Bu Demokrasi Değildir

Cumhuriyet; egemenliğin hiç bir kişi ve zümreye bağlı olmayan, doğrudan halkın iradesi ile yönetilen devlet rejiminin adıdır. Bu tür yönetimin çeşitli şekilleri vardır. Çağdaş bir Cumhuriyetin olmazsa olmazı da, demokratik cumhuriyettir. Demokrasi ise, halkın katılımcı bir şekilde kendisini yönettiği sistemin adıdır. Genel olarak demokrasi doğrudan, katılımcı ve temsili olmak üzere üç şekilde tanımlanır. Artan nüfus, bu üç tarzdan temsili demokrasinin uygulanabilir olduğunu göstermektedir. Diğer iki şekil ise sivil toplum kuruluşları ile temsile destek olmaktadır. Bu tanımlar bize demokrasinin ancak örgütlü bir toplumla yaşayabileceğini göstermektedir. Demokrasi demek çok partili rejim demektir. Bu ise toplumdaki farklı görüşlerin, siyasi partiler olarak örgütlenerek seçimlerle ülkeyi yönetmesini kapsamaktadır. Demokrasin özü, muhalefetin hukukunun iktidar kadar korunmasıdır. Demokrasilerde iktidarlar seçimle gelirler, seçimle giderler.

Demokrasi her toplumun kolaylıkla içine sindireceği bir yönetim şekli değildir. Zira, yasalarla belirlenmiş kurallar rejimi olmasından dolayı, demokrasinin bazı yöneticiler tarafından hazmı zordur. Bir demokrasinin iyi işleyebilmesi, önce o toplumun eğitim düzeyinin belli seviyenin üzerinde olmasının ve ekonomik gelirinin de yüksek olmasını gerektirmektedir.

1956 da Fransa Dış İşleri Bakanı Mendel France ülkemizi ziyarete gelir. Özellikle İsmet Paşa ile görüşmek ister. O dönemde dış ilişkilerin muhalefetle de görüşülmesi pek alışılmış bir şey değildir. Randevu alınır ve Sayın France ile İsmet Paşa’nın görüşmesi sağlanır. Konuşmanın bir yerinde Mendel France İsmet Paşa’ya “paşam siz çok partili rejime kendi isteğinizle geçmekte acele davranmadınız mı” diye bir soru yöneltir. Paşa “nasıl olsa bir gün geçilecekti, ben bunu yaptım” cevabını verir. France ”siz bunu yaptınız ama sizden sonra gelecek biri sizin gibi iktidarı bırakmak istemeyebilir” der. Nitekim bazı seçilmişler iktidarı dün olduğu gibi günümüzde de bırakmak istememektedir. işte bugünlerde yaşanılana Mendel France’ın kehaneti diyebiliriz. Çünkü günümüz iktidarı muktedir olduktan sonra her seçimde iktidarı bırakmamak için her türlü yasa dışı yöntemlere baş vurmaktadır. AKP nin iktidar olduğu ilk yıllara geri dönüp baktığımızda, AKP Genel Başkanı Sayın Erdoğan “ben muhalefete düştüğümde siyaset yapmam, bırakırım “diye bir söz söylemişti. O gün iyi anlaşılmayan, değerlendirilmeyen bu söylemin 2011 den itibaren ne anlam taşıdığı bugün çok net anlaşılmaktadır. 2023 programının-ki ne olduğu henüz belli değil- ısrarla tekrarlanmasından, AKP’nin iktidarı bırakma niyetinde olmadığı anlaşılmaktadır. Nakşibendi’lerin Nurculuk kolu olan tarikatın kurucusu olan Şeyh Saidi Nursi “siyaset dinin emrinde olmalıdır” demektedir. Anlaşılıyor ki, dini inançları gerçek amaçlarına ulaşıncaya kadar böyle davranmalarını zorunlu kılmaktadır.

Demokrasiler hoşgörü ve uzlaşma rejimidir. Oysa ülkemiz, uzun yıllardan beri ayrıştırılarak çatışma içerisine sürüklenmektedir. Gün geliyor AKP lideri ana muhalefet partisine ağzına geleni söylüyor ve devamlı çatışmayı körüklüyor. Korku ve şiddeti siyasetin bir parçası haline sokarak, AKP iktidarını pekiştirmek için elden ve dilden geleni ardına bırakmıyor. Yarattığı iç düşmanla kavgaya ara verdiğinde de, bu kez dış güçler adı altında, çatmadık, hakaret etmedik – müttefik de olsa – ülke bırakmıyor. Kısa bir süre milliyetçi oluyor, bir dönem geliyor, milliyetçiliği ayaklar altına alıp ümmetçi oluyor. Ülkede ufak tefek iyi bir şeyler olduğunda sahipleniyor ama ülkede ne kadar kötü şey oluyorsa, hepsini dış güçler yapıyor diye bas bas bağırıyor.

Yazının baş tarafında demokrasinin yasalara dayalı kurallar rejimi olduğunu ifade etmiştim. Nasıl ki; her yurttaşın hak ve hukuku yasalar çerçevesinde belirlenmişse, devleti yönetenlerin de görev ve selahiyetleri de aynı şekilde yasalarla belirlenmiştir. Parlamentoda sağlanan kendi çoğunluğuyla yapılan yasalarla, anayasaya dayanmayan yetki kullanılması demokratik bir yöntem değildir. Yürütme ve yasama yetkisini üzerine alan bir şahıs, ne kadar seçimle iş başına gelmiş olursa olsun, böyle bir yönetime demokratik yönetim denilemez. Böyle kuvvetler ayrılığını yok eden bir rejimin adı dünyanın her tarafında diktatörlük olarak nitelenir. Bugün ülkemizde ne yazık ki, çok partili bir ortam varsa da, kuralsızlıklar üzerine inşa edilen otokratik yönetim şekliyle maalesef deyim yerinde ise, post modern bir demokrasi ile karşı karşıya bulunmaktayız. Hile ve şerriye ile kazanılan seçimler demokratik olamaz. Demokrasi “Atı alanın Üsküdar’ı geçtiği” bir yönetim tarzı değildir.

Devletin kurum ve kuruluşları tek kişinin emir ve komutasında işliyorsa, devlet anayasa dışı usullerle yönetiliyor demektir. Ceza yasasında bulunmayan suçlar icat edilerek, yurttaşlar korku girdabında kıvrandırılıyorsa o devlet anti-demokratiktir. Böyle bir devlet anayasal bir devlet değildir. Devlet parti devletine dönüşmüş ise o ülkede yurttaşlık hakları yok demektir. Bu tür bir devlet yönetimi 14.Louis’nin “devlet benim” anlayışının aynısıdır. Böyle bir mantık bir ülkeyi demokrasiye değil, kişi hakimiyetine dayanan faşist bir diktatörlüğe sürükler. Önümüzde bir seçim var. Şimdiden seçimlere gölge düşmüştür. Zira, seçmen sayısı o şehrin nüfusundan fazlaysa ve bu durum görmezden geliniyorsa, seçim sonuçları şimdiden şaibelidir. Tüm bu tür kör ve sağırlık demokrasinin doğasına aykırıdır. Vakit varken derlenip toparlanarak demokrasinin gereklerine uyulmalıdır. Devlet adaletle yönetildiğinde önemlidir. Adaletsiz bir devlet kefensiz ölü gibi çıplaktır.

Tehdit ve santajlarla devlete hakim olma isteği, AKP’nin seçim kılavuzu olmuştur. Korku ile kazanılan zafer asla taçlanmaz. Gün gelir silah geri teper sahibini vurur. Korkan insanlar etrafa korku salarak toplumu sindirmeye çalışırlar. Bir gün korktukları başlarına geldiğinde vaktin geçmiş olduğunu anlayacaklar ama vakit de geçmiş olacak.

Bu nedenlerle demokrasiyi yeniden rayına oturtmak için 31 Mart seçimleri bir fırsattır. Muhalefete oy verecek seçmenlerin adayların kimlik ve düşünceleri yerine nerede durduklarına bakmaları gerekir. Ya Kemalist Cumhuriyetten yana olacaksın ya da adım adım oluşmakta olan İslami bir cumhuriyetten yana. Yaşadığımız bu süreç baş çelişkinin Cumhuriyet ve onun kazanımları ile dönüşülmek istenilen İslamcı bir diktatörlük arasındadır. Bu çelişki çözülmeden, hukukun üstünlüğüne dayalı demokratik gerçek bir cumhuriyeti yaşama olanağı yoktur. Aklın ve mantığın gösterdiği yol; adaylar üzerinden siyaset yapmak değil, aydınlık geleceğimiz üzerinden siyaseti belirleyip, ona göre davranmamızı artık bizlere zorunlu kılmaktadır.

Bunları da sevebilirsiniz