Monteverdi’yi Sever misiniz, Sevmez misiniz? (1567-1643)

“Brahms’ı sever misiniz” sorusu hiç yanıtlanmaz, ancak bu soru Brahms’ı hiç dinlememiş ve tanımıyor da olsa herkesin (ya da en azından çoğunluğun) bildiği bir sorudur. 1 Fakat şimdi ben “Monteverdi’yi sever misiniz” diye sorsam, burada yazdığım bu soruyu dağarcıktürkiye ’de okumayanların (daha doğrusu dağarcıktürkiye ’yi takip etmeyenlerin) belki çok büyük çoğunluğunun “ne ki” veya “kim ki” demesi kuvvetle muhtemeldir. Monteverdi kimdir ki çoğunluk onu bilsin? Doğduğu İtalya’da bile bugün onu herkes tanımıyor. 2 Ancak Monteverdi şimdi, bu yıl, müzik dünyasının ve müzikseverlerin gündeminde.

Nereden mi biliyorum, aylardır her yerde bir Monteverdi’dir gidiyor, eserlerinin konserlerde seslendirilişi dikkate değer ölçülerde. Avrupa’da radyolar ve televizyonlar onu hep tanıtıyor ve eserlerini sürekli çalıyorlar.

Neden mi gündemde? Meğerse bu yıl, Monteverdi’nin 450. doğum yıldönümü oluyormuş. Öğrenmem, 2017’den 1567’yi çıkararak değil ama, yazılanlarda belirtilmesi, yazılması ve vurgulanması sayesinde oldu. Onunla ilgili yazılara çok rastlayınca gündem olmasının nedenini de böylece onlardan öğrendim.

Avrupa’da Monteverdi için bu yıl adeta kampanya yapılıyor. Bu yüzden adını bilmeyen ve bilmeyecek kimse kalmayacak herhalde.

“Monteverdi’yi sever misiniz” diye bana sorulsaydı, hemen evet derdim. Hatta sevmekten de öte, besteci olarak ona düşkünüm de diyebilirim.

Monteverdi, 16. yüzyılda doğmuş geç Rönesans ve erken Barok dönemlerinin bestecisi olan bir İtalyan. Ama Claudio Monteverdi, müzik dünyasının atılım yapmış bestecilerinden birisi. Yenilikçi de denilebilir. Yaşadığı dönemi düşünürseniz yenilikçi olmanın zor olduğu bir dönemin yaşandığı aklınıza gelmelidir. Feodal sistemin dinselliklerinin, katılıklarının ve hotzotçuluklarının değişmezlikleri beslediği zamanlardır. Monteverdi opera türünde zamanın kalıplarını ve türün sınıfsal temelini kırmıştır. Benim onunla tanışmam operalarından değil koral eserlerinden olmuştu. Ne olduğunu pek bilmeden madrigal türü 3 hoşuma gidiyordu. Sonradan öğrendim ki, müzikte dinsel tema ve kuralların geçerli ve etkili olduğu dönemlerde, öyle olmasına karşın, Monteverdi, aslında dindışı bir müzik türü olan madrigali geliştiren ve yaygınlaştıran bir putkırıcıymış ve müzikte bir öncüymüş. (Madrigalin dinsel müzik olduğu yolunda bir yanlış önyargı da vardır. 4 Bugün bile hala madrigali dinsel müzik sanan veya öyle belleyenler bulunuyor.) Monteverdi, madrigalin ise en önemli ve en büyük ustasıymış. Hatta Monteverdi’nin çeşitli katkılarıyla madrigale yeni bir anlam kazandırdığından söz ediliyor.

1587 ile 1538 yılları arasında sekiz kitaplık bir seri oluşturan madrigalleri,bu yenilik ve anlamlaştırma nın örnekleridir. Armonideki modern anlayışın ve müzikte sözün öne çıkmasının da öncüsü olmuştur. 5

Monteverdi’nin vokal müzikle ilgili öncülüğünün ve bilinçli bir hedefe yöneldiğinin kanıtı, öz ve biçim arasında kurduğu bağlantıda yatmaktadır: “Sözler müziğin efendisi olmalı, kölesi değil!” 6

Dönemi değerlendirelim. Resim sanatında da dinsel motifler yavaş yavaş terkedilmektedir, portre ve manzara resmi öne çıkarken Kilisenin konu dayatmaları fazla iplenmemektedir. Artık sanatın “müziksel ve görsel” (audio ve visuel ) meraklıları, müşterileri ve koruyucuları , Kilise ileri gelenleri ve dinadamları değil, “yeni sınıf”ın mensupları, “incelmiş sanat”ın peşindeki aristokratlar ve papalara kafa tutanlardır. Bu değişim, yeniden keşfediş ve yeniden doğuş gibi olan şey, dünyayı seçme dir, dünyalılaşma dır, kendisine de sonradan “özel” bir ad vermek gerekli hale gelmiştir; Rönesans. 7

Sanatta kalıpların kırılmasını, Almanya’daki Reformasyon gibi papaların karizmasının çizilmesi olan dinsel bir hareket sağlamıştır (ya da –daha doğrusuyla– kolaylaştırmıştır). Reform’un, Kilise müziği sınırları içinde de olsa müzik sanatını halklaştırma ve dünyevileştirmesinin öncüsünün o dinsel hareketinin önderi olması ise hiç rastlantıya benzememektedir. Martin Luther (1483-1546), aynı zamanda, içinde müziğin geniş bir yer tuttuğu bir kültür savaşçısı ve öncüsüdür. Kilise müziğini hem dünyevileştirmiştir, hem de onun kitleselleşmesinin, yaygınlaşmasının önünü açmıştır. Luther’in pek bilinmeyen bir tarafı, notalar için olan matbaa nın ortaya çıkmasına ve sonra da çoğalmasına önayak olmuş olmasıdır. 8 Kendisi de flüt ve lavta çalmaktaydı. Kilise müziğinde denemelere olanak yaratmış, dindışı etkilerin kilise müziğine girmesine (belki de bilinçli olarak) izin vermiş, kilise müziği sanatçılarını cesaretlendirmiştir. 9

Kaldı ki, “Reform’un müziğe etkisi” konusu ele alındığında hatırlanması gereken bir başka şey, Calvin’in 10 de müzisyen bir dinadamı niteliğinin olmasıdır. Ve müzik alanında o da kalıcı çalışmalar yürütmüş, kilise müziğinin çeşitlenmesini sağlamıştır. “Protestan kilise müziği”nin yaratıcılarındandır. Luther ve Calvin, ayrıca Reform sonrasında çoksesli müziğin örneklerinin çoğalmasında rol oynamışlardır.




Monteverdi 1640 yılında Venedik’te



Bu satırlar arkasından kısa bir ara sonuç çıkarmak gerekirse, Rönesans ve Reform, düşünce dünyasındaki sıçramalar ve dinsel alandaki yeni düzenlemelerle müziğin önünü açmıştır. Resim sanatında Rafael, düşün dünyasında Erasmus, edebiyatta Shakespeare, bilimde Kopernikus, siyasette Machiavelli, dinde Münzer, teknolojide Gutenberg neyse, müzikte Monteverdi, neredeyse onlarla aynı şeydir.

İtalya’nın bir kuzey kenti olan Cremona’da doğan Claudio, küçük yaşta çeşitli müzik aletlerini çalmaya başladı, iyi bir eğitim gördü, papaz oldu, ancak müziğin etkisi ağır bastı ve müzikçi olarak 23 yaşındayken, Lombardia’nın başkenti olan Mantua’da yönetici-feodal Gonzoga ailesinin hizmetine girdi. Düklük sarayına girişinden iki yıl sonra ailenin sonradan iktidar olacak prensi Vincenzo’ya ithaf




Monteverdi, 1597 yılında Mantua’da



ettiği bir madrigal kitabı, farkedilen önemini artıracaktı. Osmanlılara karşı savaşmak üzere Macaristan’a giden Vincenzo da Gonzaga’ya eşlik etmesi güvenilirliğini daha da güçlendirdi. Uzun yıllar, viyolacı, gambist, korist ve şef olarak onların sarayında çalıştı. 11 Besteler yapıyordu ama otuzlu yaşlarında ilk operasını (La Favola Orfeo, “Orfeo Efsanesi” ) yazdı. 12 Sahnelenmesi ünlenmesine yol açtı. 13





1595 yılında saray şarkıcısı Claudio de Cattaneis ile evlendiğinde Flandr’a gezmeye giden dükün kafilesine katılmak zorunda kalmıştı. Çok sevdiği karısından, evlenmesinin üzerinden iki ay geçer geçmez ayrı düşmüştü. Üç çocuğu oldu, ancak eşini çok erken kaybetti, karısının ölümü ile başlayan kederli hayatı, o günlerden sonra bestelerine de yansıyacaktı. Dükün büyük oğlu Francesco da Gonzaga ile Marguerite de Savoie’nin evlenmesi, yasta olduğu dönemdeydi. Düğün töreni için hazırladığı müzikli sahne oyununda eserden bugüne kalan tek parça Lamento (”Ağıt”) idi.

16. yüzyılda ve sonrasındaki dönemlerde elbette notalama düzeneği vardır, hatta gelişmiş durumdadır, ancak herhangi bir müziğin icrasının saklanmasının mümkün olmadığını hatırlayalım. O dönemlerin bestecilerinin çoğunun müzik icrası dinleyememiş olması, müzik dünyasının çaresizlik ve acı olduğu kadar şaşırtıcı bir gerçeğidir. Besteciyle seslendiricinin aynı kişi olduğu dönemlerin (ki bu dönem aşağı yukarı 19. yüzyıl sonuna kadar devam eder) birincil sorunu, bulunduğu yerin müziği dışına çıkamamaktır. Bach, usta olduğunu işittiği bir müzikçinin icrasını dinlemek için yüzlerce kilometre yürümüştü. 14 Mozart ise, buna karşı son derece şanslıydı. Müzikçi bir “harika çocuk” olarak Avrupa’nın birçok büyük kentine babası tarafından övünülmek ve paraya tahvil edilmek üzere seyahatlere çıkarıldığından her gittiği yerde operalara götürülmüş, çok çeşitli eserlerden icralar görmüş, bilmediği müzikleri dinlemişti. 15 Mozart’ınki gibi olmasa da Monteverdi’nin de de hayatında başka bir ülkenin müziğini dinlemesi ona piyango gibi gelmişti. Flandr gezisi sırasında Holanda’da ve oraya yakın yerlerde kuzey müziği ve icracıları ile karşılaşması hayatının ona yararlı olan deneyleri arasındaydı. Fırsatı iyi değerlendirmişti.

Vincenzo de Gonzaga 1612 yılında ölünce Venedik’te San Marco Kilisesinde maestro di capella (müzik yöneticisi) olarak çalışmaya başladı. Yeni işi, onun Avrupa çapında tanınmasını kolaylaştıran bir rol oynadı. Çünkü Monteverdi, kilisede org çaldığı için Avrupa’nın iyi orgçularından biri olmuştur, çalışmaya başladı diye Venedik bir opera salonuna sahip olacaktır (1637). Bu, hayatının son döneminde sürekli operalar bestelemesinin nedeniydi.

“İnsan sesine eşlik eden orkestranın armonik ve çalgısal seslerini geliştiren” Monteverdi’nin “ciddi” opera (opera seria ) alanında müziği zenginleştirmesi, “iki yüzyıl boyunca aşılamayacak”tı. 16

Monteverdi çarpıcıydı, çığır açıcıydı, büyüktü, etkileyiciydi, hayranlık uyandırıyordu ama ölümünden sonra uzun bir süre müziğiyle birlikte unutulmuştu.

Monteverdi 18. yüzyılın sonunda adeta yeniden keşfedildi, müziği yeni dönem için olağanüstü etkileyiciydi; ve 19. yüzyıl başında besteleri Avrupa’nın önemli müzik yayıncıları tarafından büyük bir olasılıkla (kayıp eserleri dışında) bütünüyle ve defalarca yayımlandı. Bugün onu tanımamızı buna borçluyuz.

20. yüzyılın ilk yarısı, Monteverdi’nin belki de bütün eserlerinin kaydedildiği yüzyıldır ve Monteverdi artık bütün dünyanındır.

Monteverdi’nin önemi nerede? Atılım yapmış ve kalıpları kırmış olduğundan söz etmiştik, ayrıca operada müziksel coşku ve karakter betimlemesinde benzersizliği vurgulanmış, “insan sesine eşlik eden orkestranın armonik ve çalgısal renklerini geliştirdi”ğinden dem vurulmuştur. 17 Çalgılar, Monteverdi operalarından sonra etkin bir şekilde kullanılmaya başlanmışlar ve öne çıkmışlardır, yani Monteverdi insan sesi yanında çalgılara da hayat vermiştir. 18 Bunun bir anlamı, Hıristiyanlığın yasakçı, baskıcı, katı ve bağnaz tutumu 19 yüzünden gelişmemiş çalgı müziğinin önünün açılmasıyla Kilisenin anlamsız ve yanlış uygalamalarının delinmiş, ve böylece Kiliseye karşı “itaatsizlik” yapılmış olmasıdır. Ancak bu, Avrupa din tarihinde her türlü gelişmenin engeli olan Hıristiyanlığın geriletilmesinin adımlarından biridir ve Kilisenin çaresizliğinden başka bir şeyi göstermemektedir. Bu bakımlardan Monteverdi “aynı zamanda çalgı müziğinin babası ve dolayısıyla tüm müzik dönemlerinin temeli sayılır”. 20

Monteverdi, vokal müzik tarihinin en başta gelen adlarındandır. Çoksesli müziğin en güzel örneklerini veren ilk ustalarındandır. Feodallerin saraylarının eğlencelik ve seyirlik bir müzik türü olan operayı, grand opera ’ya (ve “ciddi opera”ya) dönüştürendir. “Müzikli tiyatro” olan operaya ait bütün gelişmelerin zeminini Monteverdi hazırlamıştır. Operaya katkı yapması ve geliştirmesi yanında az bilinen başka bir özelliği de, İtalyan operasını Monteverdi’nin kendi opera yapıtlarıyla ünlendirmiş olduğudur. 21

Fazla farkına varılmamakla birlikte Monteverdi’nin sahip olduğu bir başka özelliği, dindışı müzikle yakınlığında ve iç içeliğindedir. Madrigale düşkünlüğü 22 yanında başka dindışı müziklerin de bestecisidir; “müziksel scherzoların, konzonetler”in. 23

Eserlerinin çoğunluğunda Monteverdi’nin verdiği izlenim hüzündür. Operalarındaki feryatlar ve çığlıklar, şarkılarındaki yakarışlar ve ağıtlar, çaresizliklerin ve onulmaz yaraların yansıtılma isteğidir. Burada hüznün, Monteverdi’nin eserlerinde geniş bir yer kaplamasından daha önemli olan, onun hüznü sergileyebilme, dramları işleyebilme yeteneğidir. Müziğinin insanın içine işlemesi, onun ustalığını gösterdiği kadar, ne kadar duyarlı, dokunaklı, hassas ve üzülmüş bir insan olduğunu da göstermektedir. Nedenleri çeşitlidir. Genç yaşlarda itibar görmesi ve tanımması, onun aleyhine dolap çevirenlerin ortaya çıkmasına yol açmıştı. Kıskançlıklar, hasetler karşısında kahroluyordu. Konuları, tarzı, yenilikçiliği, kuralları çiğnemesi, kalıpları kırması kendisine saldırmak isteyenlerin dayanaklarını meydana getirmişti. Dindışı ürün vermekteki hevesi dinsel çevrelerin husumetine yol açmıştı. Karısının ölümü hayatının felaketiydi. Oğlunu Engizisyon mahkemesinin yargılamaya kalkması, uzun süre hapiste tutması, bir başka felaketti. Mantua’nın saldırıya uğradığı bir savaşta eserlerinin tahrip olması, yazdıklarının ve derlediklerinin yangınlarda yanması, yok olması, onda geleceği kaybetmek gibi olmuştu. En verimli olduğu yaşlılık dönemini maddi sorunlar ve sıkıntılar içinde yaşaması bütün bunların tuzu biberi gibiydi. Elbette müziği hüznün ve kederin müziğiydi.

20. yüzyılın tam ortasında Carl Orff’un (1895-1982), beş grupta toplanan on altı sahne eserinin bir grubunun “Monteverdi’nin yeniden işlenişi” olarak değerlendirilmesi, Monteverdi’nin çağdaş bir besteci olduğunu göstermekten başka bir şey olabilir mi?

*

Yuvarlak geçmiş yılların daha “önemli” olduğu bilinir, rakam büyüdükçe yuvarlak yıl daha etkileyici olmaktadır, nedeni, insansoyu olarak zaman bilincine sahip tek canlı olmamızdır. 24 450. doğum yılı, daha fazla insanın Monteverdi’ye dikkat etmesini, onu tanımasını sağlayacaksa, iyi ki Monteverdi hatırlanmakta ve anılmaktadır.

Luther, Masa Konuşmaları ’nda müziğin kederli ve üzgün insana en iyi gelen şey olduğunu belirtmişti. “Keşfi” müthiştir, bu keşif bir mezhep doğurmuştu. Açıklayıcısı Nietszche oldu, “müziksiz bir hayat yanlış bir hayat olurdu” (Götzendaemmerung ). 25







1  1950 yılları ortalarında ünlenmeye başlamış François Sagan, bir „çoksatan roman“ yazarıydı. En ünlü kitaplardan birinin adı Brahms’ı Sever Misiniz ’di (1959). Yayımlanmasından iki yıl sonra Amerikalı yönetmen Anatole Litvak tarafından sinemaya uyarlanmıştı (siyah-beyaz filmin oyuncuları, Ingrid Bergman, Yves Montand ve Anthony Perkins‘di). (Yaşı otuzu-kırkı geçmeyenler bilmez düşüncesiyle „Brahms’ı sever misiniz“ soru cümlesinin toplumsal algılanış nedeni bu notla açıklanmak istendi.)

2  Kastımız, Batı toplumlarının kendi kültür birikimi dahil kendi değerlerine yabancılaşmasıyla ilgilidir. Emperyalist ve popüler kültür Avrupa’nın tarihsel kültür yoğunlaşmasını erozyona uğratmıştır. İngiltere’de Shakespeare’i, Almanya’da Goethe’yi, Fransa’da Voltaire’i, İtalya’da Dante‘yi okuyan insan sayısı son derece azdır.

3  Madrigaller, Kilise müziğinin de dili olan Latinceden kopuşla birlikte, aynı zamanda konu olarak da dünyevileşmiş bir türdür. Aşk, şehvet, sevinç, hüzün, taşlama, yergi, siyaset vb. alanlar, alaycı, neşeli, duygulu, törensel ve ağıtsal şekillerde dolaşıma sokulur. Madrigal, “yeni bir tür” olmanın ötesinde, müzikte laikleşmenin adımlarından biridir.Madrigalin ortaya çıkması 16. yüzyılın başındadır (20’ler) ve İtalya’dadır. İlk ilgi gördüğü ve yayıldığı yer ise İngiltere’dir. 17. yüzyılda, ilk büyük Alman bestecisi kabul edilen Heinricht Schütz’ün (1585-1672) İtalyan Madrigalleri (1611) adlı eseri, madrigal türünün Almanya’daki varlığının göstergesi olmuştur. Bu bilgilerle ilgili olarak bkz. Evin İlyasoğlu, Zaman İçinde Müzik / Başlangıcından Günümüze Örneklerle Batı Müziğinin Evrimi , Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1996, s. 20-21 ve 32-33; Geschichtte der Musik: Band II / Renaissance und Barock , Atlantis, Prestel Verlag, München 1990, s. 290 vd.

4  “Itrî’den Monteverdi’ye” adlı bir televizyon belgeselinin çekiminde İstanbul Boğaziçindeki Aynalıkavak Kasrı mekan olarak kullanılırken, Türk müziği icrasının arkasından madrigal korosunun seslendireceği Monteverdi müziğine sıra gelince, müziğin bina içinde seslendirilmesi görevliler tarafından engellenmek istenmiş. Büyük bir olasılıkla icra edilenin dinsel Hıristiyan müziği olduğu sanılmış olmalı. Öyle de olsaydı, böyle bir anlayışı normal görmek olanaklı değildir elbette, ama sorunun cehaletten kaynakladığı da ortadadır. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Evin İlyasoğlu, Müziğin Kanatlarında / Söyleşiler , Pan Yayıncılık, İstanbul 1992, s. 114 vd.

5  Silke Leopold , Monteverdi und seine Zeit , Laaber-Verlag, Laaber 2002.

6  Mehmet Dirisu’dan akt. İlyasoğlu, 1992, s. 117.

7  Bu adlandırma, ilk kez 19. yüzyılda Fransız tarihçi Jules Michelet tarafından kullanılmıştır.

8  Bu konuda bilgi için bkz. Alp Hamuroğlu, „‘Reform“ 500 Yaşında: Luther, Türkler ve Protestanlık“, Bilim ve Ütopya , sayı 277, s. 27-45 içinde s. 41.

9  Mehmet Kaygısız, Müzik Tarihi / Başlangıcından Günümüze Müziğin Evrimi , Kaynak Yayınları, İstanbul 1999, s. 80.

10  Hukuk eğitimi de almış olan Johann Calvin (1509-1564), Reformasyon’un İsviçre’deki önderidir. Fransa’da etkili olmuştur ve Fransa ile İsviçre’de Protestanlık Kalvenizm olarak adlandırılmıştır.

