Anadolu bir kır bahçesiyse, o bir yabani menekşeydi…
Anadolu bir şenlikse, o, bu şenliğin geliniydi…
Yüreği ve aklı Anadolu tutkusuyla, Anadolu kültürüyle yanıp tutuşan
Azra
Erhat
, Anadolu’nun
“Mavi”
gelini, mavi yolculukların
“Toprak Anası”
ydı. Arkadaşımdı.
Yaşamı boyunca Anadolu tutkusunu yaymaya çalıştı. Bu topraklardaki kültür mirasına sahip çıktı, onu hepimizin kıldı.
Sorumluluğunun bilincinde bir aydındı.
Onu 6 Eylül 1982’de, 67 yaşındayken yitirdik. Tam 35 yıl önceydi.
Aramızdan ayrıldığında yazdığım yazıyı sizlerle paylaşıyorum:
***
Size teşekkür etmek istiyorum Azra’nım.
Sadece Azra Erhat imzalı kitaplarınız,
“Mavi Anadolu”, “Mavi Yolculuk”, “İşte
İnsan- Ecco Homo”, “Sevgi Yöntemi”,
“Troya Masalları”
adlı kitaplar için değil… Türkçedeki tek özgün
“Mitoloji Sözlüğü”
için değil… Çalışma arkadaşlarınızla birlikte Türk okurlarına kazandırdığınız
“İliada” “Odyssea”
için değil… Yaşamınızın son yıllarında gecenizi gündüzünüze katıp
Sabahattin Eyüboğlu
ve
Halikarnas
Balıkçısı
’nın tüm yazdıklarını tek tek toparlayıp yayına hazırladığınız için de değil.
Size teşekkür etmek istiyorum Azra’nım. Yaptığınız, gerçekleştirdiğiniz her işte, insanı
“İnsan”
yapan değerleri bulup çıkardığınız, bu değerleri yücelttiğiniz için. Ve bütün bunlardan sonra büyük bir alçakgönüllülükle,
“Ben bir
şey yapmadım ki, olsa olsa insan değeri
öğelerini ortaya koymaya çabaladım, ancak
bu kadarını”
dediğiniz için.
Size teşekkür etmek istiyorum Azra’nım. Birlikte çalışmanın, birlikte üretmenin, imecenin en güzel, en sağlıklı örneğini gözlerimizin önüne serdiğiniz için… Ve sonra da
“Ben bir şey yapmadım
ki, onlar bana yol gösterdiler, ben
de o yolu izledim”
diyebildiğiniz için.
Size teşekkür etmek istiyorum Azra’nım. İşinize, çevrenize ve dünyaya sevgiyle, aşkla baktığınız için, aşkla baktıklarınıza yine aşkla, saygıyla, sevgiyle ve sevinçle sarılabildiğiniz için… Ve bütün bunları hiç mi hiç gizlemek, saklamak gereğini duymadığınız için.
Size teşekkür etmek istiyorum Azra’nım. Hani
“sonuna dek ölüme
göğüs gerdi”
derler ya… Siz ölümü yaşadınız ve nasıl yaşanabileceğini bize gösterdiniz.
“Doğumun ve ölümün tek
oluşu ne güzel… Doğumumu yaşayamadım.
Şimdi ölümü yaşıyorum. Bir yandan
da çalışıyorum. Benim için iyi anı, kötü
anı yok. Yaşanan her şey çok güzel”
dediniz ya…
Biz Azra’nım, biz sizi klasik filoloji doçentliği yaptığınız fakülteden kovduk.
“Gâvurla evlendin, daha ne suç işleyeceksin”
diyerek. 1946’daydı. Hiç unutmadınız, ayın 25’inde kovmuşlardı ve o ayın maaşını geri almışlardı.
Biz Azra’nım, sizi hapishanelere soktuk. Çok tehlikeliydiniz. Sizi demir parmaklıklar ardında, hücrelerde tuttuk. 1971’deydi.
Biz Azra’nım, hapisten çıktıktan sonra sizi işinizden, Milletlerarası Çalışma Bürosu’ndaki işinizden kovduk. Zanlıydınız, içeri girip çıkmıştınız, neme lazım…
Artık sizi hiçbir yerden kovamayız ya da hiçbir yere kapatamayız Azra’nım. Artık mavi yolculuklardaki kuşlar gibi, uçurtmalar gibi, rengârenk rüzgâr gülleri gibi özgürsünüz…
Özür dilemek için geç kaldık.
Teşekkür ediyoruz Azra’nım.