Liboşların Ağlama Günleri

Otuz yıldır kendilerine “liberal” sıfatı takmıştılar, hala akıllarınca “liberal”iz diyorlar.

Buna karşılık muhalifler “liboş” ismini taktı.

Bu hileli sorunu çözebilmek çok güçtü, mesela ben bütün yazılarımda liberal’in önüne “sözde”, “güya” ekini ekleyerek “sözde liberaller” diyerek baş etmeye çalıştım.

Ve liberalizmin neoliberalizme evrilmesine “vahşi kapitalizm” tanımıyla karşılık vermeye çalıştım.

Metis’ten çıkan “Halkların Çözülüşü” kitabı “liberalizmin neoliberalizmine” evrilmesini anlatıyor, sıkı bir kitap, neoliberalizmi liberalizm doğurmuştur ama liberalizm başka şey neoliberalizm başka şeydir, demeye getiriyor.

Neoliberalizmin “hakikat” üretmediğini akla gelebilecek her şeyi finans ve şirket adına nasıl fethedip aklın felsefenin kültürün sonunu nasıl getirdiğini izaha çalışıyor.

Devlet dahi şirket nasıl oldu, başbakanlar dahi “CIO” nasıl oldu, bütün değerlerin “fiyata” dönüştürülmesi nasıl oldu, hepsi son otuz yılda oldu.

Bugün müebbetle yargılanan ve adlarına ısrarla “liberal” diyenler “liberal” değil neoliberallerdir.

Dönüp otuz yıllık yazılarına bakınız, tazminatlardan fırsat eşitliğinden taşeronlaşmadan, burslardan, özelleştirmeden, sendikalaşmadan, işsizlikten, yerli tarımdan, milli üretimden, bölüşümden, TEK SATIR bahsetmediklerini göreceksiniz.

Tekrar tekrar üstüne basalım: Tek satırcık.

TÜRKİYE’Yİ ORTADAN İKİYE BÖLEN ONLAR

Neoliberalizm dünyayı yıkarken özelleştirmeciydiler her şey satılsın devlet ortadan kalksın hatta yeni dünyada orduya dahi ihtiyaç yoktu.

Tarikatlar cemaatlerle cirit atanlar onlar etnik vatandaşlıkla Türkiye’yi ortadan ikiye bölen onlar, hukuk kurumlarının bir cemaat liderinin eline geçmesini güle oynaya üstelik özgürlük şarkılarıyla sırtlayan onlar.

Türk tarihinin en büyük suçları devletin ve milletin elde ayakta neyi var sattılar, yok pahasına satılan tesisleri yıkıp sonra da arsalarına oturdular. Sonra da arkalarına dönüp bu satılan varlıklar şirketler ne oldu diye hiç bakmadılar.

Para her yerde paralı eğitim her yerde, yurt burs arayan taşralı öğrenciler on yıllar boyunca ya cemaatin ya PKK’nın kucağına düştüler, parası olanlar iyi okullarda parası olmayanlar külüstür hurda okullarda okuyup üstüne yalnız bu çocuklar şehit oldular.

Türk tarihinin en büyük suçları silahlı kuvvetleri hayvan pornosu gibi iftira belgelerle suçlayıp yüz bin CIA ajanını orduya yerleştirip Türk ordusunu tepeden tırnağa tasfiye ettiler.

BOP’la başladıkları Orta-Doğu’ya özgürlük barış sloganları altında milyonlarca insanın ölümüne milyonlarcasının göçüne sebep olacak ABD’nin savaş makinelerine barış özgürlük geliyor diye övgüler düzenler de bunlar.

Ve bu neoliberal tayfadan sadece bir kaçı “suçüstü” yakalandı.

Tutuklandıkları gün “ahlaken” yargılansınlar kamuoyu nezdinde “mahkum” edilsinler diyen de bu satırların yazarıdır.

Müebbet hapis cezasını aldıkları o gün henüz bir saat geçmemişti ki İngilizler’in meşhur sol liberal The Guardian’ın manşetinden “gazetecilere” “müebbet” diye dünyaya haberi duyurulanlar da bunlar. (Aynı gazetede Balyoz günlerinde Türkiye’de faşist Kemalist ordu yıkılıyor gibi sevinçli haberleri ve aynı yıllarda cemaatin gelini Elif Şafak’lı yazıları unutmayın..)

“AZMETTİRMEK”, “KIŞKIRTMAK” “TEŞVİK ETMEK” EYLEM DEĞİL Mİ

Şimdi şimdi Batı’da neoliberaller dünyaya yüzlerce atom bombasından daha büyük zararlar verdi kitapları çıkmaya başladı.

Neoliberaller Aydınlanma ve Rönesans değerlerini tarihten sildiler ve bir uygarlığın yıkımına yol açtılar diyenler şimdi şimdi ciddi siyaset bilimciler ve felsefecileri tarafından yazılıp çizilmeye başlandı.

Biz “ülkemizi”, “milli şirketlerimizi”, “hukuk kurumlarımızı”, “silahlı kuvvetlerimizi” etnik vatandaşlıkla “yurttaşlığımızı” yıktılar diye dövünürken saygıdeğer bir çok Batılı filozof daha yüksek konuşuyor: “Uygarlığımızı yıktılar”, “dünyamıza yaşanabilecek en büyük felaketi yaşattılar!”

Ve bugün bakıyoruz bir sümüklü mehdinin CIA ajanlarıyla el ele askeri bir darbeyle halkın başından bombalar atıp ülkeyi ele geçirirken suç üstü yakalanan bu neoliberallere onlarca köşe yazarı sahip çıkıyor, “bu cezalar fazla”, diyor, “bunlar gazeteci”, diyor, “söz var eylem yok” diyor.

Söz neresi eylem neresi, hukuk diliyle konuşursak “azmettirmek”, “kışkırtmak” “teşvik etmek” eylem değil mi?

Buraları geçin, suçüstü yakalanan neoliberalleri kimler savunuyor, bir bakın, şimdi yine dönen hep dönen Mehmet Barlas’ından Ertuğrul Özkök’üne kadar, HDP’nin solcu gazcıları T 24 sitesinden Murat Belgelerine kadar.

Bunların hepsi bir “aile”…

Farklı ideolojiler farklı kamplarda dünyaya gelmiş olsalar da hepsi bir şekilde üst sınıftan konuşan imtiyazlı torpilli bir büyük aile.

Aydın, gazeteci, başka şey, “aile” başka şey, kimin ailesi bunlar, dönün son otuz yıllarına bir daha bakın: Özal’ın ailesi, Demirel’in ailesi, Tansu Çiller’in ailesi ve Tayyip Erdoğan’ın ailesi, cemaatin ailesi.

Sınıf dayanışmaları pek güzel ve eşyanın tabiatına pek uygun yanisi ‘diyalektik’ bu işte: Yüksek sınıflar hangi dinden hangi milletten hangi tarikattan olursa olsun “çıkarları” “dayanışmaları” “tepkileri” “ideolojileri” aynıdır.

Ve bu yükseklerden korunmaya alışık aile, yukarıda kısa başlıklarla saydığımız Türk Tarihi’nin bu en büyük felaketlerinin müsebbipleri için şöyle cümleler kuruyorlar, “ne olmuş canım”, “onlar da aldanamaz mı?”.. “Bir sözden ne çıkar ki…”.. “varsın demiş olsun, ne olur ki…”

Ve yine bize akıl vermeler: “bunlar aydın, gazeteci” lafları.

Hangi aydın hangi gazeteci?

SARAYIN NEDİMLERİ

Selçuklu ve Osmanlı saraylarında padişahın işret (sohbet) arkadaşı Nedim’ler olurdu, Nedimlik padişaha bir yarenlik bir sohbet bir “arkadaşlık” hizmetidir. Şüphesiz herkes “nedim” olamaz, bir genel kültürünüz bir kaç şey okumuş olmanız şiirden müzikten anlamanız lazımdır.

Nazlı Ilıcak’ından Mehmet Barlas’ına siyaset ilişkilerine bir bakınız, ev partileri, başbakanın yanağından makas almalar, Hasan Cemal değil Hasan ağbiler, nedir bunlar?

Sarayın nedimleri!

Dönüp geriye Özal’a “Nedim” olabilmek için nasıl bir yarış içinde olduklarını bir daha hatırlayın, uçağa alındım alınmadım küslükleri, köşke telefon ettim’ler, dün akşam beni aradı’lar…

Bir yazar bir aydın bir gazeteci, başbakanıyla tarikat lideriyle sarayla bu kadar iç içe bir hayatı niye yaşar?

Nedimliği çok sevdikleri için, başbakana akıl vermeler, söz sahibi olmalar, devletlü görünmeler, derin ve yakın ilişkilerden haz duymalar, her daim her iktidarın arkasında el etek divan olmalar…

Terbiyesiz ahlaksız adamlar, şu yukarıdaki cümlelerin tek bir kelimesi yalan mı?

Son otuz yılın her yılı her sarayın her başbakanın “nedim”i olmak için yarış içindeydiniz, köşelerinize ekranlarınıza otuz yıldır hiç kalkmadan hep oturuyor olmanızın sebebi el etek öpüşünüz köşkün sarayın önünde kuyruk oluşunuz, “gözdelik yarışı”, Nedim’liğiniz.

Saraylara köşklere koşup nedimliği seve seve gönüllü gönüllü yapan sizlersiniz?

Bugün niye ağlıyorsunuz?

ORDUDA ESKİDEN “TENVİR TABANCASI” DAHİ VARDI

Birazcık tarih bilginiz olsaydı Selçuklu ve Osmanlı saraylarında nedimlerin başına siyaseten gelenlerden haberiniz olurdu.

Padişahınız gidince gelen padişah nedimleri azleder, kiminin kellesini alır, kimini uzaklaştırır. Nedimler “gözden düşer” ve nedimlerin hayatı padişahların yaşamlarıyla son bulur.

Ve siz çok marifetli çıktınız, padişahlar değişse de nedimliğiniz baki kaldı, hep ekranda hep köşelerinizde kaldınız.

Özal’ın nedimiydiniz sonra FETÖ’nün nedimi oldunuz, sonra da Tayyip Erdoğan’ın nedimliğine soyundunuz.

Inn ınnn ınn son padişahımız kendisine karşı bir saray darbesi yapıldığını görünce, önceki “nedimlerini” gözden çıkardı!

Bundan daha doğal ne var?

Şimdi soralım neoliberallerin müebbet hapsi gazeteciliğin yazarlığın konusu mu yoksa saray ve nedimlerinin kuyulu boğdurmalı zindanlı bilindik Doğu saraylarının hikayesi mi?

Mehmet Barlaslar’ın Hasan Cemaller’in Nazlı Ilıcakların ve şürekasının pantolonları tutmayan kılıçları bellerinden düşen Abdülhamit ve Vahdettin paşalarından bir farkı var mıdır?

Bunların hangisinin… Kilikya’nın (Adana) neresi olduğunu haritada dahi yerini bilmeden tarihimizin en büyük felaketi Mondros Mütarekesi masasına oturan Vahdettin’in cahil sadrazamlarından bir farkı vardır?

Hep korundular hep baş köşelerde oturdular hep ekranlarda ağırlandılar hep en yüksek maaşlarla taltif edildiler ve saray ve hükümet tarafından hep ödüllendirilip baş üstünde tutuldular, ama şimdi, gazeteciymişler, aydınmışlar..

Aydın, aydınlanma, eski metinlerde “tenvir” denilir, cümle içinde şöyle: “tenvir buyurunuz” denildiğinde “aydınlatın açın açıklayın” anlamına gelir.

Orduda eskiden “tenvir tabancası” dahi vardı, “aydınlatma fişeği”…

Karanlık gecelerde ordu önünü görsün diye tenvir tabancası kullanılırdı.

Aydın insan, hadi geçtik ülkenin önünü görmeyi, hiç değilse kendi önünü görebilsin kafi.

Otuz uzun yılın karanlığında sarayın başbakanların CIA’nın tarikatların karanlığında belaya yürüyen kendi hazin felaketlerinde önlerini görememişler.

Bir kibrit çöpü bir mum ışığı aydınlıkları kendilerine dahi olmamış..

Ama aydınmış..

Ey millet kendi önünü göremeyen bu zavallılara gerçekten acıyın, merhamet edin, ve bir tarih dersi çıkartın.

Kendi önünü göremeyen bu saray nedimlerine gerçekten üzülelim.

Milletçe ders çıkartalım, çocuklarımıza ders diye okutalım.

70 yaşında insanların müebbedine rıza göstermeyip şüphesiz insaf edelim, ve ama….

Aydın, gazeteci, otuz yıldır biz de çok yorulduk, hala “aydın, gazeteci” gibi laflar yeter artık kullanmayın.

Bunları da sevebilirsiniz