Kuzey-güney Yoksulluk mu yoksunluk mu?

Bu da nereden çıktı, Yeşiller şimdi de dünyayı ikiye mi böldüler, diye soranlarınız olacaktır. Bazı okuyucularımız da, “böyle teorik konuları ne diye gündeme getiriyorsunuz, sırası mı şimdi” diyeceklerdir. Önce şunu belirteyim ki, dünyayı biz ikiye bölmedik. Kolomb’dan bu yana, dünya zaten ikiye bölünmüş durumda. Bu bölünmüşlüğü ve sonuçlarını dergimizde bu sayı ve bundan sonraki sayılarımızda nasıl olsa bol bol irdeleyeceğiz ama, “sırası mı?” diye soranlara bir anımı anlatmak istiyorum. Bundan üç yıl önce Çevre Bakanlığının ilk kuruluş günleri, genel seçimlerin hemen öncesi bakanlık kurulmuş ve icraata ihtiyacı var. Bakanlığın ilk icraatı, Çevre Şurası toplamak oldu. Aceleyle toplantıya çağrılan Şura’ya, Ankara’dan Çetin arkadaşın devreye girmesiyle bizler de katıldık. Şuranın açılış konuşmaları yapıldı ve sıra komisyonları oluşturmaya geldi. Hemen hepimiz EKONOMİ komisyonuna yığınak yaptık. Komisyonda neredeyse çoğunluk bizim elimizde. Komisyon toplantısının ilk gününü felç ettik, tartışmalar, tartışmalar… Malum, bizim olduğumuz yerlerde, söz döner dolaşır, “taş devrine mi döneceğiz, yani?” sorusunda düğümlenir. Bizim komisyonda Siyasal Bilgilerden saygın bir profesör var. Bize itiraz ediyor ama söyleyecek çok şeyi de yok. Neyse, aşağıya kahve molasına indiğimizde, yanımıza yaklaşıp, “evet, haklısınız ben de sizin gibi düşünüyorum aslında, yapacak hiçbir şey yok, bu dünya kurtulmaz, ama…” gibisinden konuştu. Bizim, dünyanın bu gidişten vazgeçmesi için umudu nerede bulduğumuzu sordu. O gün “böyle gelip, böyle gideceğin” önüne geçebilecek bir tek dinamik olduğunu, onun da Kuzey/güney çelişmesi olduğunu söylediğimizde, önünde yeni bir ufuğun açıldığını fark ettim. Kuzey/Güney çelişmesi ve bu çelişmenin yarattığı dinamik nedir peki? Gerçekte bunu hepimiz her gün gazetelerden, dergilerden okuyor ve TV’lerden seyrediyoruz. Somali, Etiyopya, Hindistan, Bangladeş vb. sizin için ABD, Almanya, Japonya vb.inden farklı şeyleri çağrıştırmıyor mu? Milli gelir, gayri safi milli hasıla, kişi başına enerji tüketimi vb. açısından dünyada iki farklı kategoride ülkeler yer alıyor. Bunlara “gelişmekte olan”, “gelişmiş”, “azgelişmiş”, “sanayileşmiş” vb. deniliyor. Çok kabaca ifade etmeye çalışırsak “gelişmiş”, “sanayileşmiş” ülkeler Kuzey’i, diğer ülkeler de Güney’i temsil ediyorlar. Bu kaba tanımlamadan sonra, Güney içinde yer alan birçok ülke diğerlerine oranla daha çok Kuzeyli ülkelere, bazı Kuzey ülkeleri de daha çok Güneyli ülkelere benziyorlar . Yani kaba hatlardan sonra, birbirlerine yakınlaşan ve geçiş özellikleri taşıyan ülkeler de bulunuyor. Hepimiz biliyoruz, sanayileşme ve “sanayileşme ideolojisi” dünyanın Kuzey yarımküresinde yer alan ülkelerden çıktı, özellikle de Avrupa ülkelerinden. Bu ülkeler Kolomb’tan bu yana, Güneyli ülkeleri yağmalayarak korkunç bir servetin sahibi oldular; sömürgecilik yaptılar. Kolomb’tan bu yana gelişmeler dünyayı ikiye böldü; bir yanda vahşilerin ve “ilkel”lerin dünyası yer aldı, diğer yanda ise Kuzey’in kendi normlarına göre “uygarlık dünyası… Ama dikkat edilsin, tarihi Batılılar yazdı, normları onlar koydu ve hâlâ daha onlar tarafından konulan kurallar geçerli. Kimin vahşi, kimin ilkel, kimin gelişmiş ve uygar sayılacağına onlar karar veriyorlar. Yeni Dünya Düzeni dedikleri de bunun günümüzdeki ifadelerinden birisi gerçekte. Kuzeyli ülkelerin hemen hepsi sanayileşmiş ülkeler ve sanayileşmeyi bütün dünyaya “gelişmenin ve uygar olmanın” tek kıstası olarak dayatanlar da yine onlar. Bu sayede, sanayi ürünü olmayan şeyler, bütün dünyada giderek sanayi ürünü olan şeylerle yer değiştirdi. Güneyin kendine yeten, geçimlik ekonomileri yıkılıp yerine Kuzeye bağımlı ekonomiler onlar tarafından monte edildi. Bütün bunların becerilebilmesi için, bütün dünyanın önüne “Batı uygarlığı” model olarak konuldu. Bu anlayış Kızılderililerin, Azteklerin, İknaların uygarlıklarını yok saydı, onların yarattıklarını yağmalamaktan çekinmedi. Kuzeyli ülkeler, Güneyli ülkelerin doğal zenginliklerini kendileri için birer hammadde kaynağı olarak görüp yağmaladılar. Sanayi “uygarlığı”nın yayılması için çok kanlar döküldü ve hâlâ da dökülmeye devam ediliyor. Bütün bir Güney, Kuzeyli ülkelerin arka bahçasi haline getirilmeye çalışıldı ve çalışılıyor. Ormanlar, kömürler, hayvanlar, petrol, dağlar, taşlar aynı gerekçelerle yağmalandı ve yağmalanmaya devam ediliyor. Bir zamanlar Kuzey/Güney ikilemi yerine daha çok konuşulan Doğu/Batı ikilemi de, gerçekte Kuzey/Güney çelişmesinin devamından başka bir şey değildi. Doğu denilen ülkeler, sanayileşmeyi birinci hedef olarak önlerine koyup sanayileşince, Kuzeyleştiler. Zaten Körfez Savaşı sırasında bütün bir Kuzey (Doğusu, Batısı) ortak davrandı. Eski Sovyetler Birliği, sanayileşme ideolojisini birçok Güneyli ülkeye taşıdı. Onlara kaliteli bir yaşam için “sanayileşmekten, kalkınmaktan ve ekonomik olarak büyümekten” başka bir seçenek olmadığını göstermeye çalıştı. İki yüzyıl önce, saraylarda ortalık yere pisleyen Avrupalı “uygarlık”, bugün endüstri ürünü olan tuvalet kâğıdı kullanmayanlar için “pis vahşi” diyor. Vahşilik, Avrupalılaştıramadıklarımız anlamına geliyor. Eğitim, endüstri ürünü araç ve gereçleri kullanma bilgisi (ya da yapma bilgisi) olarak tanımlanıyor. Güney ülkeleri insanları için söylenen tembel (sözü), endüstriyalist düzene uymayan anlamına kullanılıyor. Güney bir Kuzeyli için vahşeti, tembelliği, pisliği, cahilliği temsil ediyor. Endüstriyalist ürünler karşısında şaşkınlığa düşen bir Güneyli, Avrupalı için “komik” oluyor. Görgü kurallarını, sofrada nasıl oturulup nasıl kalkılacağını Kuzeyli dikte ettiriyor. Ama öte yandan Kuzeyde yaşayanların bugün nasıl bir bunalım içinde oldukları acaba hangisi vahşi sorusunu da beraberinde getiriyor. Uyuşturucu bağımlılığı, yalnızlık, intihar olayları, şiddet düşkünlüğü, bugün Avrupa’dan bütün dünyaya yayılan Kuzeyli uygarlığın diğer yüzünü oluşturuyor. Dikkat ettiniz mi bilmiyorum, neredeyse 50 yıldır, Avrupa’dan roman çıkmıyor, şiir çıkmıyor. Çıkıyorsa da yukarıda değindiğimiz konularda çıkıyor. Çünkü Kuzeyin endüstriyalizmin cenderesinde yaşayan insanı gerçekte “refah” olarak ortaya konulan bütün göstergelere rağmen, büyük bir yalnızlık içinde yaşıyor, bencillik içinde yaşıyor. Yalnızlığı öyle boyutlara varmış ki, cinselliğini bile artık endüstriyel aletlerle yaşayabiliyor. Kuzeyli temiz bir doğada yaşamıyor; temiz bir denize, kumsala hasret. Doğa özlemini gidermek için evine büyük boy orman posterleri asıyor, suyun doğallığını yapay havuzlarda arıyor. Hayvanat bahçelerine hapsedilmiş, çocuk kitaplarına resmedilmiş hayvanları seyrederek doğallığı anlamaya çalışıyor. Doğaya karşı elde ettiği zafer, onun insanlığını elinden almış götürmüş. Onu, makinenin, sistemin bir vidası, parçası yapmış gerçekten de… İnsanın doğayı değiştirerek insanlaştığı söylenir; Kuzeylinin değiştirecek doğası kalmamış, kendi doğası da ölüyor. Özetle, Kuzeyli refah adına önüne konulan bütün göstergelere rağmen büyük bir yoksunluk içinde yaşıyor. Bugün Kuzey büyük bir israf ekonomisinin içinde yaşıyor. Dünyanın zenginlikleri Kuzeyde israf ediliyor, çöpe dökülüyor. Örneğin 1990 yılında tüm Kuzeyde kozmetik pazarında 318 milyar Fransız Frangı harcanıyor. Yine Almanya’da reklâm ve tüketime ikna için yılda 20 milyar mark harcanıyor. Bir ABD yurttaşı, dünya nüfusunun ortalama yıllık gelirini iki günlük özel bakımı için harcıyor. Kuzeylinin kullanıp attığı tüketim maddelerinin üretimi için dünyanın zenginlikleri harcanıyor. Gözlük çerçevesi yapmak için Madagaskar’da, şampuan yapmak için Meksika’da kaplumbağalar yok ediliyor. Amazon ormanları Kuzeylinin kullanıp birkaç yıl sonra modası geçtiği için atacağı mobilyaların üretiminde yok ediliyor. Bir yanda Güneyde insanlar açlık çekerlerken, Kuzeyde besin maddeleri çöplere dökülüyor. Bugün yaşanmakta olan ekolojik sorunların kaynağında da Kuzeyli ülkelerin bu tutumu yatıyor. Kuzey ülkelerinin tümü teknolojilerine, bilimsel devrimlerine rağmen ekolojik sorunların üstesinden gelemiyorlar. Bütün Avrupa’ temiz bir tek göl, akarsu kalmamış, ormanlar asit yağmuru altında, denizler kimyasallarla kirletilymiş, neredeyse insan dışında hiçbir canlı barınamıyor. Amerika’nın sorunları Avrupa’yı da aşmış. Üstelik Kuzeyin endüstrisi yalnızca kendi ülkelerinin ekolojik dengelerini alt üst etmekle kalmıyor, bütün dünyayı kendi kaderinin peşinde sürüklüyor. Ozon tabakasının delinmesi, havadaki karbondioksit miktarının artışı ve dolayısıyla iklim değişikliği tehlikesi, yine dünyanın akciğerleri sayılan ormanların yok edilmesi, nükleer sızıntılar, nükleer atıklar, zehirli atık ticareti vb. ile Kuzey kendi sorunlarını bütün dünyaya taşıyor. Kuzeyli uygarlık bütün bir dünyayı yok olmanın eşiğine getiriyor. Buna karşın Güneyde ekolojik sorunlar diye ortaya konulanların (erozyon, nesli tehdit altındaki türler, ormansızlaştırma vb.) yine Kuzey kaynaklı olduğu apaçık ortada. Özetle bugün yaşadığımız ekolojik krizin kaynağında Kuzeyli ülkelerin tutumu yatıyor. Üstelik insanlığın önüne tek model ve tek seçenek olarak konan sanayi monokültürünün, bütün dünyaya yayıldığında başımıza gelecekleri görmek için kâhin olmaya hiç gerek yok. Yani bütün dünyanın ABD, Almanya, Japonya vb. gibi sanayileşip, onlar kadar çok tüketmesi mümkün değil. Herhangi bir ABD kentinde sokaklarda dolaşan otomobilleri bütün dünyanın sokaklarında gezdirmeye kalktığınızda olacakları tahmin etmek zor değil. Ortalama bir ABD’li yurttaşın tükettiğini, bütün dünyalıların tükettiğini varsaydığınızda, biyosferin, yani dünyanın canlıları barındıran bölümünün yok olacağını kolaylıkla görebilirsiniz. Güneyliler renkli bir yaşam sürdürüyorlar. Çoğunlukla doğayla iç içe yaşıyorlar. Kendi yaşamlarını kendileri belirleyebilirler. Arabalı bir Kuzeyli, işinden evine nasıl ve hangi yoldan gideceğine bile kendisi karar veremezken, Güneyli öyle değil… Güneyin denizleri, dağları, hayvanları kısaca doğası henüz Kuzeyinki gibi değil. Kısacası Güneyli yoksunluk içinde yaşamıyor. Ama Güneyli yağmalanan doğası, bu yağmayı gerçekleştirmek için ülkesi içinde köprübaşı görevi yapan yöneticileri, yönetim politikaları ile yoksulluk içinde yaşıyor. Güneyde yoksulluk/zenginlik arasındaki uçurum fazla. Endüstriyel ürünler açısından değil en basit koşullar, sağlık beslenme b. açısından Güneyin insanı yoksulluk çekiyor. Bu arada Kuzeyin yarattığı koşullar nedeniyle, Güney ülkeleri silahlanma yarışındalar. Gelirlerinin neredeyse tümü askeri harcamalara ve dış borç ödemelerine gidiyor. Güneyli bir ülkede silahlanma ve askeri harcamalar için harcanan paralarla (örneğin 1990 yılında aile başına günde 400 dolar harcanıyordu çocuk ölümlerini önlemek, basit ama sağlıklı bir yaşamı gerçekleştirmek kolaylıkla mümkün. Endüstriyel sistem, dünyanın kaynakları üzerinde yükseldiği için, milletler arasında “öne geçmek”, “pastadan en büyük dilimi kapmak” anlayışlarını da kışkırtıyor. Bugün yaşadığımız milliyetçilik kavgalarının temelinde bu anlayışlar yatıyor. Dağılan SSCB’nin etkisindeki ülkelerde ve nispeten Güneye yakın olan ülkelerde milliyetçilik kavgalarının yoğunlaşması rastlantı değil. Endüstriyel yaşamın dayattığı kaynak kavgaları yapılıyor. Bütün bu tablo ortaya bir sonuç çıkartıyor: Güney halinden memnun değil, değişmek istiyor. Yoksulluğunu değiştirmek istiyor. Ama bunu Kuzeyli ülkelerin kendisine dayattığı, sanayileşme/ekonomik büyüme temelinde yaparsa dünyanın sonu gelecek! Güneyin değişim isteği nasıl bir değişim, nasıl bir gelecek, nasıl bir dünya sorusunu da beraberinde gündeme getiriyor. İşte Yeşiller, alternatif hareketler tam bu noktada bu konuya eğilmek ve Güneyin dinamiğini kavrayıp, geleceğin dünyasına katkıda bulunmak zorundalar. Güneyin Kuzeyin yolundan “ilerlemesi” felaketinin önüne geçmek, yeni bir dünyayı kurmak için duyduğumuz isteğin ilk temel şartını oluşturuyor. Ama Güneyin bugünkü yaşamının, var olan sömürünün ve adaletsizliklerin sürmesinden yana olmak da mümkün değil. Önümüzdeki yıllarda giderek şiddetlenecek olan Kuzey/Güney çelişmesinde nasıl bir tutum alacağımızı şimdiden düşünmek zorundayız. Ayrıca Güneyden esecek rüzgâr, aynı zamanda Kuzeyli insanları bencilliklerinden, yalnızlıklarından kurtaracak değişimi de gündeme getirecektir.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın