Seferihisar’da mandarin üreticilerinin eline bahçede toplama alıcıya ait olmak üzere 30 kuruş geçebiliyor. Bu çok düşük bir düzey. Seferihisar Belediyesi, Doğanbey Tarımsal Kalkınma Kooperatifi aracılığı ile mandarin dilimlerinin kurutarak satılmasına destek oluyor. Kurutulmuş mandarin çok lezzetli bir ürün. Çerez olarak yenilebildiği gibi, meyvenin az olduğu dönemlerde yenmek üzere alınması çok yararlı. 100 gramlık paket 5 TL. Böylelikle, kurutma masraflarını dikkate almazsak, kabaca taze mandarinin kilosu 5 TL’ye değerlenmiş oluyor. ( seferibakkal.com adresinden ısmarlayabiliyorsunuz) Bu uygulama yeni gelişiyor. Etkili olması için üretiminin artması gerekiyor. Ancak olay sadece bu tür ürünü işleme çalışmaları ile çözülebilecek bir durumda değil. Daha kökten sorunlar var.
Geçenlerdeki İstanbul’daki karlı günlerde hâlde mandarinin kilosu sadece 10 kuruş artmış. Çiftçinin eline geçende bir değişiklik yok. Ancak manavda, markette satılan mandarinin fiyatı tam bir lira artış göstermiş. Adana ve Mersin’de de portakalda çiftçi eline geçen fiyat 50 kuruşa kadar düşmüş. Herkes biliyor ki perakende fiyatlar bu fiyatların en az üç katı. Piyasa sistemi veya sermaye mantığı bu konuda çiftçinin çıkarlarına tamamen duyarsız. Bu herkese normal gelen bir olgu.
Venezuella eski devlet başkanı Chavez 2003’te şöyle söylüyordu: “Sermaye mantığı… Emekçilerin açlığıyla ve emekçi çocuklarının kötü beslenmesiyle ilgilenmez. İş kazalarıyla, emekçilerin yiyip yemedikleriyle, barınıp barınmadıklarıyla… İlgilenmez. Hayır! Sermaye mantığı bunların hiçbirini umursamaz, şeytanidir, sapkındır.” (Michael Lebowitz, Bugünden Kuralım-21. Yüzyıl İçin Sosyalizm, Yordam Kitap, s.129)
Mandarin ve portakalda çiftçi eline geçen fiyatların bu kadar düşmesinde çeşitli etkenler var. Bunlardan biri de Rusya ile bildiğiniz sorunlar. Ancak bu olay yeni bir şey değil. Özellikle meyve ve sebzede bu durum çok ağırlıklı. Örneğin elmada da durum yıllardır aynı. Karaman’da elma üreticilerinin eline 40 kuruş geçerken, Isparta’da durum biraz daha iyi. Isparta’da soğuk hava depolarının çokluğu ve aralarındaki rekabet nedeniyle uygun depo kiraları, çiftçilerin ürünü depoya koyarak daha geç satmasına ve daha iyi bir fiyat elde etmesine yol açmış. Diğer yandan çok az kusurlu, örneğin hafif kara lekeli elmaların alıcılar tarafından hiç alınmayıp bahçeye dökülmesi gibi sistemik kayıp sorunları da var. Bu uygulamalardan hem çiftçi hem de tüketici kaybediyor.
Üreticiler örgütlenmedikçe daha çok aracılar için çalışacakları kesin. 1980 sonrası devletin ürün fiyatlarına bir şekilde müdahale ederek fiyatları etkilemesi Uluslararası Para fonu (IMF), Dünya Bankası (WB), Dünya Ticaret Örgütü (WTO) tarafından nerede ise yasaklanmıştı. 1980 sonrası hükümetler bazı istisnalarla buna büyük ölçüde uydu. Piyasacılar tarafından en kötü kabul edilen uygulama tütünde idi. Tekel aracılığı ile devlet tütün fiyatlarının belirlenmesinde oldukça önemli bir rol oynuyordu. Tüccar bir ölçüde Tekel’in verdiği fiyatlara uyuyordu. İhraç fiyatları da haliyle daha iyi olabiliyordu. “Ne verirlerse bizden beş fazlası” gibi Süleyman Demirel’in popülist uygulamalarını da gördük. Bir miktar talep fazlası tütün yakılmak zorunda bile kalıyordu. Üretim planlaması yapılamamış, popülizmden vazgeçilememişti. Tekel’de çalışanların denetimi ve kooperatiflerin desteklenmesi yoluna gidilseydi her şey daha güzel olabilirdi. Popülizmden kurtulabilirdik. Stok fazlası da olmayabilirdi. Ancak özellikle sağ politikacılar Tekel ile tütün çiftçilerini oy vermek amacıyla manipüle etmekten vazgeçemediler. Gene de her şeye rağmen çiftçi az çok memnundu. İhracat devam ediyordu. Tütün yerli sigarada kullanılıyordu. Sonra “devlet tekelleri olmaz” dediler. Tekel bu defa yabancı tekellere satıldı. Tekeller yabancı şirketlere ait olduğunda bunda bir problem görülmedi. Çiftçi eline geçen fiyat düştü. Yerli sigaralar kaldırıldı. Ülke tütünden döviz kaybeden bir duruma geldi. Hâlbuki eskiden tütün önemli ihraç kalemlerinden biri idi.
“Kapitalizm mantığı piyasanın “görünmez bir el” tarafından yönlendirildiği dogmasına dayanıyor. Bu kuramın temel analiz birimi bireydir. Bu bireyin hazır veriler temelinde kendi çıkarını mekanik olarak en yüksek düzeye çıkaran bir otomat, rasyonel bir bilgisayar olduğu varsayılır… Her insanın kendisi için çalıştığı ‘bu ekonomik ahenk prensibinin’, bu ‘büyülü’ varlığın kaynağının ‘tanrı’ olduğunu düşünen fizyokrat çağdaşı Quesney gibi Adam Smith’e göre bunun kimin eli olduğu bellidir: Doğa, takdiri ilahi, tanrı.” (Michael Lebowitz’in kitabı, s.42-43)
Daha sonra bu el piyasa olarak tanımlandı. Timsah gözyaşı bile dökmeyen piyasa. Dikkat ederseniz tarım politikalarında bir türlü çiftçi eline geçen fiyatların desteklenmesi için bir şey yapılmadığı açıktır. Pamukta, sütte, zeytinyağında, buğdayda vb. ürünlerde verilen primler fiyatlara müdahale anlamına gelmez. Bunlar çiftçi eline geçen fiyatı etkilemez. IMF, Dünya Bankası da bunu bu şekilde açıklar. Yani kutsal “görünmez ellerine” dokunulmamalıdır. Zaten sebze ve meyvede böyle prim vb. uygulamalar da yoktur. Bu primler aslında şirketlerin cebine girmektedir. Doğrudan değil, dolaylı olarak. Çoğu durumda bu primler verilmese idi ya aracılar alım fiyatlarını arttırmak zorunda kalacaklardı (tütünde şirketlerin aşırı olarak düşürdükleri fiyatları bir miktar arttırdığını gördük, çünkü maliyetler nedeniyle üretim imkânsız hale gelmişti) ya da çiftçiler bu ürünlerden tamamen vazgeçecek ithalat iyice artacaktı. Sütte primin arttırıldığında alım fiyatlarının düştüğünü izlemiş idik. Dikkat ederseniz şirketler primlere karşı değildir. Hatta desteklemektedirler. İstemedikleri fiyatlara müdahaledir.
Popülizme (halk dalkavukluğu da diyebiliriz) düşmeden yapacak çok şey var. Kooperatiflerin, ekolojik köylü pazarlarının, topluluk destekli tarım gruplarının desteklenmesini Tarım Bakanlığı ve belediyeler ciddi olarak ele almalıdır