Suriye, “Yakın Doğu”, BOP, PYD, IŞİD, Trump, füzeler, mayınlar, taşıyıcı 5 bin TIR falan derken birkaç gün önce çok yetkin bir arkadaşımın ayağına bir şey takıldığını gördüm, bana onu Selim tanıştırmıştı, Selim onunla çok konuşurmuş, o kadar bilgili ve geniş ufukluymuş ki, ufkunun genişliğinden ufuk berisini, hatta ufkun tek bir noktasını bile görebilmesi mümkün değilmiş. Ötesini görmesine ise zaten gerek yokmuş. Kendisi akademisyen. Aile kurumu epistemolojisi ile sorunları uzmanı ve evlilik sosyolojisi anabilim dalı duayenlerinden. Böyle de, Selim onu, topluma ve kurumlara bakarken, evlenenlerin kim olduklarına bakmayan, bakmaya gerek görmeyen nikah memuruna benzetmişti bir gün. Ormana bakarken ağaçların kabuklarını ve ne şekilde dallandıklarını görmeyenler misali; onlar için renk vardı da, yeşil olarak yani, yaprak diye bir şey yoktu, ya da görüntü vardı da, üstüne devrilebilecek yahut üstünden atlanacak bir ağaç mevcut değildi. Ayrıntı eksikliği yanında, zaman boyutu da yok; şöyle ki, gözlerini kısıp ormanı seyreden, yıkılmış ve yıkılacak ağaçları, kırılmış dalları, ölmüş ya da çürümüş ağaçları, yeni doğanları, yeni filizlenmeleri, yaşlılıktan ya da başka nedenlerden ölme eşiğine gelmiş olanları, yani hayatın devamlılık ve değişkenliğini nasıl görebilir?
Tabii nikah memuru evlenenlerin yüzüne neden baksın ki denebilir, o memur hayatında bir ormana bile bakmamış da olabilir ayrıca. Görülmesi gerekmeyene bakmayan ve yalnızca işini yapan insana ne denebilir ki? Hem onu yüzler ve kimlikler neden ilgilendirsin ki?
İlk satırda yazılanlar herkese terörizmi ve emperyalizmi düşündürürken, bunlar o arkadaşıma tamamen başka şeyler düşündürüyormuş. “Terörizm” ve “emperyalizm” bugünün yaşananları için anahtar falan değilmiş zaten.
Neyse, ben konuya geleyim, öyle deniyormuş ama bu “anahtar”lar, aslında iki anahtar değil, tek bir şeymiş, tek bir “anahtar ve kilit”miş. Benim aklıma yatmadı ama gene de olabilir.
Bu iki anahtarın, ya da (belki daha doğrusuyla) “anahtar ve kilit”in, ilişkileri ilginç. Bana çok güvendiğim biri ayrıntıları anlattı (dikkat isterim, bu başka biri, o da “anahtar ve kilit” taraftarı, sözcüsü, hatta “fan”ı). Emperyalizm anahtarmış, önce terörizmin ırzına geçmiş, bunun üzerine onunla evlenmeye mecbursun demişler, biraz itiraz edecek olmuş ama gene de kabullenmiş. Terörizm ise kendisi istemiş, hatta dayatmış ve (bir söylentiye göre) yanıp tutuşmuş evlenmek için, adamı o güne kadar hiç rastlamadığı ölçüde cazip bulmuş zaar. Kendini kurtarmak, namusunu da temizlemek amacıyla yapmış olabilir. Benim tahmini yorumum, hayatını garantiye almak, geçim derdiyle uğraşmamak ve rahat rahat yaşamak içindir. Sonra o emperyalizm, dediğim gibi önceleri çok hevesli değilmiş, lakin işveli ama mazbut terörizmle hem imam ve Kilise nikahı, hem de resmi nikah yapmış. Zaten evliymiş ama, çok-eşliliğe de karşı değilmiş, hatta tam olarak ve açıkca çok-eşliymiş, ayrıca, hem başından çok evlilik geçmiş, hem de birçok evliliğini, ya da resmi olmasa bile beraberliklerini de sürdürmekteymiş. Örneğin, Hıristiyan olmayan kadınlar; onlarla olan evliliklerinden hem nur topu gibi birçok çocuğu olmuş ve hem de karşılıklı olarak çok mutlularmış. Müslüman olan bir tanesi kapalıymış, ve emperyalizm onunla çok övünüyormuş, sadakat gösteriyor diye olsa gerek, artık açılmasını da istiyormuş, yani ılımlı olmasını, tabii kadın da ılımlı olacakmış, açılacakmış, açılmasa bile dışarıya çıkacakmış, sadece kapalı kapılar arkasında kalmayacakmış.
Bunların yanı sıra tabii boşanmışlıkları da varmış, onların arasında “bırak ne isterse yapsın” diye isim takılan çok güzel, çok hoş, çok canlı ve çok çekici Avrupalı bir hatun da bulunuyormuş. Her yere gitmek istermiş, gezmek, maceralar yaşamak istermiş. Bu kadar olmaz diye düşünmüş olabilir, boşanmış ondan ama o kadından olan torunu çok yakışıklıymış, canlıymış, sevimliymiş, dedesine de çok iyi hizmet veriyormuş. Paralar kazanıyor, her yerde vakıflar kuruyor, STK’lar örgütlüyor, özelleştirme ve demokrasi rüzgarları estiriyor, devrimler yapıyormuş. Bu devrimlerin güzel renkleri bile olurmuş, aklımda yanlış kalmadıysa bir tanesi turuncu.
Eski “masum” mağdur, yani konumuz olan “gelin”, sağlam bir evlilik yapıldıktan sonra arkasından şirret bir şey olmaz mı? Neden masummuş peki? Halk düşmanı ve gelişme önleyici hükümdarlara ve gerici devlet adamlarına yönelmişken, onları bir bir temizlerken elbette iyiniyetli ve çok yararlı görülmekteymiş ve görülmeliymiş, hatta insanlar kendilerini zorlayarak benimseyebilirlermiş ve benimsemelilermiş de, bu yüzden biraz “masum” olmuyor muymuş? Peki masumiyet müzelik olunca, “masum ve mağdur” gelin, ölçüsüz ve tutarsız şeyler yapınca, cadılaşıp sorun olmaya başlayınca, her gün yeni bir şey isteyince, istekleri bitmeyince, geride ne kalır? Dahası da var! Dilim varmıyor ama, kendisine biraz sırıtarak yanaşan herkese her istediğini verene, herkesin her istediğini yapana, nereye istenirse oraya gidene ne denirse onu demek lazım aslında, biz gene de terbiyemizi takınalım, sadakat yok diyelim. Ama iş, bir rezalet halini almış. Damat, efendi adam, düş yakamdan demiyor zaten, herhalde seviyor olmalı, lakin dese de o yakadan düşecek mi ki, dedik ya cazgır ve şirret olmuşmuş. Sonuçta, sorunlar ve memnuniyetsizlikler olsa da, pek boşanacaklar gibi görünmüyor. Diyelim ki mutsuzlar! Peki mutsuz evlilikler olağan bir şey değil mi? Hayatın bir parçası, hatta hayatın esas tarafı, daha doğrusu hayatın gerçeği değil mi?
Bir bilimsel araştırma yapılsa, belki de yapılmıştır ama ben bilmiyorum, mutlu evlilikler mi daha çok, mutsuz evlilikler mi, sonuçta ne çıkar acaba? Bence mutsuz evlilikler mutlaka öndedir. Yüzdesi meçhul. Ama önemli olan, en mutlu evliliklerin bile mutsuzluk tarafları vardır, mutsuzluk günleri vardır. Zaten hayatta mükemmel ve kusursuz diye bir şey de yok.
Ve bununla birlikte “mutlu evliliklerdeki mutsuzluklar”ın tersi, yani simetrisi de geçerli; en mutsuz evliliklerde bile sanıyorum mutluluklar bulunuyordur. Mutsuzluk da bir nevi mutluluk olamaz mı? Bence olur, oluyor. Mutsuzluktan mutlu olan kimse yok mu sanıyorsunuz? Acıdan zevk alanları aklınıza getirmeyi ihmal etmeyin lütfen. Dondurmayı bile pul biberle yemek isteyenlerle, acısız yapamayanlara, yaşayamayanlara bilimsel bir ad verildiğini bilmeyen mi var? 1836 ile 1895 yılları arasında yaşamış Avusturyalı yazar Kont Leopold von Sacher-Masoch’u saygıyla anıyoruz bu vesileyle. Ölümüne bahtsız, her zaman üzgün, mutsuz ve doğduğuna pişman arabeskçiler de anmalı onu, ama bilmiyor olabilirler. (Ve tabii konuya böyle girmişken Fransız “her şeye açık” Marquis de Sade’ı da unutmayalım; o da 1740 ile 1814 yıllarında yaşamış.)
Müthiş bir gerçeği yakalamış olabiliriz, mutsuz olmakla birlikte evlilikler uyumlu olabilir. Açık söyleyelim, oluyor, olmakta. Hatta, uyumlu olunabilinmesi için mutsuz olma şartı da var galiba.
Bu evlilik-mutsuzluk konusuna aşkı karıştırmadım dikkat ettiyseniz. Çünkü şair, aşk-mutluluk ilişkisini yorumlanmayacak, yorum kabul etmeyecek kadar net ve kesin bir şekilde tanımlamış ya, o yüzden; şaire göre mutlu aşk yokmuş, olmazmış. (Neyse ki herkes şair değil, aşık olup mutlu olan vardır herhalde, filmlerde olduğuna ben şahidim! Şaire uyulsa, insanlar mutlu olmak için aşktan kaçarlardı. Doğru yahu, insanlar multlu olmak için aşktan kaçıyorlar!)
Bütün bunların sonucunda, gönüllüsü olabildiği gibi, isteksizce veya mecburiyetlerle sürdürülen evlilikler olduğu ortaya çıkıyor, böylece tam, mutsuz evliliklerin de yararlı olduğu kafamda netleşiyordu ki, diğer bir olasılığı hatırladım.
Aklıma, mutsuz evlilikler hep ayrılıkla ve boşanmayla sonuçlanıyordur, zaten boşanmalar her yerde son derece yüksek bir artış göstermiş ve göstermekteymiş ya, bu gibi düşünceler geldi. Boşanmalar mutsuz evliliklerin sona erdirilmesi ve yok edilmesi değil mi ki diye düşünüyordum ki, o akademisyen arkadaşıma sordum, mutsuz evlilikler durumuna ne diyor? Ne mi diyor? Böyle bir evlilik yok diyor, böyle evlilikler olmaz diyor, o zaman, “nasıl yürür”, “neden yürür”, “yürümez mi” gibi sorular ortadan kalkıyor. Hatta sözü edilen gelinin de olmadığını söylüyor. Aslında böyle biri yokmuş!