Türkiye nereye gidiyor

CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun mahkümiyetine ve hükümle birlikte tutuklanmasına karar verilince, bu durumu bardağı taşıran son damla olarak niteleyen CHP Genel Başkanı somut bir eylem olarak adalet yürüyüşü başlattı.

15 Haziranda başlayan, 432 kilometre ve 25 gün süreceği planlanan yürüyüşün, İstanbul Maltepe Cezaevi önünde sona ereceği açıklandı.

 

2008’de AYM kararıyla, demokratik ve laik cumhuriyet karşıtlığı saptanarak bu durumu kesinleşen AKP, bu niteliklerine rağmen iktidarda bırakıldı.

Laik Cumhuriyete karşıt bir partiden laik Cumhuriyet hükümeti görevi yapması, demokrasi karşıtı partiden demokrasiye uygun hareket etmesi beklendi.

O ise aykırı yapısını daha da artırarak yoluna devam etti.

Demokrasiye bir tramvay gibi istediği durakta bindi, istediğinde ise indi.

Bir darbede bile şimdiye kadar bu kadarı olmadı.

 

16 Nisan sonrasında daha da açık biçimde, Cumhuriyetin bütün niteliklerinin, tüm kurucu değerlerin, Anayasaya göre değil, demokrasi karşıtı ve laik cumhuriyete aykırı AKP’nin iki dudağından nasıl çıkarsa ona göre yaşandığı görülüyor.

Böyle olunca AKP istediği zaman anayasanın dışına çıkıyor ve artık yaptıkları da, anayasayı ihlal olarak denetime tabi tutulamıyor.

Anayasa AKP’yi sınırlandırmayınca, artık adalet yaşanamıyor, adalet mülkün temeli olamıyor.

Dün FETÖ tarafından kullanılan yargı, bugün ise iktidarın etkisinde aynı şeyleri yapıyor.

Bu tablo elbette bugün ortaya çıkmadı, bugün zirveye çıktı.

 

Ülkede çok uzun zamandır artarak yaşanan sorunlardan herkes kurtulmak istiyor.

Bir arayış söz konusu ve bu yürüyüş süreçten kurtuluşun reçetesi olsun isteniyor.

Yürüyüş sürerken ülkeyi ve herkesi doğrudan ilgilendiren çok yüklü bir gündem de yaşanıyor.

Kıbrıs’tan, 25 Eylülde yapılacak Kuzey Irak referandumuna, 18 adalardan, uyum yasalarına kadar birçok konu bu süreçte gündemin en önemli maddelerini oluşturmasına rağmen, bu konular yürüyüşün gölgesinde kalıyor.

Herkes, hukuk için, demokrasi için, Cumhuriyet için bir şeyler yapma istek ve kararlılığı içinde olunca, kimse bu isteğini saklamıyor ve sorumluluk yüklenmek adına ortaya çıkıyor.

Böyle olunca insan sormadan edemiyor, bu yürüyüş öyle bir yürüyüş mü, bu yürüyüş o yürüyüş mü, bu yürüyüş reçete olabilir mi ya da olabilirse nasıl…

 

Berberoğlu da dahil elbette herkese hukuk herkese adalet.

Bunda hiçbir kuşku yok.

Şapkayı önümüze koyarsak, milletvekili seçilmeden önce bile Berberoğlu’nun F. Gülen ile olan iletişimi yürüyüşe katılım konusunda soru işaretlerine neden olmuyor değil.

O nedenle yıllardır söylem değil eylem denilmesi ve bir adım atılmaması karşısında, şimdi atılan bu adımın, başlatılan böyle bir eylemin Berberoğlu’nun şahsında somutlaşmaması gerekiyor.

 

Yürüyüş, 8-9 Temmuz tarihinde sona erecek.

Hemen sonrasında ise 15 Temmuz kutlamaları ile Türkiye başka bir iklimin içine sokulacak.

Bu durum, yürüyüşün Berberoğlu kararı nedeniyle aniden başlatıldığını gösteriyor.

Farklı programlar yaratıp, bu hareketin 15 Temmuz sonrasına da taşınması gerekiyor.

Aksi halde zamanlama olarak plansız olan, yürüyüp bitince iz bırakmayan, gündemi meşgul eden, iktidarı panikletmeyen ve tedirgin etmeyen, yapılmış bir yürüyüş olarak tarihe not düşmenin ötesine geçmeyen bir yürüyüş olarak hafızalarda yer alacak.

 

İHAM, OHAL adı altında yapılan işlemlerde öncelikle OHAL komisyonuna başvurulup yargı süreci de tüketildikten sonra kendisine başvurulabileceğini belirtti.

OHAL Komisyonu, hükümete bağımlı.

HSK’nın ve diğer yargı organlarının hali de ortada…

OHAL ve FETÖ ile ilgili hükümetin hoşuna gitmeyen işlemlere imza atan yargıçlar bile soluğu anında cezaevinde veya başka bir ilde alıyor…

İHAM şimdiye kadar kendisine başvuru öncesinde, eğer başvurulacak yerlerden etkin bir sonuç alınması söz konusu değilse, boş yere zaman kaybedilmemesi için bu yerlere başvuruların tamamlanmasına gerek olmadığını söylerken, aksini ifade eden bu son karar, kimsenin yaşanan bu süreçte İHAM’a başvuramamasına, AKP’nin ağzından çıkacak olana, sorgusuz sualsiz öncelikle OHAL komisyonu ve sonrasında da mahkemelerde olmak üzere ortalama 5-6 yıl boyunca hukuk diye tabi olmasına da yol açmış durumda.

 

İşte yürüyüş kalıcı bir sonuç yaratmaz ise, bu durum AKP iktidarda kaldığı sürece, AKP’nin hukuk ve adalet anlayışına teslimiyeti yaratacak.

Gündemde geri planda kalan konularda etkin bir muhalefet ortaya çıkmayacak.

AKP daha sancılı durumlara yol açtığında, o zaman halk böyle eylemlerin içine çekilemeyecek.

 

Yürüyüş AKP üzerinde iz yaratsın veya yaratmasın bu her iki durumda da, genelde herkes, bir yürüyüş ve somut bir eylem, demokratik hak kullanımı özlemi içinde olmakla, yürüyüşün dışında kalınmasının bu değerler ile çatışma olarak değerlendirilmemesi için herkes olabildiğince bu yürüyüşe destek vermeye çalışıyor.

Bu düşüncelerle CHP’de parti içi muhalefet kesimi de dahil herkes bu harekete dahil olduklarından, Kurultay sürecine denk gelen bu yürüyüş, Kılıçdaroğlu’nun demokrasi kararlılığı gibi öne çekilip, onun Kurultay’da durumunu sağlama alacak.

 

Yürüyüş, halkla, sokakla bir eylem ortaya koyma özlem ve sevdasının yerine getirilmesi gibi yürünüp biten bir hareket olarak görülmeyerek, her durumda kalıcı bir sonuç yaratmalı.

AKP ancak bu durumda demokratik bir fren ile etkin biçimde karşı karşıya kalacak.

Bunun için de yürüyüşün Berberoğlu’ndan soyutlanması gerekiyor.

Solu bir araya toplama, bunu aşarak hayır blokunu bütünüyle yan yana getirme, bunun da ötesine geçilerek konu herkes için adalet olunca, ulus kimliği altındaki her rengi her farklılığı bir araya getirmesi gerekiyor.

Herkes iyimser yaklaşmak istiyor ama bakınca şu ana kadar bu yolda beklenilen derecede bir başarı elde edilemediği de görülüyor.

 

CHP, kadro olarak soldaki bir ANAP çizgisine doğru kayarken, kendi değerlerinden uzaklaşıyor.

Yürüyüşü başlatan CHP yönetimi olmakla, parti bayrakları olsa da olmasa da yürüyenler, CHP ile siyaseten bütünleşen kişiler.

Yürüyenlerin, her türlü aidiyetlerini göstererek, her türlü farklılığın yan yana olduğunu, adalet için herkesin buluştuğunu sergilemesi gerekiyor.

CHP artık iş öyle bir noktaya gelmiş durumdaki, halka, kitlelere, ülkeye seslenmesi gerektiğinde, kendi parti kimliğini saklamak gerektiğine inanıyor.

CHP yöneticilerini bu düşünceye iten ne…

Kuşkusuz CHP ilke ve değerlerini tam olarak özümseyememiş olmaları.

Gerçekten CHP ilke, değer ve inancına sahip olsalar, Türk bayrağı yanında, ortak söylemler yanında, parti bayrağının tutulmasından geri durulmaz.

CHP’nin olmazsa olmaz değerlerinin de, herkesi birbirinden uzaklaştıran değil yakınlaştıran, kaynaştıran değerler olduğu görülür ve bunlar ifade edilir.

Yaşananlarla iş o noktaya gelmiş durumdaki, artık siyasi partilerde siyaset kalmamış durumda.

 

Yürüyüş, söylem değil artık geç te olsa eylem denilerek başlanmış bir hareket olarak olumlu.

Yürüyüşün başarısı ancak ve ancak halkı içine çekebilmesi ile olanaklı.

Halk, yürüyüş içine çekilemezse, bu durum yürüyüşe neden olanların işine yarayacak.

Daha sancılı durumlarda artık halk bu gibi eylemlerin içine çekilemeyecek.

Bu yürüyüş o zaman bir eylem kırıcı gibi olacak.

 

Ülkenin her köşesinden yükselen adalet istekleri yanında, ülkede her konuda yaşanan sorunlar da gözetildiğinde, kuşkusuz bu süreci halka mal edecek, kalıcı sonuçlar yaratacak bir yola girilmesi gerekiyor.

Bu düşüncelerimi, ilk günün sonunda görüştüğümüz ve şimdiye kadar somut eylem ortaya konulmadığı, CHP değerleri öne çekilmediği için, kendisini eleştirdiğimi de ifade ederek Sayın Kılıçdaroğlu’na da aktardım.

Eleştirinin doğal bir durum olduğu yanıtını aldım.

 

Yürüyüşün sonunda, Türkiye’nin, yarınların, Cumhuriyetin, adaletin, Türkiye’nin nereye gittiğinin konuşulup kararların alınacağı ve bu kararların uygulanacağı bir Cumhuriyet Kurultayının toplanması çağrısının yapılması gerekiyor.

15 Temmuz sonrasında, Kuzey Irak’taki referandumun yapılacağı 25 Eylül öncesinde toplanacak Kurultayda alınacak kararlar, sürecin yol haritasını oluşturacağından, bu harita hem iktidar yürüyüş yolunu, hem de AKP’nin çıkmaz yolunu halka açıkça gösterecek.

Böylece iktidarın arkasına da takılmadan yürünmüş olacak.

25 Eylülde Kuzey Irak referandumu da düşünülünce, bu Kurultayın referandumun onarılamayacak sonuçları ortaya çıkmadan, bu tarihten önce gerçekleşmesi gerekiyor.

 

Kurultay denilince akla sadece koltuğun seçimin gelmemesi gerekiyor.

CHP’nin, Cumhuriyete sahip çıkanlara, Cumhuriyete saldırılara hayır diyenlere, adalet mülkün temelidir diyenlere, tüm bu bileşenlere çağrı yaparak, seçimsiz bir Kurultayda, Türkiye’yi konuşabilmesi gerekiyor.

Müdafai hukukla Cumhuriyet ortaya çıktığına göre, amacın müdafai hukuk, Cumhuriyet olduğunun ortaya konulması, bu amaçla bir araya gelinmesi gerekiyor.

Demokrasiye sonuna kadar sahiplenmek gerekiyor.

Cumhuriyet elden giderken, öncelikle Cumhuriyet etrafında kenetlenmek gerekiyor.

Bunun yolu da olağanüstü toplanacak bir Cumhuriyet Kurultayından geçiyor.

Bu durum herkesin nereye yürüdüğünü göstermesi yanında herkes için içtenlik testini de oluşturuyor.

Bunları da sevebilirsiniz