Kadınlar ve Siyaset: Dayanılmaz Hafiflikteki Bir İlişki

Kadın ve Siyaset gibi bir başlık atıyor olmak ve böyle bir meseleden bahsetmeyi gerekli bulmak zaten bu konuda başlı başına bir problem ya da eşitsizlik olduğunun bir göstergesidir bence. Sizler hiç Erkekler ve Siyaset başlıklı makaleler, kitaplar, raporlar vb. okudunuz mu? 1980’lerden beri alana olan ilgim ve de 2000’lerden bu yana konu üzerinde yaptığım daha sistematik okumalar sırasında ben pek rastlamadım. En azından, erkekler ve siyaset arasında bir sorun ya da bir varoluş mücadelesi yok! Ancak siyaseti kotaran, siyaseti düşünen, üzerine yazıp çizen, siyaset yapan pek çok erkeğin adı tabi ki siyasetle birlikte anılıyor. Böyle çalışmaları her yerde kolayca bulup okuyabilirsiniz. Buna karşılık, kadınların ulusal ve uluslararası düzeylerde siyasete katılımı ya da eksik katılımı ve hatta bazen katılmalarının engellenmesi üzerine olan çalışmalara, özellikle bu son otuz yıllık dönemde rastlamanız çok mümkün.

Dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınların siyasete katılımındaki sorunlar aslında yaşamsal çerçevede bir varoluş mücadelesinin devam ettiğinin bir kanıtıdır. Pek çoğumuzun bildiğinin aksine siyaset, hayattan kopuk, sadece siyasetçilerin (ya da belirli sosyal, ekonomik kriterlere sahip erkeklerin) yaptığı üst düzey özerk bir çalışma, karar verme ve uygulama alanı değildir. Gerçekte siyaset, “insanın kendini tarih, toplum ve siyasa içerisinde var kılma mücadelesinin en önemli aracıdır” der Halis Çetin hoca. İnsanın kendini gerçekleştirebilmesi ancak siyasetle mümkündür. Kadınların siyasette kendilerine bir yer bulabilme mücadelesi, aslında müthiş bir varoluş mücadelesidir. Bireylerin içinde yaşadıkları siyasal, iktisadi ve sosyal kurumlarla kurduğu ilişkileri anlamak için oy verme, seçimlerde aday olma, aktif olarak siyasete katılma koşullarına ve toplumsal cinsiyet temelinde bunların oranlarına bakmak gerekir. Öte yandan, kadın hakları mücadelesinde öncelikle eşit eğitim hakkı ve medeni haklar, sonrasında da oy kullanma ve vatandaşlık haklarının elde edilmesi için yürütülen uzun bir mücadele tarihi vardır. Ancak, kadınların siyasete katılımında günümüz koşullarına ve oranlarına baktığımızda, her ne kadar epeyce bir yol kat edilmiş olunduğu görülse de, bu yolun daha ancak başında olduğumuz anlaşılmaktadır.

Rakamlar yalan söylememektedir: Parlamentolar-arası Birlik’in 1 Ağustos 2017 tarihli son verdiği istatistiksel bilgilere göre, dünyadaki ulusal parlamentolarda görev yapan toplam 45.820 milletvekilinin sadece 10.739 tanesi kadındır. Bu da %23,4’lük bir orana karşılık gelmektedir. Aslında bu rakamın son 30 yılda büyük bir artış gösterdiğini belirtmek gerekir. Yine de, dünya nüfusunun yarısı olan kadınların siyaseten temsilinde ne anlamlı, ne de tam bir eşitliğe ne yazık ki halen ulaşılamamıştır. Parlamentolarda kadın temsil oranlarının ötesinde, kadınların devlet veya hükümet başkanı olup olmadıkları ya da kabinelerde kadınlara yer verilip verilmediği de göz önünde tutulmalıdır. Bu bağlamda, bu rakamlar çok daha düşük düzeylerdedir. Siyasi temsilin bir başka önemli unsuru olan yerel yönetimlerde de durum pek farklı değildir.

İster ulusal ister uluslararası düzeyde olsun siyasetin, bireylerin ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi düzlemlerdeki tüm hak ve özgürlüklerini düzenleyen, değiştirip dönüştüren, karar verip ve de uygulayan bir alan olduğu hatırlanmalıdır. Bu bağlamda, siyasette öncelikle rakamsal olarak var olmak çok önemlidir. Bu da Birleşmiş Milletler’in uluslararası hedefleri arasına giren ve tüm devletler tarafından resmi kabul gören %30’luk asgari temsil eşiğine ulaşmak demektir. Öte yandan dünya nüfus oranına baktığımızda insanlığın birer yarısını oluşturan kadınların ve erkeklerin mükemmel temsil oranıyla, yani %50-%50 oranında temsil edilmesi zaten ideal olandır.

Siyasette kadının temsili meselesinin niceliksel boyutunun ötesinde bir de niteliksel temsil boyutu vardır elbette. Bunu daha sonra derinlemesine incelemek için bir kenar bırakırsak, kadınların kendi cinslerinin sorun ve gereksinimlerini temsil etmeleri için asgari temsil eşiğine hem ulusal hem de uluslararası alanda ulaşmak oldukça önemlidir. Avrupa Parlamentosu’nun Türk asıllı Hollandalı üyesi Emine Bozkurt’un da açıkça ifade ettiği gibi, politika yapım sürecinden dışlanmış grupların – burada kadınlar – önceliklerinin ve çıkarlarının tam olarak ele alınması ilk olarak niceliksel sonra ise niteliksel siyasi bir temsil ile mümkün olabilir. *

Son noktada, kadın-erkek eşitsizliğinin devam ettiği, kadınların en temel insan haklarının sadece cinsiyetlerinden ötürü çiğnendiği bir dünyada bir kadın çıkarı-meselesinin var olduğu inkâr edilemez. Bu da siyasette kadınların niceliksel temsilinin aslında hiç de hafife alınmaması gereken bir mesele olduğunu bize göstermektedir. Şu anda görev yapan 545 milletvekilinin sadece 78’nin kadın, 467’sinin ise erkek olduğu bir mecliste (yani TBMM’de) bu oranın yarı yarıya olduğunu bir düşünsenize… Bir de %61,3’lük bir kadın temsil oranıyla Ruanda’da, ya da onu takip eden yüksek kadın temsil oranlarıyla Bolivya, Küba veya İzlanda’da yaşamak nasıl olurdu diye düşünmeden edemiyor insan. Dayanılmaz bir hafiflikten, dayanılmaz bir ağırlığa geçmek ve de bundan hoşnut olmak bu olsa gerek!



* * Konuyla ilgili akdemik bir makalem için bakınız: Zerrin Ayşe Öztürk, “Uluslararası Siyasette ve Karar Alma Mekanizmalarında Kadın,” Ege Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt. 3, Sayı. 1, Ocak 2012. (http://dergipark.gov.tr/esam/issue/6077/81739)




*Yazıyla ilgili görseller web alıntısıdır. 


Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın