti bizi.

Gerçeklik bu kadar çıplak, bu kadar duru ve bu kadar korkunç olmasaydı keşke.

Artık sizsiz daha da kuru bu gerçek!

Güle güle Zihni Ağabey!

Güle güle Abdurrahim Ağabey!

Gerçekliği gören dostlar, ağabeyler, hocalar, öğretmenler, eşler, anneler, babalar!

Ne olur artık bırakın şu illeti, bırakın kendinizi tüketmeyi!

Hayat kısa kuşlar uçuyor!

Bunları da sevebilirsiniz