Deniz Demek Özgürlük Demektir…

‘İstanbul’da Deniz Sefası’ sergisinin düşündürdükleri…

Çocukluğumun ve ilk gençliğimin bütün yazları Suadiye’de bir bahçede geçti. Okullar kapanır kapanmaz haziranın ilk gününden başlayarak, ağustosun son gününe dek Suadiye, Çiftehavuzlar, Fenerbahçe kıyılarından her sabah denize girdim. Plajlardan ve sandallardan… Eğer otomobilli birini bulursak o zaman, daha uzaklara, güzeller güzeli göz kamaştırıcı Süreyya Plajı’na ya da Moda’ya uzanırdık. Deniz özgürlük demekti…
Sonra çocuklarım henüz birer bebekken onlara Boğaz’ın buz gibi sularında akıntılara karşı yüzmeyi öğrettim. Ve büyükler “Bu da bir şey mi, biz Haliç’te yüzerdik” dedikçe hep çok kıskandım… Ulaştığım her deniz, yüzebildiğim farklı sular biraz daha özgürlük demekti…
Bugün bırakın İstanbul sahillerinden denize girmeyi, o kumsallar çoktan yok edildi. Kıyılara döşediğimiz dolgular betonun; yollar, trafik canavarının hizmetinde. Denizle insan arasında beton ve trafik duvarları yükselttik… Kara ile deniz ilişkisini sadece görsel olarak değil, kavram, bilinç olarak da yok ettik!

Nostaljinin söyledikleri
Pera Müzesi’nde “İstanbul’da Deniz Sefası: Deniz Hamamından Plaja Nostalji” başlıklı sergiyi izlerken, İstanbul kent tarihi kadar kendi tarihimi de düşünüyordum.
En baştan söyleyeyim: Muhteşem bir sergi! Çok katmanlı ve çok geniş bir yelpazeye yayılmış bir sergi. Sadece görsel belleğimize seslenmiyor. Aynı zamanda kentin sosyo-politik ve sosyokültürel özelliklerine ve değişimine de ışık tutuyor… Küratörlüğünü tarihçi, yazar ve akademisyen Zafer Toprak’ın yaptığı, özel ve kurumsal koleksiyonlardan derlenen, fotoğraf, dergi, karikatür, eşya ve kitap gibi orijinal malzemelerle hazırlanan sergi, evet, başlıkta da vurgulandığı gibi bir nostaljinin izini sürüyor… Ama bu sadece “ah nerede o eski günler” notaljisi değil. Aynı zamanda Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişte, hele hele günümüze ulaşmakta yapılanları yapılmayanları da sorguluyor…
Bu nostalji, Cumhuriyetle birlikte gerçekleşen devrimi, yaşam tarzındaki köklü dönüşümleri; İstanbul sakinlerinin toplumsallaşmasını, doğaya açılımını ortaya koyuyor…
19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak denizden tahta perdelerle ayrılmış “deniz hamamları” suyla iç içe olan kentin kıyılarını kaplıyor… Kadınlara ayrı, erkeklere ayrı… Cumhuriyetin laiklik ilkesiyle birlikte kadın erkek demeden insan daha görünür hale geliyor. Halkın tümü değilse de, daha özgür olmak isteyen bölümü denizle barışıyor ve plajlara akın ediyor…
1920’lerden başlayarak plajlara olan rağbet… Plajlara akın kendi kültürünü kendi eğlencesini de yaratıyor. 60’ların ortalarına dek yükseliş sonra politik değişimle birlikte toplumun dönüşmesi…
İster istemez Atatürk’ün bir sözü aklıma geliyor: “Denize inmek medeniyetin şiarıdır.” Yani uygarlık için denize inmek kaçınılmaz… Yani deniz özgürlüktür, çağdaşlıktır, uygarlıktır.

Pera’dan – İstanbul Araştırmaları’na
Sergi Pera Müzesi’nden kardeş kurum İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’ne uzanıyor. Burada Yeşilçam filmlerindeki plaj sahnelerinden oluşan bir seçki; dönemin plaj konulu kitap, dergi, afiş ve karikatürleri yer alıyor… .
Bu yıl 10. yılını kutlayan enstitü, Roma, Bizans ve Osmanlı uygarlıklarına damgasını vuran imparatorluklar başkenti İstanbul’a ilişkin müthiş bir hazine… Cumhuriyet dönemini de kapsayan, kentin tarihi, mimarisi, insanı ve kültürel yapısını irdeleyen yayınları, koleksiyonları dev arşivi, kütüphanesi ve etkinlikleriyle eşsiz bir merkez.
Sergiye dönüyorum: 1930’ların fotoğrafları: Salacak’ta ya da Moda’da denize giren kadınlar… 1950’lerden başlayarak Milli Piyango biletlerine bakıyorum. Üzerlerinde bikinili kadınların resmi… Bugün böyle bir şey düşünebilir misiniz…
Ayrıntılar muhteşem: Sergide çocukların deniz hamamına girme kurallarını (1904) ya da Cemal Süreya’nın 1955’te yazdığı “Hür Hamamlar Denizi” şiirinde kadınlar hamamındaki Güzin’le, erkekler hamamındaki Süleyman’ın öyküsünü de okuyabilirsiniz…
Gidin görün saatler geçirin sergide (26 Ağustos’a dek sürüyor.)
Evet, deniz hamamından, plaj kültürüne geçmek bir devrim niteliğindeydi… Denize küsüp, denizi başta kadınlardan, sonra insandan ayırmak, beton ve trafik duvarlarıyla ilişkisini koparmak ise her ayırımcı politika gibi, karşıdevrim…

Bunları da sevebilirsiniz