Mükemmeliyetçiliğin tehlikeli dezavantajları

Özgün Başlık: The dangerous downsides of perfectionism


Yazar: Amanda Ruggeri


Kaynak: http://www.bbc.com/future/story/20180219-toxic-perfectionism-is-on-the-rise


Birçoğumuz mükemmeliyetçiliğin olumlu olduğuna inanırız. Ancak, araştırmacılar bunun yükselişte olduğunu ve nereden bakılsa tehlikeli bir şey olduğunu ve pek çok sağlık sorununa yol açtığını ortaya koyuyorlar.


En erken anılarımdan birinde, çiziyorum. Ne resmetmeye çalıştığımı hatırlamıyorum ancak hatayı hatırlıyorum. Keçeli kalemim kayıyor, istemsiz bir çizgi oluşuyor ve dudaklarım titriyor. Resim uzun süre önce ortadan kayboldu. Fakat o derin hüsran hissi, ve dahi utanç, benimle.


Kabul etmek istediğimden daha sıkça, sonucu önemsiz görünen bir şey tekrar boy göstermek için aynı duyguları uyandıracak. Erkek arkadaşımın ailesine Noel için getirdiğim panettoneyi 1 yanlışlıkla ezmek kadar ufak bir şey, “Ne kadar aptalca!”, ve “Aklın neredeydi?” gibi türlü sesler eşliğinde aklımın içinde birkaç gün yer edebiliyor. Elde etmenin neredeyse imkansız olduğunu bildiğim zaman bile büyük bir hedefe ulaşamamak, beni bir süreliğine ezip geçebiliyor. Bir ajans temsilcisi bir gün bir kitap yazacağıma emin olduğunu ancak özellikle sunduğum fikrin piyasaya uymadığını söylediği zaman hayal kırıklığının ötesinde bir yürek buruntusuyla kederli hissettim. Olumsuz, olumluyu bastırdı. İç sesim “Hiçbir zaman bir kitap yazmayacaksın,” dedi. Bu ses kendi söylediğinin, daha demin temsilcinin dedikleriyle doğrudan çeliştiğini umursamadı.


Mükemmeliyetçiliğin olayı bu. Uzlaşmaya yanaşmıyor.


Mükemmeliyetçilikle baş ettiysem de, bu konuda yalnız olmaktan çok uzağım. Eğilim gençken başlıyor, ve gittikçe de yaygınlaşıyor. Mükemmeliyetçiliği nesiller arası karşılaştıran ilk çalışma, Thomas Curran ve Andrew Hill’in 1989’dan 2016’ya kadarki mükemmeliyetçilik oranları hakkında yakın zamandaki meta-analizleri Birleşik Devletler’de, Birleşik Krallık’ta ve Kanada’daki daha genç lisans öğrencileri arasında kayda değer bir artış buldu. Diğer bir deyişle, geçen sene ortalama bir üniversite öğrencisinin mükemmeliyetçi eğilimleri olması, 1990’larda ya da 2000’lerdeki bir öğrenciye göre çok daha olasıydı.


West Virginia Üniversitesi’nde çocuk gelişimi ve mükemmeliyetçilik üzerine araştırmalar yapan Katie Rasmussen “Her beş çocuk ve ergenden ikisi kadarı mükemmeliyetçi.” diye belirtiyor. “Bunun nasıl bir salgın ve halk sağlığı meselesi olmaya yüz tuttuğunu konuşmaya başladık.”


Mükemmeliyetçilikteki artış her neslin daha başarılı hale geldiği anlamına gelmiyor. Daha da hasta, üzgün olduğumuz ve kendi potansiyelimizi baltaladığımız anlamına geliyor. Nihayetinde, mükemmeliyetçilik yaşamanın kesin şekilde kendi kendini engelleyen bir yolu. İşkence edici bir ironi üzerine kurulu: hatalar yapmak ve kabullenmek büyümenin, öğrenmenin ve insan olmanın olmazsa olmaz bir parçası. Ayrıca sizi kariyerinizde ve ilişkilerinizde ve genel olarak hayatta daha iyi yapıyor. Hata yapmaktan ne pahasına olursa olsun kaçınarak, bir mükemmeliyetçi kendi kibirli hedeflerine ulaşmayı daha zor hale getirebiliyor.


Fakat mükemmeliyetçiliğin sakıncası sadece sizin en başarılı, üretken haliniz olmaktan alıkoyması değil. Mükemmeliyetçi eğilimler upuzun bir klinik sorunlar listesiyle ilişkilendiriliyor: Depresyon ve anksiyete (çocuklarda bile), kendine zarar verme, sosyal anksiyete bozukluğu ve agorafobi 2 , saplantı-zorlantı bozukluğu, tıkınırcasına yeme, anoreksi, blumia ve diğer yeme bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu, kronik yorgunluk sendromu, uykusuzluk, istifçilik, hazımsızlık, kronik baş ağrısı ve hatta, en aleyhte olanları, erken ölüm ve intihar. Mükemmeliyetçilik, yeme bozuklukları ve anksiyete konusunda uzmanlaşan, Curtin Üniversitesi’nde kıdemli araştırma görevlisi Sarah Egan, “Psikolojik sorunlar açısından her şeyle kesişen bir şey.” diyor. “Bunu yapan başka o kadar da çok şey yok.”


“Mükemmeliyetçilik ne kadar fazlaysa, o kadar çok psikolojik bozukluktan mustarip olacağınızı iddia eden çalışmalar var.”


*


Kültürel olarak, mükemmeliyetçiliği olumlu olarak görüyoruz. Hatta, mükemmeliyetçi eğilimleriniz olduğunu söylemek kendinize cilveli bir iltifat gibi durabilir; aslında bu iş görüşmelerinde “En kötü özelliğiniz nedir?” sorusuna klişe bir cevaptır. (Geçmişteki işverenlerim, artık biliyorsunuz! Sadece şirinlik yapmıyordum).


Bu mükemmeliyetçiliğin karmaşıklaştığı ve tartışmalı hale geldiği nokta. Uyumsuz ve “sağlıksız” versiyonuna (en iyinizin hiçbir zaman yeterli görünmediği ve hedeflere ulaşmamanın sinirlerinizi bozduğu zaman) karşı, bazı araştırmacılar uyumsal veya “sağlıklı” mükemmeliyetçiliğin olduğunu söylüyorlar (yüksek standartların, motivasyonun ve disiplinin olmasıyla nitelendirilen). 1.000’den fazla Çinli öğrenciyle yapılan bir araştırmada, araştırmacılar üstün yetenekli öğrencilerin daha çok uyumsal şekliyle mükemmeliyetçi olduğunu ortaya koydu. (Öte yandan, uyumsuz mükemmeliyetçiler daha çok üstün yetenekli olmayan öğrencilerdi). Ve araştırma, kendini paralamak veya ebeveynlerin beklentilerine karşılık veremiyor gibi hissetmek türünden uyumsuz özelliklerin sizi depresyona daha yatkın hale getirdiğini gösterse de, başka bazı çalışmalar gösteriyor ki, başarı için çaba sarf etmek gibi “uyumsal” yönlerin hiçbir şekilde etkisi yok, hatta bunlar sizi koruyabilir.


Fakat durum her zaman böyle değil. Örneğin, sadece yüksek kişisel standartların olması intihar düşüncesiyle ilişkilendiriliyor. Ve mükemmeliyetçi düşünmenin olumlu yönleri olsa bile, bunlar ufak ve araştırmacılar iddia ediyor ki, yanlış anlaşılmış durumdalar. Örneğin, mükemmeliyetçilik ve tükenmişlik üzerine 46 çalışmanın 2016 meta-analizinde Hill ve Curran çalışanların ve öğrencilerin çok yüksek kişisel standartlara sahip olmasından, olmayanlarla kıyaslandığında, ya çok az yarar gördüklerini ya da hiç görmediklerini buldular. Öte yandan, daha “uyumsuz” mükemmeliyetçilik gösteren insanlar daha fazla tükenmişlik deneyimlediler.


