Sızlanmanın Ve Dövünmenin Zamanı Değil

24 Haziran Seçimleri’nin sonuçları, Cumhuriyet ve O’nun Devrimlerini benimseyenler tarafından sızlanmaya ve dövünmeye ve giderek büyük bir umutsuzluğa neden olmuştur. Bu sonuçlar gerçekçi bir gözle irdelenmediğinde, aynı çırpınışları ileriki bir seçimde de yaşamak kaçınılmazdır.

AKP ve lideri on altı yıldır iktidarını hile ve devlet gücünü kullanarak sürdürmektedir. Yürürlükte olan yasalar karşıtlarına karşı acımasızca uygulanırken, kendisi ve AKP’liler için yok sayılmaktadır. Hatta ve hatta Anayasayı yok sayan, devlet kasasındaki parayı Sayıştay denetiminden kaçırarak pervasızca kullanan AKP, hile ve sandık oyunları ile hep iktidarda kalmaktadır. Bu oyunlarda en büyük etken de dini ve dinsel çevreyi kullanmayı temel ilke edinmesidir. Bu ilke SUUDİ Ailesi’nin Vahabi kültürü ile yozlaştırarak bugün Suudi Arabistan’da yaşanan İslam’ın bir diğer versiyonudur.

Kendisine hangi sebeple olduğu anlaşılamayan bir nedenle, durduk yerde yandaş yaptığı Devlet Bahçeli’nin, bir gecede etnik milliyetçiliği bir kenara bırakarak, Erdoğan destekçisi olması, aklın ve mantığın çözümleyemeyeceği bir olaydır. Bu tür ilişkileri daha kurulduğu günden beri AKP, “Osmanlı’da oyun çoktur, biri olmazsa biri olur” söylemini başarı ile uygulayarak sürdürmektedir. İlke ve dünya görüşü uyuşmayan bu birliktelikler, hep geçici bir süre için yapılmakta ve görevini yapanlar sırası geldikçe AKP saflarından dışlanmaktadır. Bu oluşumların herkes tarafından bilinmesine karşın, devamlı yürürlükte kalması, insan onuru ile bağdaşır bir durum değildir.

AKP’nin bütün bu oyunlarına karşı muhalifler, siyaseten ne kadar doğru ilkelerle karşı dursalar da başarı sağlanamamaktadır. Çünkü her doğru hedefine ulaşamaz, bir engelle karşılaştığında kırılarak yön değiştirebilir. Hele siyasi ilişkilerde doğru ilkelerle siyaset üretmek, zaman zaman başarısızlığa neden olur. Sağlanan sonuçlar olumsuzluk doğurduğunda da yılgınlık ve umutsuzluğa neden olmaktadır. Oysa böyle durumlarda doğru olan, sinmek, bir köşeye çekilmek ve “benden bu kadar” demek yerine, daha bir inat ve azimle direnmektir. Birinci Dünya Savaşı sonrası Orta-Doğu’da İngilizlerin tüm varlıkları ile İslam’ın Peygamberi Muhammet’in Aşireti olan Haşimileri desteklemesine rağmen, Vahabi inançlı SUUDİ’ler silahlı bir direnişle Mekke Emiri Şerif Hüseyin’i devirerek iktidarı ele geçirip bugüne dek saltanatlarını sürdürmüşlerdir. AKP ise demokrasinin olanaklarını kullanarak yalan ve istismarla halkın dinsel inançlarını bir silah gibi kullanıp iktidarını her ne pahasına olursa olsun korumaktadır.

24 Haziran seçim sonuçları ne yazık ki, CHP için daha farklı ve anlamsız bir iç kavganın sebebi olmuştur. Seçimler bir ittifak ile yapıldığından adaylar ve partiler açısından oy geçişleri tam olarak değerlendirilemiyor. Her aday ve parti almış olduğu oyu kendisine göre yorumlayarak, karşısındakinin yerine kendisini layık görmektedir. Örneğin CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı, “ben partimden çok oy aldım” diyerek Kurultay kapısını açmaya çalışmıştır. Adayın bu söylemi oy oranı yüzde kırk ve üzeri olsa idi bir ölçüde haklı yanı olabilirdi. Milletvekili seçiminde yandaş bir partiye giden oylar, cumhurbaşkanı adayına geri döndüğünde yüzde altı-yedi gibi fark oluşmuştur. Bu durumu ileri sürerek genel başkanın istifasını istemek veya seçimli kurultay önermek koltuk sevdasından başka bir anlam taşımamaktadır. İhtirasını sınırlayamayanlar hep karşındakinin eksiklerini ileri sürerek, kendi ihtiraslarına neden yaratırlar. “Ben şu kadar fazla oy aldım, başkanlık koltuğu benim hakkımdır” demek, sosyo-politik gerçekleri görmezden ve bilmezden gelmek demektir. Muhafazakâr siyasi partiler değirmenin dönmeyen taşını döndürmek için değirmenin oluğuna kova kova su taşırken, sol kesimde yer alanlar dönen değirmen taşını durdurmak için oluğa akan suyun yönünü değiştirmekte büyük maharet sahibidirler. Oysa, bugün bir sel değirmen taşını ve değirmeni önüne katarak sürüklerken, bir kısım insan değirmenin şakırdağını arar olmuşlardır. (şakırdak; değirmenin taşı üzerinde taş döndükçe ses çıkaran iki tahtadan oluşan bir alettir.)

Bugün Sayın Genel Başkan Kılıçdaroğlu bilgisine, onurlu duruşuna, dürüstlük ile fedakarlığı ve çalışkanlığına dikkat edilirse, fazlası ile oturduğu koltuğu hak etmektedir. Ama tarihsel bir olgu olan inanç kimliği, hem kendisinin hem de partisinin iktidarının önünde duran bir engeldir. Yedi yüz yıllık bir zulüm görmüş, yok sayılmış bir kesim içinden gelmiş olması oy ölçüsü açısından giderilmesi olanak dışı bir açmazdır. Bu açmaz yalnız kendisine özgü bir durum olmayıp, ülkenin gelişmesinin karşısında da parçalanmaz kaya gibi durmaktadır. Şu anda bunu bilenler ve görenler CHP’nin temeli olan bu kesimi küstürmemek için oy oranları ile çalım ve hava yapmaktadırlar. Son duyumlarıma göre, şayet kurultay toplanırsa Sayın Kılıçdaroğlu aday olmayacağını söylemektedir. Böyle bir davranışta bulunacağından da asla şüphem yoktur. Zira, ahlaken ve kişisel yapısı ile ve davranışları ile asla ihtiras sahibi olmadığını ispatlamış bulunmaktadır. Demokrasi ve Cumhuriyet bu ülkenin değişmez temel taşıdır. Bu taş kan ve gözyaşı ile oraya konulmuştur. Ama bu değerleri anlayıp savunmak, özgür birer birey olmaya bağlıdır. Eğitimden yoksun, ekonomik olarak Afrika halkları seviyesinde olan bir toplum, söz konusu değerleri anlayacak ve savunacak niteliğe sahip olamaz. On dört milyon insanımız bugün yurttaşlık görevini vergisini ödeyerek yapamazken, onlardan özgür irade beklemek abesle iştigal etmektir. Bu gerçeği görmeden siyaset üretildiğinde partinin başında kim olursa olsun, başarı sağlama olanağı yoktur. Önce devletten beslenen bu kesimi iş güç sahibi yapıp, birer özgür birey yapmak gerekmektedir.

Rüşveti ve yolsuzluğu dinen normal gören bir diyanet bu ülkede var oldukça toplumun özgürleşme şansı da yoktur. Din, Sıffın Savaşı’nda olduğu gibi siyasetin aleti olursa, o toplum, ezilmeye ve “bir lokma, bir hırka”ya oyunu kullanmaya devam edecektir. AKP devleti kurumlarla değil, dinsel cemaatlerle işbirliği ile yönetme gibi bir düşün yapısına sahiptir. FETÖ’den henüz yakasını siyaseten kurtarmamışken, şimdi birkaç cemaatle devlet yönetmeye çalışmaktadır. Ülke parsel parsel bu cemaatlere tapulanmakta ve kurdukları vakıflarla da geleceği ipotek altına almaya çalışmaktadır. Bu düzen sürdürülme olanağından yoksundur. Otoriter ve otokrat kişilerle hiçbir devlet varlığını devam ettirememiştir. Bir gün bunlar da geldikleri gibi giderler. Ama olan bu millete ve halka olacaktır.

Umut yeşermedikçe yarınlar aydınlık olmaz. İşte bu nedenle sızlanmadan, dövünmeden ve umutsuzluğa kapılmadan geleceği kurmak için Cumhuriyet ve demokrasi için dayanışmayı sürdürmeliyiz. Kişisel çıkar ve kapris yerine, kişisel özveriler göstererek yolumuza devam zorunluluğu vardır.

Bunları da sevebilirsiniz