Doğudaki Erk’ek’

Merhabalar, öncelikle bu ayki yazımı yaşadığım şehrin karşılaştığım sorunlarına ithafen yazıyorum. Yaşadığım şehir: Şanlıurfa. Ankara’da doğmuş, büyümüş bir kadın için elbette farklı bir bölge, farklı insanlar, kültürler, adetler, gelenekler… Fakat aynı olan tek bir şey var: Coğrafya.

Evet, aynı coğrafya içerisinde iki şehir ne kadar farklı olabilir ki diyordum kendi kendime. Neticede, Ankara içerisinde de kadın olmanın zorlukları içerisinde yaşam mücadelesi veriyordum. Fakat geldiğimden beri değişen sadece ne bir yer ne bir şehir oldu. Günlük yaşantım, ben bile değiştim belki.

Ankara’daki kadın dayanışmasının, Urfa’ya göre çok daha güçlü olduğunu az çok tahmin ediyordum. Fakat buraya geldiğimde bunun daha iyi farkına vardım. Öncelikle deneyimlerim genellikle şehri keşfetmek, işime odaklanmak ve Urfa’ya yerleşmenin ötesinde oldu. Zıtlıkların varlığı, çok daha rahatsız edici boyuttaydı. Kutuplaşmanın içinde, erk’ek’liğin her alanda hissedilmediği bir alan dahi yok.

Yardımsever arkadaşlar, insanlar… Evet, belki de birçoğunuz duydunuz; Urfa’nın insanları samimidir, içtendir, yardımseverdir. Bu desteklerin altında elbette bir tahakküm de söz konusudur. Ankara’da bir arkadaşım bana telefonu açar açmaz neredesin diye sormazken, burada sorabiliyor. Çünkü, açıklamaları var: “Burayı bilmiyorsun.”, “Ben, senin iyiliğini düşünüyorum” gibi bir sürü şey.

Çok sevdiğim bir hocam derdi ki; aile toplumun en küçük faşizan kurumudur. Ebeveynler senin iyiliğini düşünüyorum derken, kendi kararları ve bildikleri doğrultusunda seni tahakküm altına alırlar. Nitekim Urfa’da da yaşadıklarım biraz buna benzer şekilde oldu. “Neredesin, kimlesin, hangi kafedesin?” soruları erk’ek’ hegemonyasının bariz örneklerinden oldu benim için. Oysa onlara kalsa, merak ettikleri ve iyiliğimi düşündükleri için sordukları basit sorulardı belki de. Fakat biliyorum ki, bu tamamiyle “kontrol altına almak ya da kontrol altında tutmak” ile ilgiliydi.

Mesela, canım kokoreç yemek istemişti. Saat 22:30 sularıydı. Kokoreç yediğim yer, işlek bir cadde üzerinde olmasına rağmen, caddede, kokoreç yediğim yerde tek kadın bendim. Çünkü, bir kadın o saatlerde dışarıda olamazdı, olması hoş görülmezdi!

Daha önce Urfa deneyimi olan kadın arkadaşlarımla konuştuğumda aslında burada hayatın ne kadar zor olduğunu söylüyorlardı. Başlarda kulak vermemiş, Batılı bir gözle Doğu’nun resmedilişi üzerinde durmak istememiştim. Sebebi ise kendimi bir Batılı olarak tanımlamamam ile ilgiliydi. Oysa burada tam olarak Batılı olduğum her olayda yüzüme çarpılan bir gerçek olmanın ötesine geçmedi.

Bir kadın teoride; istediği gibi davranabilir, istediği gibi giyinebilir, kahkaha atabilir vb. bir sürü şey yapabilir. Fakat gerçekler, sizin ne kadar yıpranmak istediğinizle alakalı olarak işliyor. Evet, saçım mavi. İstediğim gibi giyinmeye çabalıyorum. İstediğim zaman, dışarı çıkmaktan –çekinerek de olsa- vazgeçmiyorum. Çünkü biliyorum ki, değişmesi gereken ben değilim, kısıtlayan, bastırmaya çalışan erk’ek’ gözü!

Fakat bunun değişmesi için çabalarken aynı zamanda da ne kadar yorulduğumu, ne kadar yıprandığımı da görüyorum. Bazen ben bu değilim diyorum, olmak istediğim kişi olmak için bile çaba sarf ettiğim bu topraklarda mücadeleden vazgeçmemek gerekiyor. Benim için doğru en azından bu şekilde olması gerektiğini benimsemiş olmamla alakalı.

Burası coğrafyada, edebiyatta ele alındığı gibi çorak topraklardır. Bu çorak topraklar, güzelleşebilir. Biraz su, biraz sevgi ile hangi topraklar yeşermezdi ki?

Yazıma, Souad Massi – Le Bien et Mal ile son vermek istiyorum.

“İyilik, Kötülük ile buluştuğunda adımlarında hiçbir şüphe yoktu ve kötülük ona hükmetmek için bir çözüm buldu:

Bitkin görünüyorsun” dedi ona,

Bu yürüyüş seni çok yordu” dedi ve ekledi:

Sırtım senin oturağın olacak”.”



Umut ve dayanışmayla…

Şarkı için; https://www.youtube.com/watch?v=2mlTrtLkEEI



Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın