Yüzyıl sonra dünya yine kronik bir mali kriz ve durgunluk içinde bulunmaktadır. Ekonomik korumacılık yükseliyor, vekalet savaşları yoğunlaşıyor, uluslar arası alanda savunma harcamaları artıyor. “Tarih birincisinde trajedi olduysa ikincisinde komedi olarak tekrarlanır” denir ama bu kez ikincisi de trajedi olabilir.
Mali kriz aşılamadı, yalnızca biçim değiştirdi. Gelişmiş piyasa ekonomilerinin maliyetleri batık durumdadır. Son veriler ticaretin büyüme hızının 2016 yılında, mali krizden bu yana yüzde 1.2 ile ile en düşük düzeye indiğini gösteriyor. OECD’de gelişmiş ülkelerde ekonomik büyümenin 2016 yılında sert bir duraklama yaşadığını raporlamaktadır. Ancak ekonomik krizi her ülke aynı şiddette yaşamıyor. Çin bir yana, Avrupa’da Almanya ekonomisi mali kriz öncesinden bile daha güçlü bir performans sergilemektedir. Bu durum ülkeler arasındaki siyasi gerginlikleri, gelecek kaygılarını arttırmaktadır.
ABD’de başkan Trump, altyapı ve savunma harcamalarını artırarak ABD ekonomisini canlandırmayı hedeflemektedir. ABD Pasifik Bölgesi Serbest Ticaret anlaşmasından çıkarak Dünya Ticaret Örgütü’nün kurallarına uymayacağını da göstermiş oldu. Trump yönetiminin, Çin’in yanı sıra Almanya’yı da döviz manipülasyonu yapmakla suçlarken, Avrupa’da Almanya hegemonyasından da söz ediyor olması son derece kaygı vericidir.
Stockholm Barış Antlaşmaları Enstitüsünün son raporu küresel silah satışlarının son beş yılda 1989’dan bu yana ilk kez bu kadar hızlı arttığını göstermektedir. Ekonomik ve jeopolitik rekabet içinde nüfuz alanlarını paylaşmaya aday olan ABD, Rusya, Çin, Fransa , Almanya,İngiltere ve İsrail en büyük silah satıcılarıdır. Uluslararası silah alımları 2012-2016 döneminde yüzde 86 artarken, alımların yüzde 30’u son 15 yılda yangın yerine dönen Ortadoğu bölgesinde gerçekleşmiştir. Son beş yılda Suudi Arabistan ve Katar’ın silah ithalatı sırasıyla yüzde 245 artmış bulunmaktadır.
Toplumsal karışıklıklarla , vekalet savaşlarıyla silah satışları ve ekonomik büyüme arasında yakın bir ilişki bulunmaktadır. Eli kanlı neoliberal kapitalizmin, insanlığın bilişsel haritasını ekonomik kriz , terör ve göç dalgasının etkileriyle çözerken yerine etnik milliyetçiliği , yabancı düşmanlığını , ırkçı ve otoriter lider arzularını besleyen yeni bir insanlık haritasını oluşturmaya çalıştığı çok açıktır.
Türkiye’de ve ABD’de yürütülen psikolojik toplum mühendisliği çalışmalarıyla Tayyip Erdoğan ve Trump, kendi ülkelerinin restorasyon çalışmalarında projenin yüzü haline getirilmiştir. Türkiye’de ortaya çıkabilecek toplumsal ve bürokratik dirençler, Dink suikastı ve Ergenekon-Balyoz operasyonları gibi toplumu ve bürokrasiyi paralize eden şoklarla aşıldı. Bu restorasyon projesinin bir benzerine de Trump ile birlikte ABD’de start verildi. Yıllardır finans kapitalin etkisiyle altyapısını , eğitim sistemini ve imalat sanayini ihmal eden ABD’de elitlerle halk arasındaki refah seviyesi farkı 2008 krizinden sonra daha da açılmıştı. Alt ve orta sınıfın iyice huzursuzlaşmaya başladığı noktada kimsenin şerif bile olamaz dediği bir portre başkanlığa oturtuldu.
ABD içinde, İsrail ile araya mesafe konmasını ve ABD’nin çıkarlarının İsrail çıkarları lehine feda edildiğini savunmaya başlayan ulusalcı anlayış güç kazanmaya başlamıştır. Hem içindeki, hem dışındaki dengeler nedeniyle İsrail’e karşı açıkça cephe alamayacağını bilen ulusalcı ABD, İsrail’e “one minute” i Türkiye üzerinden söyledi. Alışık oldukları düzenin ayaklarının altından kaydığını hisseden ama yine de bunun geçici bir sapma olduğunu ümit eden ABD’lilerin “Cumhuriyet Mitingleri”ni ise hep birlikte izlemekteyiz.
Unutulmamalıdır ki tarih, uzun vadede hep yükselen ve yaygın bir toplumsal dalganın enerjisini kullanabilenlerin galip geldiğini bizlere göstermiştir.
Aydınlık bir ay dileği ile,