Özgür İstenç ve Determinizm: Bazı Yeni Yaklaşımlar

Psikoloji, nörobilim çoğu zaman fizik ve kimya bilimlerini de arkasına alarak insan davranışına etki eden daha fazla etmeni açığa çıkarıyor ve bu etmenleri gittikçe daha iyi açıklıyor. Davranışlarımızda ve düşüncelerimizde daha az özgür olduğumuzu bize düşündürten bu gelişmeler karşısında hemen hemen her zaman çok hızlı biçimde tepkiler yağıyor. Bu tepkilerden güncel ve etkili olduğuna inandığım iki tanesinin aşağıda özetini bulabilirsiniz. Bunlardan ilki, özgür istencimiz olduğuna dair inancımızı, her ne olursa olsun, uygarlık ve toplum adına korumamız gerektiğini iddia ediyor. İkinci yazı ise nörobilim ve ona yakın disiplinlerin kavramsal yaklaşımlarına itirazlar getirerek determinist bir mikro evren olsa bile özgür istencimizin olduğu daha yüksek düzey bir ontolojiden bahsedebileceğimizi anlatıyor.

Yazar: John Tierney, New York Times

Özgün Kaynak: https://www.nytimes.com/2011/03/22/science/22tier.html

New York Times’tan John Tierney’in “Özgür istenciniz var mı? Evet, tek seçenek bu.” başlıklı yazısı, davranışlarımız önceden belirli olsa bile bunların en azından bazılarının özgürce yapıldığına dair bir inancımız olduğunu ve bu inancın çok da temelsiz olmadığını anlatıyor. Yazı bize varsayımsal bir senaryo sunuyor: Tamamen determinist bir evrende Mark ve Bill adında iki kişi düşünelim. Mark sabah kalktığında mavi bir tişört giymeye, Bill ise saçlarını kelini kapatacak şekilde taramaya karar veriyor. Determinist bir evrende yaşadıklarına göre, aslında bu eylemleri tamamen önceden yaşanmış olayların doğal bir sonucu. Diğer bir deyişle, zamanı en başa sarsak ve tüm olaylar baştan gelişse, Mark ve Bill yine aynı eylemlerde bulunacaklardı. Tamamen makul bu çıkarımın ardından Tierney deneysel felsefe çalışanların kafasına takılan üç sorudan bahsediyor:

1) Bu determinist evrende, herhangi bir kişinin davranışlarından ahlaken sorumlu olması mümkün müdür?

2) Bu sene, daha önceki senelerde de sıklıkla yaptığı gibi, Mark vergi kaçırmayı düşünüyor. Mark bu davranışından ahlaken sorumlu mudur?

3) Bill sekreterine âşık oluyor ve onunla beraber olmanın tek yolu eşini ve üç çocuğunu öldürmek. Bir seyahate çıkmadan önce, eşi ve çocuklarının öldürülmesi için bazı ayarlamalar yapıyor. Bill bu davranışlarından ahlaken sorumlu mudur?

Klasik bir felsefeciye göre, yukarıdaki sorular aynı sorunun farklı biçimleri. Ne var ki Tierney bu klasik görüşe karşı çıkıyor çünkü yeni nesil felsefeciler açısından bu sorular birbirinden ciddi anlamda farklı. Sorulara yanıt veren çoğu kişi, birinci sorudaki adı sanı belli olmayan kişiyi ahlaki sorumluluktan muaf tutar, ayrıca çoğunluk yine Mark’ın vergi kaçırmasına da göz yumabilir. Ne var ki Bill’in durumu farklı. Arizona Üniversitesinde deneysel felsefe çalışan Dr. Shaun Nicols ve Yale Üniversitesinden çalışma arkadaşı Joshua Kobe’ye göre insanların %70’inden fazlası Bill’i korkunç suçundan tamamen sorumlu tutuyor. Bill’in bu şekilde yargılanması mantık dışı mı? Bir bakıma evet, diyor Tierney. Bir başka yöndense Bill’i suçlamak son derece mantıklı. Toplum, özgür istenç olsa da olmasa da, herkesin özgür istenci olduğuna inanması sayesinde varlığını sürdürüyor. Özgür istence inanmanın yararları başka araştırmalarla da gösterilmiş durumda; insanlar özgür istençlerinden kuşkulandıkları zaman iş yeri performansları düşüyor ve daha az dürüst oluyorlar.