11  Prenslikler ve dükalıklar (Floransa, Venedik, Ferrara gibi) birbirleriyle hükümranlık mücadelesi ve rekabet içindeydi. Saraylarını kültür ve sanat merkezi yaparak üstünlük sağlamak bu yarışmanın bir alanıydı. Mantua, dönemin önemli bütün müzikçilerini toplamıştı, dükalık sarayının „aynalı salon“unda verilen konserler, Santa Barbara Kilisesindeki ayinler ve diğer müzik etkinlikleri göz kamaştırıcıydı. Ünlü şair Tasso, ressam Rubens, bilimci Galilei gibi etkili kişilikler de düklük sarayında ağırlanmaktaydı.

12  Jacopo Peri’nin Euridice adlı eseri, 1600 yılında Floransa’da IV. Henri ile Catherine de Medici’nin düğününde temsil edilmişti. Düğüne giden Mantua Dükü Vincento da Gonzaga altta kalmamak için kendi kentindeki karnavalda icra edilmek üzere Monteverdi’ye bir eser ısmarladı. 1607 yılında sahnelenen opera Orfeo Efsanesi ’ydi. Eğlenceler arasında farkedilmeyen, eserin kusursuzluğu ve opera sanatının ilk doruğunun sahnelenmekte olduğuydu.

13  Diğer operaları, Arianna (1608), Odysseus’un Dönüşü (1640), Poppaea’nın Taç Giymesi (1642, ilk tarihsel konulu olanı), Tancredi ile Clorinda’nın Savaşı ‘dır (1651). Bu operalardan yalnız Odysseus’un Dönüşü ile Poppaea’nnı Taç Giymesi bugüne kalabilmiştir.

14  Büyük Alman besteci Johann Sebastian Bach (1685-1750), yirmi yaşında Arnsbach’ta kilisede müzikçi ve orgçu olarak çalışırken Lübeck’te Avrupa çapında ünlenmiş orgçu Dietrich Buxtehude’yle (1673-1707) tanışmak, çalışı ile eserlerini dinlemek ve onun sanatını yakından izlemek için bulunduğu yerden oraya kadarki yolun (320 km.) büyük bir kısmını yürüyerek gitmiş, Lübeck’te dört haftaya yakın kalmış ve Buxtehude’nin çaldıklarını dinlemişti. Dönüşünün de yürüyerek yapıldığı biliniyor.

15  Wolfgang Amadeus Mozart’ın (1756-1791), daha on yaşına varmadan Holanda, İngiltere, Fransa, İsviçre ve İtalya gibi Avrupa ülkelerine gitmesi, Avrupa müzik dünyasını her yönüyle tanımasını sağlamıştı. Düşünün ki o yaşlarda bile Mozart besteler yapmaktaydı. Gezileri sonraki yıllarında da devam etti. Bu bakımdan dinlediği müzik çeşitliliğiyle yüzyılların en şanslı müzikçisi-bestecisiydi denilebilir.

16  Sidney Finkelstein, Müzik Neyi Anlatır , Kaynak Yayınları, İstanbul 1996, s. 32.

17  Finkelstein, s. 32.

18  Çalgı yapımcılığının, çalgısal (enstrümental) müziğin ortaya çıkması, çalgı müziğinin ayrı ve yeni bir kimlik kazanması, solo çalgıcılığın ve virtüözlüğün doğuşu, melodiciliğin gelişmesi, vokal müzikte metnin öne çıkması, müzikte yeni türlere yönelinmesi vb. bu hayat vermenin sonuçları arasındadır.

19  15. yüzyıla kadar çalgılar kilise tarafından neredeyse yok sayılmıştır, “çalgılar için armoni kurallarına göre yazılmış eserler olmadığı gibi, eşlik çalgısı olarak kullanıldıklarında bile ayrı partisyonları [yazıları] yoktu, Kaygısız, s. 118.

20  Kaygısız, s. 117-18.

21  İlyasoğlu, 1996, s. 28.

22  Madrigalleri sekiz kitaptan oluşmaktadır, 1587 ile 1638 yılları arasında, dolayısıyla hayatı boyunca kesintisiz madrigal yazmıştır; aynı eser , s. 29.

23  Aynı yerde .

24  Hamuroğlu, s. 43.

25  Alman felsefeci Friedrich Wilhelm Nietszche (1844-1900), Wagner’le dostluğu ve yakınlığı yüzünden müzikle de ilgilenmişti.

Bunları da sevebilirsiniz