Cihat, müftülerle nikah ve gidilen yol…

Gün geçmiyor ki AKP hükümetinin laikliğe aykırı bir söylem veya eylemi söz konusu olmasın.

AKP’nin laik eğitim ve laik hukukla çatışan uygulamaları her geçen gün hız kazanarak sürüyor.

Din sömürüsü de buna eklenince, diğer partiler de ses çıkarmaktan olabildiğince uzak duruyor.

***

12 Eylülün eğitim konusunda getirdiği laikliğe aykırılıkların kaldırılması artık gündeme bile gelmiyor.

12 Eylülün bu anlayışından beslenen sistem, yeni aykırılıklar da yaratarak yoluna devam ediyor.

Daha en son laboratuvarı bile olmayan okulda hükümetin aklına nedense mescit geliyor.

Ders içerikleri değişiyor ve artık evrim konusuna yer verilmiyor.

Öte yandan cihat konusu zorunlu din dersi içeriğinde yer buluyor.


Cumhurbaşkanı, cihat ele silah almak değil, nefisle mücadele etmektir diyor.

Sormak gerekiyor, mücadele edilen nefis yoluyla nereye varılacaktır…

Kuşkusuz tek tip anlayışa, tek dini düşünceye…

Bu da, laik sistemde, devlet eliyle ve devlet eğitimi yoluyla!


Cihat, islami düşünceyi kabul ettirmek demektir. Kabul için, gerekiyorsa zor kullanmak hatta gerekiyorsa silaha başvurmak ta cihadın kapsamı içindedir.

Bir iktidar için, iktidar olanaklarını kullanan için, bir şeyi kabul ettirebilmek konusunda mutlaka ele silah almak gerekmemektedir.

İktidarın gücü ve olanakları, zor yani silah anlamına gelmektedir.

Hukuk bunu böyle yorumlamaktadır.


Gelinen bu aşamada çok açıkça zorunlu eğitimin bir amacı artık, bu eğitimin içeriğinde cihat konusu da olacağına göre, bu eğitime tabi olanların yani herkesin zorunlu olarak islami düşünce sahibi yapılması da yer almaktadır.

Milli eğitimin hedefi, herkese islami düşünceyi benimsetmek olmuştur.


12 Eylülden gelen ve zamanla da eklenen eğitimdeki laikliğe aykırılıklarla mücadelede üzücü olan, muhalefetten konunun üzerine gidileceği beyanlarının kısık sesle çıkmasıdır.

Aynı durum Cumhurbaşkanının cihat söylemi konusunda da yaşanmıştır.

Cumhurbaşkanı, bu anlayışla devam ederek, nefisle mücadele yoluyla ilk seçimlerden de başarı ile çıkacaklarını belirtmiş, seçimleri bile cihadın aracı olarak gördüğünü ifade etmiştir.

Yani Cumhurbaşkanına göre, iktidarın güç ve olanakları dışında, demokrasideki her yol bile cihat için bir araçtır.

Bu anlayışa göre mevcut iktidarın yerinden edilmesi demek, ilahi, islami bir güce karşı çıkılması anlamına gelmektedir.

Bu anlayışa göre böyle bir karşı çıkışla iktidarın yerinden edilmesi ise düşünülemez.

Çünkü böyle bir iktidarı yerinden etmek, böyle bir islami güce karşı çıkış, mürted anlamına gelmekte olup, bunun karşılığı da karşı çıkanın yaşam hakkının elinden alınmasıdır!

Bakınca da, iktidarın bu anlayışla yoluna devam ettiği görülmektedir ki, iktidar hukuk ve demokrasi demeden önüne kim çıkarsa etkisiz kılmak için her yola başvurmaktadır.

Böyle bir tabloda muhalefetin dur demesi gerekirken, bunları duymazdan gelmesi veya sesinin çok kısık çıkması hangi gerekçeye dayanırsa dayansın asla kabul edilemez.

***

AKP hükümeti şimdi de müftülere de evlendirme memuru yetkisi verilmesine yönelik bir yasa değişikliğini gündeme taşımakla, laik hukuka saldırı konusunda yeni bir adım daha atmıştır.

Konuya destek veren siyasi partiler yanında, diğer partilerin karşı koyması da yine kısık sesledir.


Cumhuriyet ve hukuk devrimi ile birlikte, çok hukukluluk sona ermiştir.

Böylece herkes kendi inancına göre farklı bir hukuka değil, herkes hangi din ve inanca sahip olursa olsun eşitlik içinde devletin laik hukuk sistemine tabi olmuştur.


Laiklik, en yalın anlatımıyla din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasıdır.

Din işleri demek, inanç ve ibadet alanında kalan konular demektir.

Dünya işleri demek ise, kişilerin kendi aralarındaki ilişkileri ve devletle olan ilişkileri demektir ki, bu ilişkileri kural koyarak düzenleme yetkisi devlete aittir.

Devlet te, laiklik gereği, halka ait olan egemenlik yetkisinden, kural koyma yetkisinden hareketle dünya işlerini düzenlemektedir.


Evlilik ve nikah, inanç alanı dışında kalan, dünya işleri alanındaki, hukuksal bir konudur.

Bu nedenle, bir evliliğin nasıl gerçekleşeceği ve tabi olduğu hükümler ve hakları belirleme, din işleri dışında, devletin egemenlik yetkisi, kural koyma alanı içinde kalmaktadır.

Evlilik işlemi, resmi bir işlem, bir devlet işlemidir.


Devrim yasaları bağlamında 1924 yılında, islam dininin inanç, ibadet esaslarını yürütmek, dini kuruluşları yönetmeye özgü olarak Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) ve DİB’e bağlı olarak ta müftülükler kurulmuştur.

Halen yürürlükteki yasaya göre DİB’in görev tanımı, bu kuruluş yasası ile aynıdır. Yine yürürlükteki yasal düzenlemeye göre de müftüler, Diyanet İşleri Başkanının temsilcisi olup, müftülükler de, DİB’in taşra teşkilatıdır.


1926 tarihli Türk Medeni Yasası (TMY) ve sonraki yasal düzenlemelerde, şimdiye kadar hiçbir din görevlisine “evlendirme memuru” yetkisi tanınmamıştır.

Müftülere bu yetkinin tanınması demek, hukuk devriminin ve bu devrimin temeli TMY’nin içinin boşaltılması, inanca göre ayrımcılık yaratılması, laikliğe aykırı hareket edilmesi demektir.


Müftü veya imamın nikah kıyması, islam hukukunda bile söz konusu olmayıp, kullanılan gerekçe açıkça din sömürüsü yoluyla, dinin egemenlik alanının genişletilmesidir.

Hukuksal bir konunun, bütün görevi islam dininin inanç alanı içindeki konular olan müftülüklerce de yapılmasına olanak sağlanması demek, dinin inanç alanı dışına çıkması, özel yaşamı düzenler hale gelmesi demektir. Bu durum, açıkça laikliğe aykırılık yaratmak demektir.


Devletin, müftülere inanç alanı dışında yetki tanıması demek, devletin müftülere ve dolayısıyla islam dini karşısında tarafsız kalmaması demektir ki, bu durum da ayrıca laikliğe aykırıdır.

Nikah işlemi öncesi ve sonrasında mutlaka evliliğin dinsel töreninin yapılması da yerleşecektir ki, bu da evliliğin kural olarak dinsel töreninin de devlet eliyle yapılması demektir.

İnanç alanı dışında kalan, özel yaşam içindeki evliliğin resmi işleminin, müftü tarafından yerine getirilmesi demek, müftü ve inanç boyutu devreye sokulmakla, evliliğe ve sağladığı haklara da, fiilen din penceresinden bakılmasına yol açacaktır.

Bu durum, evlilik içinde kullanılan hakların da, ayrıca ve fiilen etkilenmesine yol açacaktır.

Evlilik ve sonrasında çıkan uyuşmazlıklarda da din söz sahibi olacaktır.


Sosyal boyut dikkat alındığında, müftülere nikah kıydırma durumu, müftülere nikah yaptıranlar ve yaptırmayanlar olarak ayrımcılık yaratacak, bu şekilde nikah yaptırmayan kadınlar ve çocuklarının ötekileştirilmelerine de yol açacaktır.

Kadının zayıflığı kullanılıp, din sömürüsü de yapılarak böyle bir düzenleme asla kabullenilemez.

Çözüm, kişileri hakları konusunda bilgilendirmek, tüm hakların temeli laikliği etkin kılmaktır.

Düzenlemeyi, laik hukuk devletinde haklı kılacak hiç bir gerekçe söz konusu olamaz.

Din görevlisine, bir dünya işi, bir devlet işi, resmi bir iş, inanç alanı dışındaki hukuksal bir konu yüklenmesi demek, laik hukuka yapılan ağır bir saldırı demektir.

Düzenleme devrim yasalarına ve anayasanın değiştirilemez hükümlerine de açıkça aykırıdır.

***

AKP, demokratik ve laik cumhuriyete aykırılığın odağı olduğu saptanmış bir siyasi partidir.

Bu niteliklerine rağmen her nedense hakkında kapatma kararı verilmemiştir.

Bu nitelikteki aykırı eylemlerini, azaltmak veya sadece tekrarlamak bir yana, her alana yayarak ve de artırarak sürdürmekte, aynı yolda yoluna devam etmektedir.

Demokrasi karşıtı bir parti olarak “demokratik hükümet”, laik cumhuriyet karşıtı bir parti olarak “laik cumhuriyet hükümeti” görevi yapması kuşkusuz söz konusu olamaz.

Görevini sürdürmesi, girdiği aykırı yolu değiştirdiğini değil, hukuk ve demokrasi kanallarının ileri derecede tıkandığını göstermektedir.

Görevini sürdürmesi, seçimlerden çıkması, demokratik ve laik cumhuriyete uygun nitelikte olduğunu göstermemektedir.

Öyle olsa, %92 oy alan anayasası nedeniyle 12 Eylül yönetimi, en demokratik yönetim olurdu!

***

İktidarın laiklikle çatışan iş ve işlemlerine, her türlü demokrasi ve hukuk dışı hareketlerine, kuşkusuz hukuk ve demokrasi yolu ile karşı konulacaktır.

Hukuk ve demokratik hakları ve ortamı, iktidar gücünü elinde bulunduran AKP iktidarı kendine göre biçimlendirmekte, oyunun kurallarını da her zaman kendine göre koymaktadır.


Gelinen aşamada yasama, yargı ve basın organları, iktidarın baskısı, etkisi ve çoğunluk gücü nedeniyle, iktidarı denetleyemez olmuşlardır.

Böyle bir tabloda adalet yürüyüşünün gerçekleştirilmiş olması, yürüyüşe ve sonundaki mitinge de, iktidarın baskılarına ve OHAL’e rağmen halkın da destek vermesi son derece önemlidir.

Bu da her durumda çare ve çözümün halkta olduğunu, bu nedenle halkla beraber ve halkın içinde olunmasını, bundan uzak durulmamasını bir kez daha göstermiştir.

Kaldı ki, halkla beraber olmak ta hukuk ve demokrasinin bir gereğidir.


Laikliğe aykırı hareket ve din sömürüsü, iktidarın duruşunun ve tükenişinin de bir işaretidir.

Unutmamak gerekir ki, kurtuluş ve kuruluş süreci ve Cumhuriyet, müdafai hukukla, yani halkın kendi hukukuna sahip çıkmasıyla, böyle bir anlayış ve mücadeleyle gerçekleşmiştir.

O halde her koşulda bu anlayışa sahip çıkılmalı, çare ve çözümün halkın içinde ve halkla beraber olmak gerçeğinden geçtiği unutulmamalıdır.

Bunları da sevebilirsiniz