Minnesota Üniversitesinden Kathleen Vohs ve Kaliforniya Üniversitesinden Johathan Schooler tarafından yapılan deneylerden birinde, bir gruba moleküler biyolog Francis Crick’in bir yazısını okuttular. Crick, yazısında özgür istencin artık entelektüeller tarafından dikkate alınmayan, eskimiş bir kavram olduğundan bahsediyor. İkinci bir gruba ise Crick’ten başka bir yazı okuttular. Sonuç olarak birinci grup, özgür istenç konusuna daha kuşkucu yaklaştı ve matematik sınavında kopya çekmek konusunda daha rahat davrandı. Bunun devamında bir deney daha yapıldı. Bu sefer katılımcılara her doğru verdikleri cevap için 1$ kazanacakları söylendi. Önceden özgür istence karşı savlar aktarılan katılımcılara hile yapma imkânı sunuldu ve bu insanlar eve en çok haksız kazançla dönenler oldu. Araştırmacılara göre bu davranış son yıllarda kopya çektiğini itiraf eden üniversite öğrencisi sayısındaki artışla uyumlu. Aynı dönemde, başka çalışmalar halk arasında özgür istence olan inançta düşüşe işaret ediyordu.

Dr. Vohs ve Dr. Schooler’e kalırsa, kişinin özgür istencinden kuşkulanması, kişinin benlik duygusunu zedeleyen bir durum veya belki de özgür istenci reddetmek kişiye istediği gibi davranması için son derece güzel bir bahane veriyor. Çeşitli başka araştırmalar da yapılmış durumda ve sonuç aynı kapıya çıkıyor: Özgür istenci olduğunu düşünenler iş yerinde çok daha iyi performans gösteriyor. Dr. Vohs, özgür istencin insanları daha ahlaklı ve daha iyi eylemlere yönlendirdiği görüşünde. Bir başka önemli nokta ise özgür istenç hissimizin neredeyse içimizden gelmesi. 3 ile 5 yaş arasındaki çocuklara kutuya yuvarlanan bir top gösterdiklerinde çocuklar topun kutuya doğru yuvarlanmaktan başka bir çaresi olmadığını söylüyorlar. Fakat çocuklar bir insanın kutuya elini soktuğu zaman, o insanın bunun yerine başka bir şey yapma imkânı olduğunu söylüyor. İşin daha da ilginç yanı, böylesi bir inanç kişinin büyüdüğü yerden bağımsız olarak gelişiyor. Deneysel felsefecilerin Hong Kong, Hindistan, Kolombiya ve ABD’de yetişkinlerle yaptığı çalışmalara göre, hangi kültürel farklılıkta olursa olsunlar, insanlar özgür istencin olmadığı determinist bir evrende yaşadıkları düşüncesini reddetme eğilimindeler. Ama aynı zamanda, varsayımsal olarak determinist bir evrendeki bir insanı yaptıklarından sorumlu tutmama eğilimindeler. Bu da neden yukarıdaki örnekte pek çok insanın vergi kaçıran Mark’ı ahlaken muaf tutmaya istekli olduğunu açıklıyor. Ancak aynı mantık; etkisi yüksek, çizmeyi çok aşan, üzücü suçlar söz konusu olduğunda böyle işlemiyor, tıpkı Bill’in ailesini öldürmeye çalıştığı zamanki gibi.

Florida Devlet Üniversitesinden Alfred Mele bunun beyindeki iki farklı mekanizmayla ilgili olduğunu söylüyor. İnsanlara soyut bir senaryo verdiğinizde kafalarındaki teorik mekanizmayı işletiyorsunuz fakat bu teorik mekanizma, insanların hoş olmayan bir davranışla karşılaştıkları zaman verdikleri tepkiyle uyuşmayabiliyor. Araştırmacıların gösterdiği gibi diyor Mele, insanların halihazırdaki varsayımı özgür istencimiz olduğu yönünde.

Yazar: George Musser, Nautilus

Özgün Kaynak: http://nautil.us/issue/72/quandary/yes-determinists-there-is-free-will

Nautilus’tan George Musser, yazısında özgür istencin olduğuna ve olmadığına dair iki zıt görüşü bir biçimde birleştirecek bir görüşü savunuyor. Bunu yaparken de bu sıralar adından sıkça bahsedilen London School of Economics’ten Christian List’in argümantasyonunu kullanıyor.

Musser’in aktardığı ve List’in ortaya koyduğu şekliyle özgür istenç konusunda kuşkucukar yanlış yaptıkları nokta nedensellik. List her insanın temelde, neden sonuç ilişkisine bağlı bir atom yığınından ibaret olduğu konusunda kuşkucularla hemfikir. List’in itirazı daha üst bir ontolojiden insana bakmak ve daha bütünsel bir bakış açısını savunmakta yatıyor: Evet, fiziksel nedenselliğe bağlı bir atom yığını olduğumuz doğru ama herhangi bir atom yığını değiliz. Çok karmaşık bir biçimde düzenlenmiş bir atomlar kümesiyiz. Yani yine günün sonunda bir teknoloji mağazasına girdiğimizde hangi marka telefonu alacağımıza biz karar veriyoruz, önceden belirlenmiş bir mekanizma değil. List bu insana dair bu bakış açısıyla farklı bir nedensellik anlayışını birleştiriyor. Nedensellik daha üst düzeyden bir kavram diyor List ve kuşkucukarın bahsettiği yüksek bir düzeyde nedensellikten bahsedemiyoruz bile diye ekliyor.

Üstte John Tierney’in yazısının değinmediği bir şeyi vurguluyor Musser: Özgür istencin faydalı veya pratik olması kendi içinde bir argüman değil. Dolayısıyla List, bugüne kadar özgür istenç konusundaki inancımızı zayıflatmayı belirli ölçüde başaran kuramsal yaklaşımlardan bahsediyor. Bunlardan ilki Patricia ve Paul Churchland. Churchland’lere göre insan davranışlarını zihinsel durumlar, hedefler, niyetler ve amaçlar doğrultusunda değil daha alt seviyelerde açıklamalarla, örneğin beyindeki biyofiziksel açıklamalarla anlamak gerekiyor. Bir zamanlar doğa olaylarını dahi niyet ve amaç içeren açıklamalarla anlamaya çalışıyorduk fakat daha iyi açıklamalar sayesinde bundan kurtulduk. Aynı geçiş pekâlâ insan davranışı için de yapılabilir.

İkinci bir argümantasyon şeması ise evreni açıklamak konusundaki en iyi kuramlarımızdan bazılarının determinist olması üzerine kurulu. Örneğin bir kafeye oturduğunuzda çay mı yoksa kahve mi söyleyeceğiniz, evrenin başlangıcından beri gelişmiş olan olayların doğal bir sonucu olduğundan zaten belirlenmiş durumda.

Üçüncü argüman ise bilinçaltı süreçlere yönelik. Örneğin diyor bu görüşü savunanlar, su içmek için bir bardağa uzandığımda buna sebep olan aslında benim niyetim ve zihinsel durumumdan ziyade, beyinde gerçekleşen bilinçaltı bir süreçten kaynaklanıyor. Benjamin Libet’in meşhur deneyleri bu kapsamda değerlendirilebilir. Libet’in deney bulgularına göre, bir düğmeye basmak gibi basit bir süreç, bizim karar verme anımızla değil beyinde gerçekleşen bilinçaltı veya bilinçdışı bir faaliyetle başlıyor.

List bu argümanları gayet güçlü buluyor. Bunlara karşı çıkmanın bir yolu özgür istenç kavramını yumuşatmaktan geçiyor. Yani örneğin özgür istencin bizim kararlarımızdaki tek etmen değil ama önemli bir tanesi olduğunu söylemek mümkün. Bu ve benzeri argümanlar makul olsa da List’in aklındaki özgür istenç savunusu farklı. List özgür istenç savunusunu, ona saldıranların en zayıf olduğu yerden yapmak istiyor. List’e göre özgür istence itiraz edenlerin en büyük hatası açıklama ve betimlemelerin farklı düzeylerini ayırt etmemeleri. “Eğer özgür istenci temel fiziksel düzeyde arıyorsak,” diyor List, “yanlış yerde arıyoruz demektir”.

İlk argüman şekline itiraz da buna bağlı olarak geliyor. List elbette biyokimyasal düzeyde bir niyet anlayışından bahsetmenin mümkün olmadığını ifade ediyor. Ancak insan davranışını açıklamak konusunda yüksek düzeyden son derece geçerli bir kavram gibi duruyor. Taksiye binip nereye gitmek istediğinizi söylediğinizde, taksicinin sizi söylediğiniz yere götürmesi örneğinde olduğu gibi.

İkinci argümana itiraz etmek için List evrenin determinist olduğunu kabul ederek başlıyor. Ancak tabi bunun kuantum mekaniğini nasıl yorumladığımıza bağlı olduğunu da ekliyor. Temel düzeyde, diğer bir deyişle fiziksel düzeyde determinizmin olması, daha yüksek düzeylerde olmaması ile çelişmez diye itiraz ediyor List.

Son argümanı da ilgilendirecek biçimde List determinizm çeşitlerinden söz ediyor. Fizik gibi doğa bilimleri ile sosyal bilimlerin determinizm kavramları oldukça farklı. Bu da tabi List’i değişik bir anlayışa yönlendiriyor. Örneğin fizik mikro düzeyde determinizm olduğu iddiasındaysa, bunu kabul etmeliyiz; ancak psikoloji de insan bilinci düzeyinde özgür istencin olduğuna dair bir iddiada bulunuyorsa, bu da aynı şekilde kabul edilmeli, en azından elimizde daha iyi bir kuram olana dek.

Üçüncü argümana asıl itiraz nedenselliğin ve neden-sonuç ilişkilerine farklı bir açıdan yaklaşmakla geliyor. List bu noktada metafizik bir nedensellikten uzaklaşıyor ve nedenselliğin aslında insanın bir şeye niyet etmiş olması ve buna uygun hareket etmiş olması ile açıklanabileceği sonucuna varıyor. İlginç de bir sav, itiraza ekleniyor: Sofistike yapay zekâ sistemlerinin de özgür istenç sahibi olmadıklarını varsaymak için ortada kavramsal bir neden yok.

 

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın