Türk Sinemasında 1950’li Yıllar

1950’li yılların Türk Sineması’nın durumu için en uygun tanım belki de Giovanni Scognamillo tarafından yapılmıştır:

Yenilerle eskilerin, yeni kalıplarla eski kalıpların bir araya gelmesiyle sinemamıza gelen coşku .’’

1950 ile 1960 arasındaki on yıllık dönem, Türk toplumsal gerçekçiliği için büyük önem taşır. 1948-1959 yılları arısında Türk ulusal sineması için sağlam temeller atılmaya başlanmıştır. Ucuz melodramlar ve tiyatro oyunları dışında bir sinema kavramı ilk defa bu yıllarda oluşmuştur.

1950’li yıllara gelindiğinde Türkiye artık çok partili hayata geçmişti ve Demokrat Parti’nin ekonomi alanında uyguladığı politikalarla büyük bir dönüşüm içerisindeydi. Anadolu’da büyük bir hızla yapımına başlanan yol çalışmalarıyla kırsal yerleşimler ve kentler arasına köprüler kurulmaya başlanmış, bu köprüler ise özellikle tarımın makineleşmesiyle işsiz kalan insanların 1950’li yılların sonundan itibaren kentlere göç etmeye başlamasına dolaylı bir katkıda bulunmuştur. Türkiye’nin altyapısı değişirken bu değişimler sinemayı da etkilemeye başlamıştır. Anadolu’ya kapıların açılmaya başlamasıyla bölgeye yeni sinema salonları kurulmaya başlanmış, Anadolu insanı

Türk Sineması’ndaki önemli bir seyirci kitlesi olmaya başlamıştır. Kuşkusuz bu sinemaların açılabilmesinin en önemli nedenlerinden biri; elektrifikasyon çalışmalarıdır. Sinemanın ilk yıllarında henüz İstanbul’da bile çok az yerde elektrik vardı. Zaman içerisinde elektrik Türkiye’nin neredeyse tamamına yayıldı. Bu da yeni sinema salonlarının açılmasını kolaylaştırdı. Türk filmleri üzerindeki ağır vergi yükünün kaldırılması, filmlerin sessiz çekilerek yapım maliyetlerinin düşmesi, elektrifikasyon ve yol gibi altyapı çalışmalarının hızlanarak sinemanın Türkiye’nin daha fazla iline yayılması sinema endüstrisine güç kazandırmaya başladı.

1950’li yıllara kadar teknik yetersizlikler, sinemadaki tiyatrocu tekeli gibi nedenlerden ötürü filmler stüdyolarda çekilmekte, anlatıma hareket katmak için sadece oyuncular aynı kadraj içinde hareket ettirilmekteydi. 1940’lı yıllardan itibaren sinemamızda çekim ölçekleri, kamera hareketleri ve ışıkla evrensel sinema diline uygun bir sinema dili geliştirilmeye çalışılmıştır. 1950’li yıllar ise sinemanın prangalarından kurtulduğu bir zamana denk geldiği için dilini geliştirmek için daha sağlam denemeler yaptığı bir dönem olmuştur

Halit Refiğ, 1950’li yılların Türk Sineması için;

Tek Parti devrinin karakterini çizen Muhsin Ertuğrul sinemasına karşılık, Demokrat Parti’nin iktidara geliş yıllarında başlayan Yeşilçam Sineması, aynı yıllarda siyasetin halka açılışı gibi sinemanın halka açılışı ve ulusal özellikler taşımaya başlaması bakımından sinema tarihimizde ileri ve olumlu bir adımdır .” 1 der.

Bu dönem, hem Türk Sineması’nın “halka açılma” dönemi hem de kendi dilini yarattığı dönemdir. Sinemacılar Kuşağı’nı başlatan Lütfi Akad’ın dediği gibi; sinemacıların elinde o dönemde hiçbir şey yoktur. Bir birikim vardır evet ama bu birikim tiyatronun sinemaya aktarılması birikimidir. Onlar, Akad’ın değimiyle bir tür “içgüdü” ile bu dili yaratmaya çalışmışlar, bu türün ilk örneklerini vermişlerdir. 2

1960 darbesine gelene kadar Türkiye’de yıllık film üretimi sekseni bulmuştu. Vasıflı birkaç yönetmen dışında çoğu sinemacı, yıldız sistemine dayanan ve seyircinin duygularına hitap ederek sadece vakit geçirtmeyi amaçlayan bir sinema kültürü oluşturdular. Sinemanın çok büyük bir maddi yatırım gerektirmeyen iyi bir kazanç kapısı olduğunu sezen girişimciler, Yeşilçam Sokağı’nın çevresini film yazıhaneleriyle doldurmuşlardı. Filmin iyi bir gişe yapmasının en kolay yolu, başarılı olmuş filmlerin taklit edilmesiydi. Yetişmiş insan gücünün ve teknik cihazların eksikliği bile film üretiminin artışına engel olamadı

Artan film üretimi, 1950’li yıllardan itibaren Türk Sineması’nın daha fazla insan istihdam eden, daha fazla sayıda film yapan bir yapıda olacağının sinyallerini vermiştir. Artan yapımlar Türk Sineması’nın üretim açısından Altın Çağı olarak nitelendirilebilecek 1960-75 yıllarının temellerini hazırlamıştır.

1950’lerde tiyatro ağırlıklı yönetmenler Türk sinemasında son dönemini yaşamaktadır. 1951’de tarihsel film dönemi başlarken, İstiklal ve Kore Savaşı filmleri de ağırlığını gösterdi. 8 Kurtuluş Savaşı ve 5 tarihi filmin çekildi.

1952 önemli bir yıldır. 4 film yöneten Lütfi Ö. Akad, özgün bir yaşam öyküsüne dayanan Kanun Namına ile Türk sinemasına ilk kilometre taşını koyacaktır. Gerçekten Akad, yıllardır anlatım aksaklıklarıyla yaşamaya çalışan bir sinemaya bir dil kazandırıyor, yeni soluk getiriyordu. Yaşayan tipler, gündelik olaylar ve doğal çevrenin kullanımı Kanun Namına’yı tarihsel süreç içindeki yerine oturtuyordu. Bu ilk ustanın ardından gelen önemli bir sinemacı da Metin Erksan’dı. Karanlık Dünya (Aşık Veysel’in Hayatı) adlı ilk gerçekçi köy denemesiyle, daha ilk aşamada sözü edilen bir yönetmen oldu. Erksan’ın bu aşamadaki talihsizliği sansürdü. Türk sinemasında geçiş döneminden sonra bir sinemacılar dönemi de başlamıştı.

1953’de Halıcı Kız’la 6 yıllık bir aradan sonra yeniden bir hamle yapan Muhsin Ertuğrul, önceki filmlerinden daha büyük bir başarısızlığa uğradı. Atlas sinemasında halk önüne çıkan ilk renkli Türk filmi olmanın dışında bir özellik taşımadı. Ve daha ilk geceki gösterimde seyircinin tepkiyle karşıladığı Halıcı Kız, Ertuğrul’un sonunu oluşturdu. Oysa tümüyle renkli çekilen ilk renkli Türk filmi Ali İpar’ın yönettiği Salgın’dı. Ne var ki, bazı nedenlerle Halıcı Kız’dan sonra gösterime girmişti.

1954’de 1950 öncesi Münir Nurettin Selçuk’la başlayıp biten şarkılı filmler dönemi bu kez Zeki Müren’le sürdürüldü

1955’ de ara kuşağın önemli yönetmeni Lütfi Ö. Akad, bir Yaşar Kemal uyarlaması olan Beyaz Mendil’le yeni bir başarı elde etti. Bu gerçekçi köy filminde oynayan Fikret Hakan, güçlü oyunuyla tüm dikkatleri üzerine topladı. Bu, bir oyuncu aşamasıydı kuşkusuz. Ve sinemaya ilk kez bir sahici oyuncu geliyordu.





ÖMER LÜTFİ AKAD



2 Eylül 1916 yılında İstanbul’da doğan Ömer Lütfü Akad 1938 yılında Galatasaray Lisesi’ni, 1942 yılında İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Okulu’nun maliye bölümünü bitirdi.

1.jpg



Askerlik dönüşü, bir süre Osmanlı Bankası muhasebe bölümünde çalıştıktan sonra Lale Film şirketinin muhasebe işleriyle ilgilendi. Halkevleri’nin çeşitli tiyatro oyunlarına dekor yaptı, amatör oyuncu olarak sahneye çıktı ve sahneye oyunlar koydu. Beş Sanat adlı bir edebiyat dergisi çıkardı.

Sinemaya, Şakir Sırmalı’nın yönettiği Domaniç Yolcusu (1946) adlı filmde yapım yönetmenliği yaparak ilk adımını attı. Yönetmenliğini Seyfi Haveri’nin yaptığı, Damga filminin yarım kalan sahnelerini çekerek yönetmenliğe başlamış oldu.

1948 yılında ilk filmi, Vurun Kahpeye’yi yönetti. Bu film dönemin hasılat rekorlarını kırdı. 1952 yılında gerçek bir olaydan esinlenerek yapılan ve Ayhan Işık’ı üne kavuşturan film, Kanun Namına Akad’ın baş yapıtlarından biri oldu. Bu filmle birlikte “polisiye türdeki kent filmleri” furyasını başlattı. 1955 yılında Yaşar Kemal’in senaryosunu yazdığı, Beyaz Mendil’le ikinci büyük çıkışını yaptı. Attila İlhan’ın senaryosunu yazdığı, Yalnızlar Rıhtımı (1959) o dönem büyük tartışmalara yol açtı. Yılmaz Güney’le 1967 yılında birlikte yaptığı, Hudutların Kanunu Akad sinemasının dönüm noktasıdır. Bu filmden sonra Türk sinema tarihinin en önemli üçlemesi olan, Gelin, Düğün ve Diyet ile; Türkiye’de iç göç sorununu ele alan filmler yaptı. 1964 ve 1974 yılları arasında 10’a yakın belgesel ve TV filmleri çekti.







ÖDÜLLERİ



1967 Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi 2. Dram Filmi Ödülü, ‘Hudutların Kanunu’

1968 Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi 2. Film Ödülü, ‘Vesikalı Yarim’

1974 Antalya Altın Portakal Film Festivali, En İyi Yönetmen, ‘Düğün’





KAYNAKÇA



REFİĞ, Halit (1971), Ulusal Sinema Kavgası , Hareket Yayınları



ŞEKEROĞLU, Sami ( 1986– 1988 ), Türk Sinema Tarihi



1 Ulusal Sinema Kavgası , Halit Refiğ, Hareket Yayınları, 1971

2 Prof. Sami Şekeroğlu’nun Türk Sinema Tarihi Araştırmaları Projesi’nde Lütfi Akad’la Yaptığı röportaj

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın