Bir Otobüs Sürücüsünün Görkemli Zaferi

Türkiye seçime geri sayarken Venezuela’da seçimler yapıldı. Geçmişte yaşamını otobüs sürücülüğüyle kazanan Nicholas Maduro, Vladimir Putin dışında hemen her siyasetçinin gıpta edeceği bir oy oranıyla (%68) Devlet Başkanlığı koltuğuna bir kez daha ve son derece sağlam bir biçimde tutundu. Doğrusunu söylemek gerekirse adını taşıyan (Chavizm) bir akım yaratmış olan efsane Hugo Chavez’in ardılı olmak Maduro’nun önündeki en büyük zorluktu. Önceki seçim zaferi küçük farkla elde ve olasılıkla da Chavez’in gölgesinde elde edilmişti. Bu kez kuşkuya ve sorguya yer bırakmayan açıklıkta bir sonuçla göreve devam onayı aldı.

Bu ve benzeri seçim başarılarının pek çok kişi tarafından karizmaya bağlanması ilgi çekici olduğu kadar kolaycılıktır da. Oysa, hem Chavez’in başlattığı ve kararlılıkla arkasında durduğu hem de Maduro tarafında ikilemsizce sahiplenilen sosyo-ekonomik uygulamalara göz atılırsa bu başarının her zerresinin hak edildiği ve daha da önemlisi Venezuela halkı tarafından oyla ödüllendirildiği anlaşılacaktır. Kim bilir kaçıncı kez döviz krizinin sıcaklığını duyumsayan Türkiye’nin ve Türkiye’deki ayağı yere basan tüm çevrelerin ilgisini hak eden bir gelişme olduğu da kuşkusuzdur.

Bilindiği gibi Venezuela başka pek çok Latin Amerika ülkesi gibi Kurtarıcı Simon Bolivar’ın kemiklerini sızlatacak bir “ARKA BAHÇE” dönemi yaşadı. Yüzyılı aşkın süren bu dönem Uruguaylı yazar Eduardo Galeano’nun kitabına ad olacak denli acılı geçti. Deyim yerindeyse emperyalizm Latin Amerika’nın damarlarını kesti, bitmek bilmeyen yıllar boyunca. Yaklaşık çeyrek yüzyıl önce kendine gelen acılı anakara ulusalcı-sosyalist figürlerle tanışmaya başladığında karanlık dönemin bu kadar aydınlanmaya başlayacağını pek az kişi kestirebilmişti.

Hugo Chavez’in bu dönemin önde gelen figürü olacağı çok geçmeden anlaşıldı. Karizmatik ama bir o kadar da sloganlara sıkışıp kalmayan uygulamalar doğrudan gelir paylaşımını olabildiğince adaletli kılmaya yönelikti. Başka deyişle geniş halk kitlelerine sadaka vermekten çok hakkını vermeyi ve bunu sürekli kılmayı amaçlamıştı. Dünya Bankası verilerine dayanan “AŞIRI YOKSULLUK” oranının 1999’da %23 iken on yıl sonra %8,5’a düşürülmüş olması fazla söze gerek bırakmayacak kadar parlak ve görkemli olsa gerektir. Gerçek bu denli açık ve anlaşılabilirken emperyalizmin Venezuela’daki halkçı yönetimleri insan haklarına saygısızlıkla suçlaması gülünç olduğu kadar ibretliktir. İnsanın böyle insan hakları saygısızlığına can kurban diyesi geliyor.

Bilindiği gibi Venezuela petrol ihraç eden ülkelerin oluşturduğu ve 1960’da kurulan OPEC’in kurucu üyesidir. Başka şekilde söylemek gerekirse Venezuela petrol zenginidir. Ama, bununla birlikte “AŞIRI YOKSULLUK” Venezuela’da yaşayan her dört kişiden birisini pençesine almıştır. Dolayısı ile, Venezuela devletinin zenginliği oligarkların kasasını doldurmaktan fırsat bulup yoksul halka en küçük yarar sağlayamamıştır. Hugo Chavez’le başlayan halkçı-devrimci dalga Maduro’yla sürmüş ve pek çok önderin düşünde görebileceği bir oy oranıyla Maduro bir kez daha başkanlık koltuğuna oturmuştur. Bu başarı Maduro’nun olduğu kadar soygun düzenini sonlandırma cesareti gösteren ve aşırı yoksulluk oranını yerle bir eden Hugo Chavez’in ve ona destek veren mazlumlarındır.

Gerek ülkemize ve gerekse dünyaya egemen olan lider figürlerine bakarak pek çoğumuz dünyanın şanssız bir döneminde yaşadığını düşünmektedir haklı olarak. Bu durum aynı zamanda dünyamızın karanlık dönemini de yansıtması bakımından anlamlıdır. Chavez ve ardılı Maduro bu koyu karanlığı ışıtan parlak yıldızlara benzetilebilir.

Biraz da Türkiye’ye dönecek olursak; canımızı sıkma pahasına siyaset dünyamıza ve önde gelen oyuncularına bakmamız kaçınılmaz olacaktır. Neredeyse Chavez’le eşzamanlı olarak ülkemiz siyasetine egemen olan anlayışın inşaat-tekstil-turizm kısır üçgenine tutsak ettiği tüketici ekonomi anlayışının yükselttiği dolar ateşi faiz artırımı ile bir nebze olsun düşürülmüş gibi görünse de bu etkinin ne kadar süreceğini kimselerin bilmiyor oluşu korkutucu ve ürkütücüdür.

Tek adam rejiminin ilk egemeninin belirleneceği seçimler öncesinde ülkemizin siyaset ortamına şöyle bir göz atıldığında dişe dokunur söylem, ileriye dönük umut veren bir fikir işiten var mı?

Şu toz dumanda kendisini gösteren bir başka olumsuzluk da ülkeyi kuran ve var eden Kemalizmin neredeyse bütünüyle gündemden düşürülmüş olduğu gerçeğidir. RTE’yi alaşağı etme kutsal hedefi doğrultusunda ülkenin birliğini, bütünlüğünü ortadan kaldırmayı biricik hedef seçmiş etnikçilik de, ülkeyi Amerikan emperyalizminin yedeğine almayı amaçlamış cemaatçilik de güncel dayanışma odakları olarak boy gösterebilmeyi sürdürüyorlar.

Özetlemek gerekirse Venezuela’ya egemen olan halkçı anlayış Latin Amerika’nın kesik damarlarını onarma yoluna kararlılıkla girmişken; Türkiye’yi 15 yıldır yöneten anlayış düşten uyanmıştır. Kara kara bundan sonraki hamlesinin ne olacağı derdindedir. Daha da kötüsü Türkiye’de giderek sığlaşan siyasetin önde gelenlerinin seçenek oluşturmaktan uzak laf yarıştırmaya sıkışan etkisizlikleridir.

Venezuela, kurtarıcı Bolivar’ın yoluna girerek kendisini kurtarma yolunda ilk ve önemli adımı attı.

Darısı başımıza diyerek Türk siyasetine her geçen gün egemen olan Kemalizmsiz anlayışın bir an önce son bulmasını dileyelim. Oy devşirmenin ve aritmetik hesapların bir adım ötesine geçilmeli.

Venezuela’da Bolivar neyse Türkiye’de Atatürk odur!

Atatürksüz çıkış yolu yok…

Bunları da sevebilirsiniz