York St. John Universitesi’nden Hill, “Bazı durumlarda mükemmeliyetçiliğin sağlıklı ve arzu edilebilir olabileceğine dair birtakım fikirler ileri sürüldü. Yaptığımız 60’ın üzerinde araştırmayı temel alarak, bunun bir yanlış anlama olduğunu düşünüyoruz.” diyor. “Sıkı çalışmak, kendini adamış, gayretli olmak ve benzeri şeyler; bunların hepsi cazip özellikler. Fakat bir mükemmeliyetçi için bunlar gerçekte mükemmeliyetçiliğin mahiyetinin bir belirtisi ya da bir yan ürünü. Mükemmeliyetçilik yüksek standartlarla ilgili değil. Gerçekçi olmayan standartlarla ilgili.


“Mükemmeliyetçilik bir davranış değil. Kendinizle ilgili düşünmenin bir yolu.”


Doğrusu, pek çok araştırmacı çok iyi için gayret etmek gibi kimi zaman “sağlıklı” mükemmeliyetçiliğe adını veren etmenlerin aslında mükemmeliyetçilik olmadığını söylüyor. Bunlar sadece sorumluluk duygusuyla hareket etmek ki bu da neden bu tür eğilimlere sahip insanların çalışmalarda bazen farklı sonuçlara sahip olduğunu gösteriyor. Mükemmeliyetçiliğin sıkı çalışmak ya da yüksek hedefler belirlemekle tanımlı olduğunu ileri sürüyorlar. Mükemmeliyetçilik, o eleştirel iç ses.


Sıkı çalışan ve düşük not alan öğrenciyi ele alın. Eğer kendisine “Hayal kırıklığına uğradım ama sorun değil; hala genel olarak iyi bir insanım.” diyorsa, bu sağlıklıdır. Eğer mesaj “Başarısız bir insanım, yeterince iyi değilim,” ise, bu mükemmeliyetçiliktir.


Bu iç ses farklı insanlar için farklı şeyleri eleştiriyor; iş, ilişkiler, tertiplilik, zindelik. Kendi eğilimlerim bir başkasınınkine göre fazlasıyla değişiklik gösterebilir. Bunları fark etmesi için beni iyi tanıyan birisi gerekir. (Bu haberi yazdığımı partnerime mesaj attığım zaman, hemen gülücüklerden oluşan uzun bir satır yolladı.)


Sonuç olarak, mükemmeliyetçiler ve mükemmeliyetçi olmayanlar “kısa bir süreliğine uzaktan aynı gibi durabilirler. Ancak zamanla onlara yaklaştıkça ve gözlemledikçe, sorumluluk sahibi insanların işler ters gittiği zaman bunlarla başa çıkmak için daha uyumsal yolları var.” diyor Hill. “Mükemmeliyetçiler yoldaki tüm tümsekleri hissediyorlar. Strese bir hayli duyarlılar.”


Mükemmeliyetçiler basit bir işi fırtınalı hale, kısa süren bir kötülük alametini kıyamete dönüştürebilir. Ve, işin ironik yanları saymakla bitmediğinden, mükemmeliyetçilerin benimsediği davranışlar sonuçta, aslında onları başarısız olmaya daha yatkın yapıyor.


Örneğin, bir laboratuvar deneyinde Hill hem mükemmeliyetçi hem de mükemmeliyetçi olmayanlara belirli hedefler verdi. Onlara söylemediği şey ise testin hileli olduğuydu: hiçbiri başaramayacaktı. İlginç bir biçimde, iki grup da aynı miktarda çaba sarf etmeye devam ettiler. Ama bir grup bütün olay hakkında çok daha mutsuz hissetti ve erken pes etti. Bilin bakalım hangisi?


Başarısızlıkla karşı karşıya kalınca, “mükemmeliyetçiler duygular açısından daha sert tepki veriyorlar. Daha fazla suçluluk, utanç deneyimliyorlar.” diye belirtiyor Hill. Ayrıca daha fazla kızgınlık deneyimliyorlar.


“Daha kolay pes ediyorlar. İşler kusursuz olamadığı zaman, oldukça sakıngan savunma mekanizmaları oluyor.”


