Milli Sinema (Beyaz Sinema)

Yakın geçmişimizde, ülkenin İçinde bulunduğu genel bunalımın da etkisiyle güçlenen, kimi zaman açık olarak laiklik karşıtı ve şeriatçı bir tanım içinde ortaya çıkan İslami insiyatifin söylemini belirleyen iki sav bugün daha açık olarak ortaya çıkmıştır: Türkiye’de İslam’ın fiilen yaşanmadığı ülkedeki laikliğin gerçek bir laiklik olmayıp resmi ideolojinin elinde bir baskı ve yasak silahı haline geldiği savı önceleri “Milli Sinema” adıyla tanınacak, daha sonraları ise, siyasal koşulların ve kurulan İslami partinin de (MSP) yardımcı olmasıyla güçlenecek, İslami kesimin gelecekte” İslami ya da Beyaz Sinema” olarak nitelendirilecek sinemanın da öncülüğünü yapacaktır. Halit Refiğ ve arkadaşlarının “Ulusal Sinemasına” yönelik eleştiriye, Türk Sineması’nın kendisini Türk Kültürü’nün temel taşı olduğunu belirttikleri “İslam Kültürü” üzerine inşa etmesi gerektiğini belirten sinemacılardan biri olan Mesut Uçakan, Türk Sineması’nda İdeoloji isimli kitabında Ulusal Simena’dan söz edenlerin iddialarının. Bu gerçeklerin evrensel bir yaşama sistemi olan İslam’a ulaştığı an gerçek gücünü bulacağını belirtir. Ulusal Sinema anlayışı, her yönüyle İslam’ı savunan Milli Sinema anlayışı ile aynı çizgiye geleceğini ve bu sonucun mecbur olduğunu belirterek, bu sinemacıların Marksizm’de kesinlikle anlaşamayacağını söyler.

O yıllarda Ulusal Sinemacıların yanında olan ve bugün İslami anlayışı kabullenen senarist Ayşe Şasa’nın yanı sıra İslami Sinema’nın öncülerinden Yücel Çakmaklı da bu yargıya katılır, Ulusal Sinemacıların son tahlilde tarihi maddecilik görüşünden kopamamış ve batılı bir düşünce sistemi olan Marksizm çerçevesi içinde dönüp durmakla suçlar. “Milli Sinema” anlayışının çevresindeki sinemacılar “Milli” kavramını dar bulup, Milli Kültür’ün temeli olan İslam düşünce ve yaşayışının filmlerinin konularına egemen olması düşüncesindedirler. Onlara göre, İslam inancının yansıdığı bir film ancak Milli Sinema olabilecektir.

1982 yılından itibaren, Yücel Çakmaklı’nın Minyeli Abdullah 1-2 ile başlayan, Yalnız Değilsiniz1-2 , Sonsuza Yürümek, Bize Nasıl Kıydınız? Sürgün, Kelebekler Sonsuza Uçar, İskilipli Atıf Hoca, Çizme gibi filmlerle süren “İslami Sinema hareketinde, 1960’ların ortalarında başlayan ve “Ulusal Sinema” anlayışına karşı bir kavram olarak ortaya atılan “Milli Sinema” düşünce ve görüşleri kaynak olmuştur. İslami insiyatif, dünden farklı olarak, toplumsal yaşamın bütününde söz sahibi olmak istemekte, kendi “aydınları” ile entelektüel ve sanatsal yaşamda da hegemonik bir güç olma çabası içindedir. Günümüzde çeşitli adlarla, “İslami Sinema”, “Dervişane Sinema”, “Rüya Sineması” ya da “Beyaz Sinema” olarak adlandırılan sinemayı canlandıracak olanlar da Yücel Çakmaklı gibi insanlar olacaktır. Doğrudan İslam düşüncesiyle ilgili filmlerin ilk örneği olarak, Birleşen Yollar adlı filmi görüyoruz.

Yeni dönemi, Yücel Çakmaklı Minyeli Abdullah-1 (1989) ile başlatır. Film, geleneklerine ve dinine bağlı bir Müslümanla, Mısır’da Kral Faruk tarafından hapse atılmasını öykülemektedir. Büyük bir reklam kampanyası ve seyirciyi örgütleme (cemaatler, camiler ve dini okullar aracılığıyla) becerisiyle, çok iyi bir gelir sağlanır. Ardından Mesut Uçakan, Mehmet Tanrısever, İsmail Güneş’in filmleri gelir. Yine bu çevreden bir sinemacı (Salih Dirildik), Minyeli Abdullah’tan sonra yapılan filmleri “İslami duyarlılık filmler” olarak adlandırmanın daha doğru olacağı düşüncesindedir. Ona göre, “İslami Sinema” deyimi çok iddialıdır. Çünkü gerçekten de içinde çok ciddi iddialara sahip olan, senaryosundan rejisine, oyuncusundan mekânına kadar perdeye yansıyan her birimde İslami olgunluğu ve yansıttığı varsayılan bir terimdir bu. Salih Dirildik kendi sinemalarını, iyice cıvıttığını iddia ettiği, Kültür Bakanlığı’nın desteği ile halkın gerçeklerine tümüyle yüz çevirmiş ve sinemayı şahsi hayatlarına erotik boyut eklenmiş bir yansıma haline dönüştürmüş kişilerin elinde olduğunu savladığı, Yeşilçam Sinemasına bir alternatif görmektedir.


İsmet Özel ise, bu konuyu yardımcı olabilecek ilgi çekici bir görüşü, “Rüya” ve “Hayal” karşıtlığını ortaya koyar. Rüya’yı över, Hayal’i lanetler. “Rüya”, insanüstü bir kuvvetin tesiri altında görülen, İslami inananlarca gerçek kabul edilen bir istikamet, bir berraklık halidir. “Hayal ise; insanlar kendi hayatlarına girmiş olan kuvvetleri tanrılaştırıyor, sonra onları tecessüm (merak) ettiriyor, nihayet onlara tapıyorlar, hayal içinde olmak bireysel endişelerin bulantısı içinde olmaktır, demektedir.

Ayşe Şasa da, günümüzde sinema sanatının hayalin mi rüyanın mı emrinde olduğu sorununu mutlaka çözmesi gerektiğini savlar. İslami inisiyatif ise, ortaya konan bu ya da benzer sorunları uygulamada çözecek donatımda sinemacılara henüz yeterince sahip değildir. Bu sinemanın “sahici” örneklerinin nasıl ve kimler tarafından yapılacağı ise, asıl bir kesimin insanlarını ilgilendirmekte ve önce onlar tarafından sorulmaktadır.

Sonuç olarak; İslami hareketin geleneksel tabanı, Türkiye toplumuna egemen kılınmaya çalışılan “modern hayat tarzının” geri planını oluşturan ve onu İslami hayat tarz karşısında, kibirli hatta aşağılayıcı bir meşrulukla donanmış kılan bilim, teknoloji, ekonomi, askeri güç ve refah artışı gibi argümanlar karşısında, bunları yaratamamış olmanın ezikliğini hep hissede gelmiş, bunun yol açtığı bir savunma psikozu içinde şekillenmiştir.

Böylece İslam ve İslami hayat tarzı, modern yaşam tarzının tartışılmaz üstünlüğünden, sadece ezikliğinin hafiflemesi ile teselli bulmakla yetinemeyip, yeniden üstün ve alternatif olabilmenin imkânlarını edinmeyi düşünmeye başladı. Türkiye’de İslami hareketin 1990’ların ortalarında büyük bir kitlesel desteğe sahip olmasının daha öncesinde, 1980’li yılların sonuna doğru, önce entelektüel canlanma, hareketlilik ile kendini göstermesinin esas nedeni de budur. 1990’lara gelinirken, İslami harekete katılan bu yeni kesimler, öncelikle ezikliği terk etmiş, açık sözlü, inandığını eylemine de yansıtan bir tavır geliştirdiler. Bunun yanı sıra, modern çağların yarattığı bilgi ve düşünce alanlarının verilerine de uzanan bir entelektüel canlılık ve arayış halini de taşıdılar. Bu bağlamda “İslami Sinema “da, “iyiler ve Kötüler” İslami iyi bir hayatın da sınırlarını çizmektedir. İslami Sinema, potansiyel aydınlardan karakter olarak algıladığı kitlesine, içinde yaşadığı “kokuşmuş” cemiyetin sunduğu kötü hayata alternatif olarak, yeni ve iyi bir hayat sunma iddiasında. Yeni, çünkü böyle bir yaşam şekli cemiyetin üyelerinden gizleniyor, akıllarında ve vicdanlarında böyle bir yaşam kurgulanmaları engelliyor, bu nedenle özü Kur’an’da olan bu yaşam, insanlara yeni hayat olarak görünüyor. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, bu yeni ve iyi hayatın, var olan sosyo-ekonomik düzenin kurumlarının üzerine kurgulanıyor olması. Kurumlar modern, ekonomik sistem modern, kurgulanan yaşamlar kitaba dayalı ve iyi. Nüfusunun % 99’unu Müslümanların oluşturduğu bir ülkenin sinemasında tema olarak dinin (İslamiyet) seçilmemesi düşünülemez. 1980 öncesindeki gibi, sonradan hidayete eren kahramanların ve çevresinde gelişen olayların işlendiği dini filmler yerini, 1980 sonrasında, İstiklal Mahkemelerinin sorgulandığı, Cumhuriyet’in ilk yıllarından bu yana Müslümanların yaşadığı eziyetlerin anlatıldığı, başörtüsü olayı. Türkçe Ezan diretmeleri ve Laik kesimin onları nasıl dışladıkları olayları anlatılmaktadır.

Milli Sinema ve İsmail Güneş

Milli Sinema akımına bağlı olan İsmail Güneş’in, teorisini oluşturmaya çalıştıkları Milli Sinema’nın en başarılı örneklerinden olması. Diğer Milli Sinemacılardan farkı olarak Çizme filminde, sinemayı didaktik bir araç olarak kullanmamış ve sanatsal yönü ağır basmaktadır. Diğer Milli Sinemacıların filmleri genel itibariyle vaaz şeklinde olurken İsmail Güneş’in bu filmi akımdaşlarının aksine sanatsal yönü ağır basmaktadır. İsmail Güneş’in tabiriyle içinde İslam kelimesi geçmeyen bir İslami film yapmıştır. Bu yönüyle film diğerlerinden ayrılır. Türkiye Yazarlar Birliği ödülünü de kazanan film yayınlanması İstanbul’da Feyza Kültür Sanat Merkezinde yapılır.



İsmail Güneş’in Biyografisi

1960 yılında Samsun’da doğdu. İlk ve orta örenimini burada tamamladı. Sanata olan tutkusu yüzünden bir müddet Tatbiki Güzel Sanatlar’a devam etti. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne geçti. Üniversite hayatı sırasında Natuk Baytan’ın yanında reji asistanlığı başladı. 1976 yılında atıldığı sinema serüveni 1977 yılında çektiği kısa metraj film olan Karanlık Bir Dönemdi adlı çalışmasıyla ilk meyvesini verdi. Film 1982 yılında İFSAK tarafından en iyi film ödülüne layık görüldü. 1982-86 yıllarında gazetecilik yaptı. 1986 yılında ilk uzun metraj filmi olan Gün Doğadan ile sinemaya dönüş yaptı.

Sinema Filmleri

Gün Doğmadan, Ateş Böceği, Biz Doğarken Gülmüşüz, Küçük Sonsuz Yürek, Çizme, Beşinci Boyut, Gülün Bittiği Yer.

Televizyon Dizileri

Yusufçuk, Bizim Ev, Beyaz Savaş, Kurt Kapanı, Avcı, Newyorkgiller.

Televizyon Filmleri

Sonsuzluğun İki Yakası, Can Perdesi.



Filmin Konusu

Rize’nin Çaybaşı kasabasında Çizme(Engin İnal) lakabıyla anılan Nahiye Müdürünün Arapça ezan yasağının kalkmasına rağmen resmi gazetede yayınlanmadı gerekçesiyle Ezanı Türkçe okumasına devam ettirmesi konusunda baskıya devam eder. Köy halkını Çizme’nin bu tutumuna karşı gösterdiği tepki konusunun üzerinde döner. Boz Ali (Macit Flordun)’nin, babasının mezarını açarak kefenini aldığı için düşman olduğu Çizme’yi öldürmek için dağdan iner. Şehirden gelen heyetin Arapça ezan yasağının kalktığını söylemesiyle Deli Hafız(İsmail Güneş) başta olmak üzere bütün halk birlikte ezanı okumalarıyla film sona erer.





ÇİZME

Filminin Siyasal Çözümlemesi

Film kilisenin görüntüsü ve çan sesiyle başlıyor. Film ilk sahnesinde yönetmen çan sesini ve kiliseyi göstermesi, Arapça ezan yasağına karşı yönetmenin tutumunu gösteriyor. Arapça ezanın yasak olduğu bir kariyede çan rahatça çalındığını ve bir yasak olmadığını göstererek başlamışı o dönemki hükümete ciddi bir eleştiri mahiyetindedir.

Filmimde kariye müdürünü canlandıran Çizme isimli kişi bıyığı, sol kulağındaki yara ve inkılaplara çok aşırı bağlılığıyla bir İsmet İnönü portresi çizerek çizme üzerinde İsmet paşa ve inkılapları eleştirmiştir. Yönetmen Çizme karakterinin kullandıkları iki aksesuarı metaforları çok belirgin olarak kullanıştır. Bunlar şapka ve çizmedir. Filmin ilk sahnesinde Boz Ali, Çizme’yi vurmak için silahla hedef alır ama Boz Ali’nin karısı Boz Ali’nin silaha müdahale ederek çizmenin kulağından vurulup başındaki şapkanın dereye düşmesine eden olur. Film boyunca artık şapkayı bulup takamaz. Şapka, burada iktidarın metaforu olup İnönü’nün 1947 seçimlerini kaybetmesini şapkanın düşüşüyle göstermiştir. Çizme’nin şapkası düşmesine rağmen hiçbir şey olmamış gibi çizmesini temizlemesi iktidar gitmesine o kadar üzülmediğini ve inkılapların korucusu olan ordunun desteği hala onun üzerinde olduğunu göstermeye çalışmış. Arapça ezanın kaldığı haberine tepkisi ise “bakalım buna ordu ne diyecek” sözleriyle verdiği bu cevap giydiği çizmenin orduyu temsil ettiğinin diğer bir göstergesidir. Giydiği çizme sadece orduyu değil kurduğu baskıyı da temsil etmektedir. Çizme karakteri film boyunca çıkarmadığı çizmeyi Demokrat Partililerin kariyeye gelip Arapça ezanın artık serbest olduğu haberi gelinceye kadar devam eder.

Filmdeki Müslüman halkın yaptığı İslami alışkanlıklar Çizme tarafından inkılaplara bir başkaldırı olarak algılanıyor. Çizme’nin bu durumuyla o dönemki hükümetin bir eleştiri olarak yansımaktadır. Yönetmen o dönemdeki halkın o hareketleri -Bilal Hoca’ya çocukların kulağına ezan okunması- hükümete başkaldırı olarak değil bir alışkanlık olarak göstererek bunu pekiştirmiştir.

Çizme, halkın yaptığı bütün davranışların hepsini Bilal Hoca tarafından yapıldığı evhamına kapılıp Bilal Hoca’yı nezarete götürür. Aslında Çizme’nin bu davranışı Müslümanlığa değil Müslümanlığı hakiki şeklinde yaşayanlara olduğunu göstererek. İslamiyet’i yanlış şekilde yaşayan hakla da bir eleştiri şeklinde okunulabilir. Bu okumayı Çizme’nin filmdeki kişiliğinde destekleyen bazı yerler vardır. Çizme’nim ramazan orucunu tutan birisi olduğunu görüyoruz. Bilal Hoca’ya “ bana düşman mısın” dediğinde, Bilal Hoca “ Sen Allah’ın düşmanı mısın ?” cevabına “Tövbe haşa” cevabı vererek göstermektedir.

Yönetmen, Çizme karakteriyle hem o dönemdeki hükümeti hem de o dönemde yaşayan halkı eleştirmektedir. Dönemin hükümetini yaptığı yasağın gereksizliğiyle eleştiride bulunmaktadır. Halkı ise İslamiyet’i yanlış bir şekilde hurafeleriyle yaşadıklarından dolayı hakkıyla yaşayanlara da mani oldukları için bir eleştiri yapmaktadır.

Bilal Hoca’nın filmdeki karakteri, Arapça ezan yasağından önce köyün hocası olan, köyde herkesin sözünü dinlediği kişidir. Bilal ismi ve güzel sesiyle İslamiyet’in ilk müezzini ve ilk ezanını okuyan Bilal-ı Habeşî’ye bir gönderme yapmaktadır. Bu karakteriyle asıl olan İslamiyet’i yaşayan ve onu temsil eden kişidir. Köylülerin Boz Ali’yi Çizmeyi vurmaktan vaz geçirmek için Bilal Hoca’dan yardım isterler. Yönetmen, Bilal Hoca’nın “Ben değil bizdik. Hepimizin ortak vicdanı vardı. Aynı yere yaslanıp aynı rahmette ıslanırdık. Ama dağıldık kanun ayrı oldu vicdan ayrı eşkıyanın kanunları bile bu kanunlardan daha güvenilir gelmeye başladı sözleriyle Cumhuriyet’in Medeni Kanunlarına bir eleştiri yapmakta ve şeriatı istemektedir.

Felak Hoca, köydeki Türkçe ezanı okuyan kişi olarak karşımız çıkar. Felak Hoca kambur, aksak bir kişi oluşuyla yönetmenin Türkçe ezanın aksak bir durum olduğuna halkın sırtındaki bir kambur bir yük gibi anlamlandırmıştır. Hoca’nın ismi de özenle seçilmiş suçlunun ayağına vurulan tomruk, cehennem gibi anlamı olan Felak kelimesi kullanılmıştır. Halkında ezanı kabul etmeyip Felak Hoca’ya ulumaya mı gidiyorsun sözleriyle de Türkçe ezandaki “Tanrı Uludur” kelimesine bir gönderme yapmaktadır.

Hafız, Arapça ezan yasağının ardından konuşmamış ve deli rolü yapan birisidir. Yasak yüzünden kendi inancı gibi hareket etmeyen ve baskı altında bulunan bir halkı temsil ediyor. Hafız, Çizme’nin ayağına çizme giymeden evden çıktığını gördüğü zaman hemen şükür secdesine kapanır. Baskı artık kalktığınızdan artık eski deliliğinden ve suskunluğundan eser yoktur.

Arapça ezan yasağının kalkmasına rağmen ezanın Türkçe okunmasında ısrar eden Çizme’ye karşı halk kışkırtan Ali’ye halktan birisi “ Artık diktatörlük bitti zaten her şey yoluna girecek bizim istediğimiz gibi olacak. Bunca zaman neredeydiniz bunca zaman neredeydik Çizme ne istediyse yapmadık mı ?” sözleri filminde kullanan yönetmen baskıyı ses çıkarmayıp baskıcıya boyun eğdikleri için dönemin halkına bir eleştiride bulunur. Boz Ali’nin ölen babasını askerin giyecek elbisesi olmadığı gerekçesiyle mezardan çıkartılıp kefenini almak istemesi; Çizme’nin “Mevtayı kefenle mi gömdünüz, Askerin giyecek elbisesi yok siz nasıl sararsınız bu bezi mevtaya sözlerinin de kullanılması. Ayrıca kadının elindeki mısırları tenekeye koyarak toprağın altında Çizme’den saklaması bu dönemin siyasi rejimindeki baskıyı eleştiri olarak okunulmalıdır.

Bu tarz eleştiriler diğer İslami filmlerde de açık bir şekilde görülmektedir. Yücel Çakmaklı’nın Minyeli Abdullah filminde, direk bir Cumhuriyet eleştirisi görülmez ama olaylar mısırda geçer, izleyicinin Mısır’la Türkiye arasında bir özdeşlik kurmasını amaçlarlar.

Metin Uçakan’ın Yalnız Değilsiniz ve devamı olan Sonsuza Yürümek baş örtüsü taktıkları için sınav alınmayan kızlar ve okullarını bırakmak zorunda kalmalarını konu eden filmde laiklik eleştirisi bulunmaktadır. Metin Uçakan’ın bir diğer filmi olan İstirpli Atıf Hoca filmiyle de şapka kanuna karşı risale telif ettiği için asılan kişiyi konu ederek yine Cumhuriyet rejimine bir eleştiride bulunur.

Mehmet Tanrısever’in Sürgün filminde Kur’an okunurken basılan hoca, taleplerinin görüntüleri, kitaplarının toplanılarak yakılması görüntüleri ve öğretmenin sürgün kararını değiştirmeyen kaymakamın makamından çıktıktan sonra Kurtuluş savaşı gazisi olan Süleyman Çavuş’un gazilik madalyasını söküp atması sahneleriyle Cumhuriyetin ilk yıllarına ciddi bir şekilde eleştiriler vardır.

Sonuç

Çalışmada, Çizme filmini ideolojik eleştirel yaklaşım kullanarak bir çözümleme yapılmış ve kullanıldığı kodlara nasıl anlamlar yüklendiği üzerinde durulmuştur. Aynı yıllar da ve aynı akımdan olan -Milli Sinema- yönetmenlerin filmlerinde de benzer tarzda siyasi kodlar bulunduğunu göstermeye çalışılmıştır. Çizme filminde bir kaç kurgu yanlışlığı bulunmaktadır. Genel itibariyle filme bakıldığında o dönemin havası tam verilmiş diyebiliriz. Doğal bir oyunculuk, sıradan kişiler, gündelik hayatta karşılaşabileceğimiz olayları filmine serpmiştir. Ana karakterin düşüşünü kamera hareketleriyle görebiliyoruz. Alt açıyla gösterilen ana karakterimiz film ilerledikçe karakterin gücü baskınlığı azaldıkça üst açıyla çekilmektedir.

Filmde genel hatlarıyla Arapça ezan yasağının ve o dönemin baskılarını eleştiriyor. Yönetmen Yasağı İslami yönüyle değil insanı yönüyle işlemeye çalıştım dese de İslami yönü ağır basmakta. Diyaloglar, karakterler, karakterlerin isimleri bakıldığında bu sözünün doğru olmadığı bizzat filmi İslami yönüyle ele aldığını gözükmektedir.

Aynı zamanda çekilmiş aynı akımdan yönetmelerde olduğu gibi Çizme filminde bir cumhuriyet eleştirisi bulunmaktadır. Tam bir eleştiri gibi gözükmese de diğer Milli Sinema akımına mensup yönetmeler gibi üstü kapalı bir tarzda Cumhuriyet rejimi eleştirişi yapılmıştır.



KAYNAKÇA

Çiğdem, A. H. (2000). 1980 SONRASI TÜRK SİNEMASI’NDA DİNSEL TEMALAR. Journal Of Fine Arts, (2).

Diriklik, S. (1995). Fleşbek, Türk Sinema-Tv. sinde İslami Endişeler ve Çizgi Dışı Oluşumlar. İstanbul: Söğüt Ofset, 2. Cilt

Maktav, H. (2004). Kurandan Kurama İslami Sinema. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, 989-1001.

Yenen, İ. Türk Sinemasında İslam (Cılık) Pratiği: Milli Sinema Örneği.

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın