Eva Luna Yerine; Adaylarda Kabul Edilemez Olanlar?

Bu ay, arka planında Peru’nun toplumsal ve siyasal panaromasına dayanarak ilginç, müthiş ve inanılmaz kişilikleri işleyen Eva Luna’nın öykülerini (Isabelle Allende) konu edinecektim. Kitabı üç kez okuduğumu bilmekle birlikte son günlerde tekrar okumam ve yeni keşifler yapmış olmam buna neden olmuştu. Genç yazarın, Onur Caymaz’ın dediğiyle, ben de Eva Luna için söyleyeyim, bu öyküleri sizler de “okumadan ölmeyin.” (Gerçi “okumadan ölmeyin” denecek o kadar çok şeyim var ki, onları ihmal etmiş, ya da onlara haksızlık etmiş gibi oluyorum! Birisi sorsa da sözlü olarak sıralasam.)

Ancak “seçim sath-ı maili”nin karşı konulamaz çekiciliğine ne yazık ki herkes gibi ben de esir düştüm, Eva Luna da düşmüştü.

Bu esaretin en önemli zinciri bana göre “kabul edilemez olanlar” ile ilgili. Ee, demokrasi var, herkes istediğini savunacak ve söyleyecek ya, çoğulcu sisteme göre, meclisimiz her görüşü içinde barındıracak ya, demokrasinin gereğinin, çoğulcu sistemin mecburiyetinin dışında olan hiç mi bir şey yok? Demokratik ve çoğulcu sistemde kabul edilemez hiç mi bir şey yok?

Var tabii!

Yasak iyi bir şey değil. Bir arkadaşım var, yasakları hiç sevmez, yasaklar olmasın gibisine, hadi ona katılalım, yasakları lanetleyelim, tamam yasaklardan çok çektik, artık olmasın, tamam ama saldırmak, zarar vermek, kötülük yapmak, hatta öldürmek serbest mi olmalı? Adam öldürmek yasaklanmamalı mı? Bir adam kendisini öldürmek için saldırana karşı canı isterse ve gücü yeterse bir şey yapar, kendini kor, kendini savunur, ama böyle saldırı yasaklanmamalı mı? Nefs-i müdafaa diye bir şey de mi yok? Ayrıca, aynı şekilde bir devletin nefs-i müdafaası olmamalı mı? Bir devletin ortadan kaldırılması veya parçalanması hem niyeti, hem de girişimiyle yasaklanmamalı mı? Daha dolaysız bir şekilde söyleyelim, bir insana saldırıldığı zaman bunu devlet önlemeye çalışmaz mı? Bir devlet kendisi hedef alındığı zaman kendini korumaya çalışmaz mı? Devlet, innını ve kendini korumamalı mı? Bu, yasaktan ve onun müeyyidesinden başka bir şeyle olabilir mi?

Demek ki, “yasak” gerekli bir şey. Böyle akıl yürütmeler yapmadan hayata bakalım, özenilen, benzemeye çalıştığımız, amaçlanan ülkelere bakalım, yasaksız olan var mı? Sen o devletlerden birini parçalamaya, yıkmaya çalış, bunu hem ilan et hem de hatta buna giriş, gör o zaman yasağı.

Bunları neden diyoruz; efendim, çoğulcu sistemmiş, parlamenter demokrasiymiş, HDP’nin oyu varmış, kitlesi varmış, yasal olarak kurulmuş bir partiymiş, neden temsil edilmesinmiş, neden mecliste yer almasınmış. Hep beraber HDP’ye yer aldırmaya çalışılıyor, herkes HDP’nin “temsil edilmesi” için elinden geleni yapıyor. Ben yapmıycam işte. Herifler, Türkiye’yi parçalamanın siyasetlerini savunuyor ve uyguluyor, federasyon istiyor, devletin silah tekelini parçalıyor, devletin hükümranlık alanında “yerel” yönetim kuruyor. Yetmiyor, terör yöntemini en etkili bir şekilde kullanmaya çalışıyor. “Terör” sözcüğünü Türkçeleştirmek için “yıldırı” demişlerdi, bırakırsan yıldırıyor adamlar, toplumu esir almaya çalışıyor, devamlı insan öldürüyor.

Devlet yıkıcılığı, toprak bütünlüğünü hedef yapma, topluma terör uygulama, bunlar yasaklama nedeni değilse, devlet ve toplum kendini korumayacak demektir. Ama bakıyoruz, Cumhurbaşkanı adaylarının çoğunluğu yasaktan yana değil, biri hariç hiçbir aday, HDP’nin kapatılmasını istemiyor ve savunmuyor. Göz yumuldu, dokunulmadı, dokunmayın dendi; çünkü “açılım” yapılıyordu. Sonuç, hendekler kazıldı, mayınlar döşendi, silahlar depolandı, talimler yapıldı, karakol baskınları ve adam kaçırmalar yaşandı, bombalar patlatıldı, bunların da sonucunda ölen, öldürülen insan sayısı, hepsi geride kaldı diye artık hatırlanmıyor.

Üstelik Türkiye ordusu bugün Suriye’de PKK ve PYD ile savaşıyor, onların sınırlarımız boyunca yerleşme planlarını önlemeye çalışıyor. Türk Silahlı Kvvetleri, PKK ve YPD terör örgütleriyle savaşırken onlar ABD’den silah alıyorlar, mühimmat alıyorlar, eğitim alıyorlar, destek alıyorlar. ABD, yakın zamanlara kadar onlara 5 bin TIR kadar silah, araç, mühimmat gönderdi.

Savaştığımız bu terör örgütü liderinin heykelini dikecek HDP kapatılmasın! Bu HDP, devletten para desteği görsün! Varlıklarını PKK’ya borçlu olduklarını, ona dayandıklarını söyleyen HDP’liler mecliste yer alsınlar, maaş alsınlar, alkış alsınlar! Böylece yasak görmesinler, yasaklanmasınlar, demokrasimizi de alkışlanır kılsınlar!

Başka türlü bir “kabul edilemez olanlar” da kurnazca saklanma yöntemi; yasak falan olmayıp istenen söylenecek, herkes her istediğini söyleyecek, ama bunun yanı sıra, herkes istemediğini de söylemeyecek. İstemediğini söylememe özgürlüğü bile oluyor bu durumda. Oysa bazı şeyleri söylemeye mecburmuşsun, bazı şeyler konusunda söylemesen olmazmış, kimse takmıyor. (Kimler bu takmayanlar, “beş büyükler”, CHP, AKP, İYİP, HDP, SP adayları) O konular, örneğin birincisi, NATO. Adam Cumhurbaşkanlığı yarışına giriyor, ama NATO ile ilgili bir şey söylemiyor. NATO önemli mi önemli, ama söylemiyor. Daha da ilginci, kimse ona sormuyor, ne diyorsun NATO konusunda. Söylememe kararlısı ve söyleme tutumlusu ile “sorma yasaklısı” buluşmuşlar ve anlaşmışlar; adam söylemiyor, kimseler de ona sormuyor. Aslında kendisine sorulmadan söyleyen var (Doğu Perinçek), ancak onun o söylediği de uzatılacak bir mikrofonu yakıyor ki, mikrofonu kurtarmak için olsa gerek, kimse ona mikrofon uzatmıyor.

Peki değerler? İçinde kötülük barındıran, insana zarar veren eylemler yasak kapsamı içinde olmamalı mı?

Bir şey söylememe özgürlüğünün alanı oldukça geniş. İçinde, İncirlik var, Kıbrıs var, Yunanistan’ın kendi kullanımına aldığı ve işgal ettiği 18 adamız var, F-400 füzeleri var, İran’a ABD ambargosu var, FETÖ ile mücadele konusu var, var da var. Bu konularda çıt yok. Oysa kendisine mikrofon uzatılmayan adayda bunların hepsinin yanıtı bulunuyor, hatta fazlası bulunuyor, sorulmayan, hatta hiç düşünülmeyen şeylerin de yanıtı bulunuyor.

Cumhurbaşkanı adaylarının çoğu, Türkiye’nin dünya çapında konumlanması ile ilgili olarak son derece net. Bu konuda hiçbir şey sorulmasa da seçimi kazanırlarsa AB’ye girileceğini, ABD ile çok iyi ilişkiler yürütüleceğini, Batı “ittifakı” içinde kalınacağını anlatıyorlar. Üşenmek yok, yerimiz Doğuda, Avrasya’da olamaz da olamaz!

Bütün bunlar şu üç önemli kabul edilemez şeyi gösteriyor:

1.Emperyalizm konusunda biri hariç, adaylar aynı havada, emperyalizm mi, hani nerede? NATO mu, NATO’suz yaşayamayız, ama bir sorun mu var?

2.Ülkenin bölünmez bütünlüğü konusunda adayların çoğu aynı havada; öyle bir sorun mu var? “Var mı barış gibisi?” Barış için ölünür, ama savaşmadan!

3.Ülkenin çıkarları konusunda adayların çoğu aynı havada; Kıbrıs bir yere mi gidiyor, MEB (“Münhasır Ekonomik Bölge”) mi, o da ne? Adalar? Hangi adalar?

4.Terör konusunda birkaçı hariç adaylar aynı havada; ister PKK terörcüsü, ister FETÖ farketmez, “mağdurlar”a özgürlük.

Bunlara razı olanamaz, bunlar kabul edilemez.

Neden bunlar? Bir; Atlantik İttifakında kalacaksan ya susarsın ya da “mağdurlar”ı kurtarmaya çalışırsın. İki; ülkenin bu “ittifak” içinde ABD-Batı düzenini sürdüreceksen, “sorun” çıkarmazsın, üretim alan istemezsin! Üç; ille de IMF, Batı, AB, ABD diyeceksen, ille de Batılı olacağım diye tutturursan, kendine yeni bir yer aramazsın.

Oysa Türkiye’nin ABD’den, Atlantik’ten, NATO’dan, IMF’den kurtulması, “yeni yer”e katılması gerekiyor. Üstelik bu, bugün hem mümkün hem de nasıl olacağı belli! Yerin hazır!

Özetle; antiemperyalist olacağız! Ülkemizi savunacağız, ülkemiz için savaşacağız! Ata’nın Cumhuriyetini koruyacağız! Altı Ok’lu Cumhuriyeti yeniden kuracağız! Milli çıkarlarımızın peşindeyiz!

Teröre son, güçlü devlet!

Bunları da sevebilirsiniz