Elbette, bu onları zaten elde etmek istedikleri başarıdan alıkoyuyor. Örneğin Hill, atletler üzerine yoğunlaştığı 60’ın üzerinde çalışmada, sporda başarının tek başına en büyük ön göstergesinin idman olduğunu ortaya koydu. Fakat antrenman iyi gitmiyorsa, mükemmeliyetçiler duraksayabiliyor.


Bu beni var olan tüm sporlardan sakınmakla (ya da başlayıp ve bırakmakla) bezeli çocukluğum hakkında düşündürtüyor. Eğer bir konuda neredeyse en başından beri çok yetenekli değilsem, özellikle bir izleyici de takip ediyorsa, devam etmek istemiyordum. Nitekim, birden çok çalışma 10 yaş kadar küçük çocuklarda dahi mükemmeliyetçilikle performans kaygısı arasında korelasyon buldu.


Mükemmeliyetçiler için sorun, performansın benlik algılarıyla iç içe geçmiş olması. Başaramadıkları zaman sadece nasıl hareket ettikleriyle ilgili hayal kırıklığı duymuyorlar. Kim olduklarıyla ilgili utanç duyuyorlar. İronik biçimde o takdirde mükemmeliyetçilik utancı uzak tutmak için bir savunma taktiğine dönüşüyor: Eğer mükemmelseniz, hiç başarısızlığa uğramazsınız, ve hiç başarısızlığa uğramazsanız, utanç da olmayacaktır.


Sonuç olarak, mükemmeliyetçiliği kovalamak kısır bir döngü haline geliyor ve mükemmel olmak imkansız olduğu için, verimsiz bir döngü söz konusu oluyor.


*


Mükemmeliyetçilik aynı zamanda tehlikelidir de. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre rekor sayıda genç insan akıl hastalığı deneyimliyor. Depresyon, anksiyete ve intihar düşünceleri ABD, Kanada ve Birleşik Krallık’ta on yıl öncesine göre şu an daha yaygın. Araştırmalar gösteriyor ki, araştırmacılar nevrotiklik gibi kişisel özellikleri sabit tuttuğunda bile, mükemmeliyetçi eğilimler; depresyon, anksiyete ve stres gibi sorunların habercisi durumunda. Daha da vahimi, özeleştirel olmak depresif semptomlara yol açabiliyor fakat bu semptomlar özeleştiriyi daha kötü hale getirebiliyor; bu da ıstıraplı bir döngüyü tamamlıyor.


Akıl sağlığı sorunları sadece mükemmeliyetçilikten dolayı olmuyor, bu problemlerden bazıları da mükemmeliyetçiliğe neden oluyor. Örneğin, yakın zamanda yapılan bir çalışma, sosyal kaygısı olan üniversite öğrencilerinin mükemmeliyetçi olmaya daha yatkın olduğunu ancak tersinin geçerli olmadığını bir yılı aşkın sürede ortaya koydu.


Ayrıca, anksiyete ve depresyona karşı en sağlam korunma yollarından birisinin, mükemmeliyetçilerde asıl eksik olan şey: kendine yönelik şefkat olduğu gösterildi. Ve mükemmeliyetçilerin çok iyi yaptığı özeleştiri, depresyonun habercisi.


En dramatik örnek intihara gelindiğinde ise, pek çok çalışma mükemmeliyetçiliğin başlı başına ölümcül bir iştirakçi olduğunu keşfetti. Bir çalışma, mükemmeliyetçiliğin bunalımlı insanları intihar hakkında daha çok -umutsuzluk hislerinin üzerinde ve ötesinde- düşündürdüğünü ortaya çıkardı. Yakın zamanda ve şu ana kadar intihar-mükemmeliyetçilik bağlantısı üzerine en eksiksiz şekilde yapılan bir meta-analiz, neredeyse her mükemmeliyetçi eğilimin (hatalar üzerine kaygılı olmak, hiçbir zaman yeterince iyi değilmişsiniz gibi hissetmek, eleştirel ebeveynlere sahip olmak veya basitçe yüksek standartlara sahip olmak da dahil olmak üzere) intihar hakkında daha sık düşünmekle ilintili olduğunu buldu. (İki istisnası, düzenli ve başkalarına karşı talepkar olmak).

Bu kriterlerden bazıları, özellikle de ebeveynlerden gelen baskı ve mükemmeliyetçi kaygılar ayrıca daha fazla intihar girişimleriyle ilintilendirildi.


Araştırmacılar “Yanlış ikilemler mükemmeliyetçilerin, hataları olağanüstü durumlarda ölüm getirmesi kesin felaketler olarak yorumlamalarına sebep oluyor.” diye belirtti. “Bulgularımız ayrıca insanların sosyal dünyalarını baskı dolu, yargılayıcı ve aşırı eleştirici biçimde deneyimledikleri zaman, intiharı da içeren çeşitli kaçış yolları (örneğin, alkolün kötüye kullanımı ve tıkınırcasına yeme) düşündükleri ve bunları uyguladıklarını iddia eden daha geniş bir literatürle de uyuluyor.”


Ve sorumluluk sahibi insanlar daha uzun yaşama eğilimindeyken, mükemmeliyetçiler daha erken ölür.


Pek çok açıdan, mükemmeliyetçiler için sağlık anlamında daha kötü bir akıbet çok da şaşırtıcı değil. 30 seneyi aşkın süredir mükemmeliyetçilik üzerine çalışan ve Paul Hewitt ile beraber geliştirdiği değerlendirme ölçeği altın standardı sayılan Gordon Flett, “Mükemmeliyetçiler büyük ölçüde stresle dolup taşıyor. Durum stresli olmasa bile, durumu stresli kılmanın bir yolunu buluyorlar.” diyor.


Ayrıca eğer mükemmeliyetçiğiniz, işkoliklik gibi bir kendini belli etme yolu bulduğu zaman, dinlenme adına mola verme olasılığınız düşük, ki şu an zihin ve bedenlerimizin sağlıklı şekilde çalışması için bunun gerekli olduğunu biliyoruz, diye ekliyor.


*


Mükemmeliyetçilik her ne kadar kendi kendini engelleyici görünse de, gitgide daha çok insan tarafından paylaşılan bir eğilim. Hill ve Curran’ın meta-analizi uzun zamandır artan mükemmeliyetçilik oranlarına ilk kapsamlı bakış. (Mükemmeliyetçiliği ölçmenin çok fazla yolu var ve araştırmacılar bu örnekte Flett ve Hewitt’inki gibi sağlam bir tanesinin yeterince araştırmada kullanılacak kadar uzun süre gündemde kalmasını beklemek zorunda kaldılar.) Çalışmalar ABD, Birleşik Krallık ve Kanada’dan toplamda 40.000 lisans öğrencisini kapsayacak şekilde birikti.


1989’dan 2016’ya kadar tabloda yükselişler oldu. Ancak %32 ile en büyük yükseliş, başkalarının üst düzey talepleri olduğu hissi ile nitelenen, “toplumsal olarak belirlenmiş mükemmeliyetçilik”te gerçekleşti. Curran “Bunun bu kadar sorunlu olmasındaki neden de bunun akıl hastalıkları ile en kuvvetli şekilde ilintilendirilen boyut olması.” diye belirtiyor.


Bulgular daha önce bildirilenlerle uyumlu. Örneğin banliyödeki üstün yetenekli çocuklar üzerinde yapılan 2015 tarihli bir çalışma, “önceki çalışmalardan kayda değer şekilde daha yüksek mükemmeliyetçilik skorları (özellikle sağlıksız boyutlarında)” saptadı. Matematik konusunda çok yetenekli Çek ergenler üzerinde on yıl süren bir inceleme aynısını ortaya koydu.


Sıklıkla yeme bozuklukları olan hastalarla çalışan Egan da klinik uygulamalarında bunu fark etmiş: “Yaş aralıklarından ötürü mütemadiyen şoka uğruyorum. Gittikçe daha genç kızların geldiğini görüyoruz: yedi yaşında, sekiz yaşında,” diyor. “Bu sıklıkla mükemmeliyetçilik tarafından azmettiriliyor.” Dolayısıyla, evet; her nesil muhtemelen biraz daha mükemmeliyetçi oluyor diye düşünüyorum.”


Bu artış nereden geliyor? Mükemmeliyetçiliğin kimliğiniz ile hedeflerinizin evliliğinden doğduğu akılda tutulacak olursa, soru şöyle de sorulabilir: nereden gelmiyor ki?


Nihayetinde, pek çoğumuz biriyle tanıştığınız zaman ilk sorunun “Ne işle uğraşıyorsunuz?” olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Kelimenin tam anlamıyla başardıklarımızın kalitesi ve boyutu ile değer gördüğümüz bir yer ki bu başarılarımız çoğunlukla kirayı ödeyebilme ya da karnımızı doyurabilme becerimiz ile ilintili. Öyle bir yer ki, bize tamamen yabancı insanlar bu kağıt üstündeki değerlere bakarak o daireyi kiralayabilmemize veya o arabayı satın alabilmemize veya o krediyi çekebilmemize bakarak her şeyi çıkarsıyorlar. Öyle bir yer ki, bu kaynaklara erişimimizi görünüşümüzle, ayakkabılarımızla, fiziğimizle, belli ettiğimiz ve karşılığında da diğer insanlar bunları ölçerek bir iş mülakatı ya da bir yemek daveti için uygun insan olup olmadığımızı anlıyorlar.


Curran ve Hill’in de benzer bir önsezisi var. Curran “Başarısızlık piyasa tabanlı bir toplumda o kadar sert ki,” diyor ve bunun hükumetlerin sosyal güvenlik ağlarını yavaş yavaş parçalaması ile şiddetlendiğini ekliyor. Rekabet okullara bile iliştirilmiş durumda: standartlaştırılmış testleri ve üniversiteye girişlerin yoğun baskılarını ele alın. Sonuç olarak, Curran, ebeveynlerin kendilerine ve çocuklarına daha fazlasını elde etmek için daha çok baskı yapmasında şaşılacak bir şey olmadığını söylüyor.


Curran “Eğer odak başarıdaysa, çocuklar hata yapmaktan çekinir hale geliyorlar,” diyor. “Eğer çocuklar bunu (kendimizi ancak başarının katı ve dar yönüyle tanımlayabileceğimiz düşüncesi) içselleştirecek olursa, mükemmeliyetçi eğilimler baş gösteriyor. Örneğin, uzun vadeli metotla yapılan bir çalışma, akademik başarılar üzerinde odaklanmanın mükemmeliyetçilikte sonradan bir artışın habercisi olduğunu ortaya koydu.


Benzer şekilde, yıldızlı-pekiyili ebeveynlik ve terbiye metotlarının da etkisi olmuş olabilir. İyi bir şey yaptığınızda övülüyor, iyi bir şey yapmadığınızda ise övülmüyorsanız; ancak başkalarının onayını aldığınız zaman bir değeriniz olduğunu kanıksayabilirsiniz.


Eğer hata yaptığı için çocukları suçlu hissettirmek gibi başka stratejiler işin içine girerse, durum daha da sorunlu bir hale gelebilir. Araştırma ortaya koydu ki bu tür ebeveyn taktikleri çocukların mükemmeliyetçi olmaya ve daha sonra depresyona yakalanmaya daha yatkın hale getiriyor.


Başarısızlık korkusu başka yollardan da büyütülüyor. Sosyal medyayı ele alın: bugün bir hata yapın, ve bunun yayımlanacağı, hatta dünya çapında yayımlanacağı korkunuz çok da akıl dışı değil. Aynı zamanda, bütün o cilalı haber kaynakları bu gerçekçi olmayan standartları pekiştiriyor.


Mükemmeliyetçiliğin bir kısmı kalıtsal. Ancak çevreden de kaynaklanıyor (ne de olsa, genetik olsaydı bu kadar artması pek de muhtemel olmazdı). Peki ebeveynler buna karşı nasıl savaşabilir? Araştırmacılar, kendi mükemmeliyetçi eğilimlerine dikkat ederek iyi davranış örnekleri sergileyin diyor. Ve karşılıksız sevgi ve alaka gösterin.


Aile sistemlerinin nasıl mükemmeliyetçiliğe yol açtığı üzerine bir analizin yazarlarından olan Rasmussen, “‘Bunun için gerçekten çok uğraştın. Harcadığın gayretle gurur duyuyorum.’ demek gibi şeyler. Mesele, kusurluluğun yalnızca kabul edildiği değil aynı zamanda kucaklandığı bir ortam yaratabilmek çünkü bu insan olduğumuz anlamına geliyor.” diye belirtiyor. “Ya da sevgi ve bakımın performansa bağlı olmadığını çocuğa iletebilmek.”


“Bu sevilebilir olmak ya da sevilmek için kusursuz olmanız gerekmediği düşüncesidir.”


Mükemmeliyetçiliği tedavi etmek özellikle zorlu bir görev olabilir. Birini kendine daha çok şefkat göstermesi için terapötik bir ortamda eğitebilirsiniz. Ancak çalıştıkları yere, aynı müşkülpesent patrona ve aynı kemikleşmiş davranışlara geri dönerlerse, pek çok şey boşa gidebilir.


Tabi bu noktada mükemmeliyetçi olmanın bizi daha iyi çalışanlar (veya ebeveynler, veya atletler, veya o an hangi görev söz konusuysa) yaptığına dair yaygın fakat hatalı bir inanış var.


Egan, “Zor kısmı ve depresyondan veya anksiyeteden farklı kılan şey, kişinin buna kimi zaman değer vermesi,” diyor. “Anksiyete veya depresyonumuz varsa, bu semptomlara değer vermeyiz. Onlardan kurtulmak isteriz. Mükemmeliyetçi bir insana baktığımız zaman, onlar bazen değişime karşı daha ikircikli yaklaşıyorlar. İnsanlar kendilerine faydalar getirdiğini düşünüyor.”


Egan hastalarına durumun böyle olmadığını kendi kendilerine kanıtlatarak yardımcı oluyor. Örneğin, birisi işinde iyi olmak için her gece fazladan üç saatlik çalışma yapması gerektiğini söylediğinde, bunu bir haftalığına yapmayarak bunu deneye tabi tutabilirler. Genellikle hasta bunun hiçbir fark yaratmadığını hatta fazladan dinlenmenin performansını geliştirebildiğini fark ediyor.


Bu koyvermenin bir kısmını kendim denedim. Bu; ‘yeteri kadarı’nı yapmaya çalışırken, ne zaman yapabileceğimden daha çok işin altına girdiğim ve kendimi tükettiğimi farkına varmamla eş güdümlüydü; ki bu yeteri kadarının benim için aslında var olmayan bir miktar olduğunu fark ettim.


Ancak asıl büyük adım, her şeyi kaydeden eleştirel makineyi hem kendime hem de başkalarına karşı daha nazik mesajlarla değiştirmek. Değişen derecelerde başarılı olmak üzere, başkalarının hatalarına aşırı tepki göstermekten bilinçli olarak kendimi alıkoymaya başladım. Daha da güç fakat yine önemli olan ise kendimi kendi hatalarıma tepki göstermekten alıkoymak oldu. Ne gariptir ki, bu aynı zamanda bu hedefimi gerçekleştiremeyince de kendimi eleştirmemeye çalışmayı içeriyor.


Bu halihazırda devam eden bir iş. Fakat fark ettim ki, eleştirmeyi ve kusursuzlaştırmayı şefkatle değiştirdiğim zaman sadece daha az stresli değil, aynı zamanda daha özgür hissediyorum. Görünüşe bakılırsa, bu olağan dışı değil.


Rasmussen, “Kusurluluğun olmasına izin vermek, onu kabullenmek ve kucaklamak özgürleştirici olabiliyor,” diyor Rasmussen. “Çünkü aksini sağlamak çok yorucu.”



1  Bir tür İtalyan ekmek/kek türü

2  Kişinin evi terk etmekten, kamuya açık ortamlarda, kalabalıkta ve kendini güvende hissetmediği yerlerde bulunmaktan kormasıyla da nitelenen bir durum.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın