Dün Yine Buradaydın Mümtaz

Dün Çarşı’da dostlarla otururken yine oradaydın Mümtaz. Muzip gülüşün bükülmüş dudaklarında, sevgi dolu gözlerinle bize bakıyordun. Bazan ciddileşiyordu bakışların, piponu sol eline alıp, sağ elin uzanıyor, bizlere dokunuyordun, üzülmeyin ben yine buradayım, ben yine demokrasi, özgürlük, adalet için yazıyorum, düşünüyorum der gibi susuyordun. Arada eğilen başının altından sıcacık bakıyordun. Bizlere son kitaplarından söz ediyordun. Geçen kışın ne kadar soğuk geçtiğini, ama kara kışa rağmen Gülşen Hanım’ın davet ettiği sıcacık evinde geçirdiğimiz güzel saatleri konuşuyorduk.


Yaz Seyhan, durmadan yaz, bak yazın hayatına dokundum senin kötü mü yaptım diyor, gururlu gözlerle beni süzüyordun. Sevgili Gülşen Karakadıoğlu, Oğuz Elbaş, değerli baban, seni kucaklıyorduk.


Her köşesinde pek çok anı biriktirdiğimiz, bürokrasinin labirentlerinde tanıdım seni. Kocaman makam odanda, ufak cüssenle büyük dev adamdın sen. Makamına her geldiğimde işlerim kolaylaşır, tüm düğümler çözülür, ferahlar zindeleşirdim. AKP hükümeti geldiğinde ve ilk iş olarak seni makamından uzaklaştırmak için yer beğenmeni istediklerinde Seyhan’ın genel müdürlüğüne gönderin beni diyerek benim yanına gelmen… Sana söylemedim mi bilmiyorum, beni çok onurlandırmıştı Mümtaz. İkimiz de görevimizin bu yeni hükümetle sürmeyeceğini biliyorduk. Çünkü biz yolumuzdan dönmezdik ve oruç değilken bakanın verdiği iftar yemeklerine gitmezdik.


Son yurt dışı görevimizdi Seul’deki Noel Baba festivali. AKP hükümetinin yeni Kültür Bakanı önceden çıkarılmış bu görevi iptal etmek istese de de becerememiş, hırsından harcirahlarımızı kesmişti. Ama olsun dedik biz seninle, bu görevi de yaptık. Otel odasında gece geç vakitlere kadar yaptığımız edebiyat sohbetlerimiz benim için ne kadar değerliydi biliyor musun Mümtaz.


Seul’de annelik iç güdüm çok gelişmiş olduğundan mı yoksa seni çok sevip hep korumak istediğimden mi bilmem, sana yemek yedirme mücadelemi hatırlıyorum. Her gün sana bir şeyler yedirmeye uğraşmış başaramamış, hep sen galip gelmiştin ve 10 gün boğazından bir lokma geçmemişti. Sebebini çok düşündüm, sana çok sordum sen her seferinde israr etmememi evinden ayrı kaldığında yemek yiyemediğini söyledin. Eşini, çocuklarını 10 günlük ayrılığın ilk gününden yemeden içmeden kesilecek kadar çok özlemiştin, bu özelliğinin sana zarar veren bir bağ olduğunu düşündüm hep senden gizli, sana söylemeye çekinerek.


Görevden ayrılıp ağır bir hastalığa yakalandığımda bana en iyi gelen tedavi yöntemini sen önermiştin. Uzun tıbbi tedavi sürerken benden roman yazmamı istedin ve ben o yıl yazdım ilk romanımı. Romanı bitirdiğimde bir kadeh şarap ve bir sigara içmemi önermiştin. İşte o şarap ve sigaranın keyfiydin sen Mümtaz, benim şifamdın.


Sen, hayatı kendin için değil hep başkaları için ciddiye aldın Mümtaz. Nazım’ın dediği gibi, sen kendin için yetmişinde zeytin ağacı dikemedin, ama yazdıklarınla söylediklerinle toplumu aydınlatacak yozlaşmamış tohumlar ektin, yeşerttin. Bu yüzden sürgün yedin, yargılandın, hastalandın ama yılmadın, yolundan dönmedin. Bir sonraki geldiğimde çarşıda yine buluşalım Mümtaz.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın