Adına bayram denen günleri geride bıraktık. Acılarla sevinçleri, ölümlerle mutlulukları harmanlayan günleri kâh öfkelenerek, içimiz acıyarak, kâh gülerek geride bıraktık. Yaşam böyle bir şey!
Bir hafta içinde, İstanbul Maçka Demokrasi Parkı’ndan, Bodrum Kalesi’ndeki caz
festivaline ışınlandım. Ve bugün sizlere sadece iki muhteşem konseri anlatacaktım ki, söylemezsem ölürüm diyerek önce iki noktayı paylaşma gereğini duydum:
“Nuriye ve Semih Ölmesin” ilanına imza atanlara karşı bakanın tehdidi / azarı/ söylemi aczin ifadesidir. Bu iki insan sadece işlerine geri dönme talebiyle açlık grevine girmişlerdir. Bin kez imzamı veririm. Ve artık ölüme değil yaşama sarılmaları için ikisine de yalvarırım. Başardılar: Seslerini herkes duydu!
Hülya Koçyiğit’in hapisteki gazetecileri suçlayan çıkışı utanç verici. Kendisine geçmiş olsun der şifalar dilerken; meslektaşlarımıza ve ailelerine büyük bir özür borçlu olduğunu hatırlatmak isterim.
Bodrum ‘cazlanırken…’
Bin kez söyledim tekrarlıyorum: Herkes kendi Bodrum’unu seçer.
Binlerce Bodrum var, Bodrum yarımadasında. Sabah 9 – 12 arasında denize girdiniz mi, her yer, sahil, sokaklar, bomboş: Kediler, köpekler ve siz. Trafik? Kalabalık? Sıcak? Güldürmeyin insanı! “Biç (beach) Kulüpler” ve magandalar ancak öğleye doğru uyanıyor. O saatlerde siz, kuytuda kitaplarınıza gömülmüş oluyorsunuz.
Akşam seç seçebildiğini: Ben Caz Festivali’ni seçtim!
Bodrum Kalesi’nin bir yanı gün batımı kızıllığında, öte yanında incecik hilal yükseliyor. Festivalin mimarı Hakan Erdoğan’ı İstanbul dinleyicisi yakından biliyor. “Kahvaltıda Caz”; “Ramazanda Caz” “Balık Ekmek Caz”; “Bach İstanbul’da, “Mozart İstanbul”da… Şimdi bütün bunları yaz aylarında Bodrum’a taşıyor ve birkaç aya yayıyor…
“We Jazz Bodrum- Bodrum’u Cazlıyoruz” festivalinin açılışı iki muhteşem sanatçıdan.
İlk akşam ünü dünyayı çoktan sarmış Fas ve Fransa kökenli Hindi Zahra sahnede. Norah Jones, Pati Smith gibi cazın efsane isimleriyle karşılaştırılıyor.
Çok romantik “Beautiful Tango” dışında hiçbir şarkısını dinlememiştim. Oysa çok başarılı albümleri var… Buğulu bir sese sahip. Afrika rüzgârını, Berberi cazibeyi ve Batı stillerini harmanlıyor. Sahnesi çok güçlü: Sadece sesiyle değil, en çok elleriyle ve saçlarıyla söylüyor. Tüm bedeniyle söylüyor. Dansları farklı bir anlayışta. Güzel mi bilemeyeceğim farklı ve izleyiciyi coşturuyor. İKSV’nin Caz Festivali’ne de geliyor. Kaçırmayın derim.
Karsu: Ateş parçası
Onu canlı değilse de plaklarından ve ekrandan dinlemiştim. Hakkında çok şey okumuştum. İşte nihayet canlı canlı izleyecektim! İzledim ve çarpıldım!
Karsu Dönmez, bakmayın bir içim su dediğime, o bir ateş parçası, dinamit, tepeden tırnağa dişi, hayır hayır afacan bir çocuk, yeryüzünün en masumu, en şeytanı, hayır melek!
Sizi bir anda avucunun içine alıyor. Tanrım bu koskocaman ses, bu gırtlaktan gelen haykırış, bu çığlık, bu incecik bedenden nasıl çıkıyor! Bu aşk acısını bu kız çocuğu nasıl ifade edebiliyor! Bu fısıltıyı nasıl yüzlerce kişiye iletebiliyor! İnanılması güç!
Caz, klasik müzik, pop, alaturka, Batı, Doğu, rock, blues ve soul… Hepsini birbirine harmanlıyor ve kendine özgü bir müzik yapıyor.
Söylediği tüm şarkıların bir ikisi dışında tümünün bestesi ve sözleri kendisine ait… Bilinçli, insanın içini acıtan sözler de var, gülümseten de… Piyanosunun başında bir virtüöz ama aynı zamanda 6 kişilik orkestrasını da yönetiyor… Ulrich de Jesus: Gitar, Marten Jeninga: Bass, Efe Erdem: Tronbon, Daniel Mester: Saksafon, clarinet ve Willem van der Krabben: Davul.
Seyirciyle kurduğu ilişki olağanüstü! Grubuyla ilişkisi de öyle.
Her şarkı arasında seyirciye öyküler anlatıyor. Aylan Bebek ve onun için yaptığı şarkıyı, annesinden babasından öğrendiği şarkıları, okuma yazması olmayan köyden gelen Nene’sinin Hollanda’da konser sırasında zılgıt çekmesini, konservatuvara giremeyişini, Carnegie Hall’daki konserini… Sonradan öğrendiği Türkçesiyle anlatıyor. Kendisiyle dalga geçerek anlatıyor.
Kültür ve çocuklar
Sosyolog ve eğitimci anne babanın kızı Karsu. Aile Amsterdam’da doğan çocuğuna Hatay- Antakya’daki köylerinin adını vermiş. Karsu orada büyümüş. Babasının restoranında piyanoyu tıngırdatırken “keşfediliyor.” Konserler birbirini izlemeye başlıyor . New York Carnegie Hall’da buluyor kendini konser vere vere… Sonra North Sea Jazz Festivali ve geçen yıl Hollanda’nın en önemli caz ödülü “Edison Jazz / World Ödülü”nü kazanıyor.
Henüz 25 yaşında. Ama o sadece başarılı bir müzisyen değil. Mültecilerle ilgili çalışmalarını anlatıyor konser sonrasında. Amsterdam’da her akşam gara gidip akın akın gelen mültecilerle çalışıyor. Yunanistan’da kurulan çocuklara yönelik “Happy Caravan”- Mutlu Karavan adlı örgütlenmede elçi oluyor. Gönüllü çalışıyor, çocuklara müzik ve İngilizce dersi veriyor.
Bunları bilince sahneden verdiği mesajlar “Bu şarkı göçmen tüm çocuklara”, “Bu şarkı tüm ninelere dedelere” mesajları yapaylıktan, göstermelik olmaktan çıkıyor.
Konser sırasında söylemişti: “Annem babam bana tüm olanakları verdiler. Eğitim, kültür, spor … Her çocuğun bunlara hakkı olmalı. Çünkü ben her çocuğun yetenekli olduğuna ve bunlara hakkı olduğuna inanıyorum” deyip kültürün önemini vurgulamıştı.
Hele günümüz Türkiyesi için çok önemli mesajlardı…
Karsu çok güzel bir kadın. Boyu bosu, gözleri, ağzı, dudakları, dişleri, gülümsemesi hepsi muhteşem. Sesi ve yeteneği müthiş. Ama içi, hepsinden daha da güzel! Ve de sahici…