Bir
Dünyamız baş edilemeyen büyük hastalıkların felaketleriyle savaştı, Veba, Çiçek, Frengi, Kolera, Sıtma, Verem, Kanser, AIDS vs.
Bu hastalıklardan birçoğunu tarihten sildi, birçoğunun aşısını buldu, birçoğunu sınırladı, azalttı, birçoğuyla savaşını sürdürüyor
Ancak ‘savaş’ insanlığın ‘aşısı’ bulunamayan, sınırlamayan, çare üretilemeyen en büyük felaketi.
Kürt Koridoru tabir edilen Amerikan-PKK projesinin önünü kesmek için Türk Ordusu El-Bab denilen bölgede ‘savaş’ veriyor.
Allah milletimizi ve askerlerimizi korusun, siyasilerimize akıl versin.
Bir dizi yanlışlar beklenmedik sonuçlara ve zorunlu olarak bir savaşa sürüklendik.
Bir dizi yanlışlar üzerine içimizdeki öfke burnumuzdan soluyor kabına sığmıyor, artık ne çare, dua etmekten ve ‘hayırlısıyla’ deyip beklemekten başka şansımız kalmadı.
Temenniden ve duadan başka hiçbir şey kalmadı elimizde.
Sarıkamış gibi karın kışın soğuğun Allah korusun yıldönümü bugünlerde savaşa girmek inşallah aklı başında siyaset ve kurmayların aklıdır.
Allah, siyasilerimiz ve kurmaylarımıza, gelişen ve gereken koşullarda, yanlışta ısrar etmemek, felaket boyutlarını fark etmek ve kibre ve kahramanlık gösterilerine ihtiyaç duymadan, nerde durabileceklerini bilecek kadar ‘zekâ’ vermiştir inşallah.
İki
Halk arasında İkinci Karlofça denilen önceki gün Moskova’da hazırlanan Türkiye, Rusya, İran ve Suriye arasındaki antlaşma imzalandı, Suriye’nin toprak bütünlüğü diye gidiyor
Halep ve Şam’da çatışmalar kesildiğine göre ülkemize gelmiş milyonlarca mültecinin geri dönüşü üzerine bir şeyler yazıldı çizildi konuşuldu mu?
Bu antlaşmada savaşı yüz kat bin kat hissetmiş ailelerini yakınlarını kaybetmiş ve evsiz barksız kalmış milyonların huzur ve güvenle geri dönüşü en ince detaylarına kadar yazılıp-konuşulmayıp-imzalanmadıysa, bu neyin antlaşmasıdır?
Antlaşmanın Sputnik’te yayınlanan sekiz maddesi de silahlı grupların tahliyesi üzerine, savaşın en büyük sonucu ve maliyeti olan milyonlarca göçmenden söz eden tek cümle yok.
O halde?
Bu antlaşma bir ‘mağlubiyetin’ resmî belgesi
Metinde mağlup taraf Türkiye ‘Silahlı grupların’ geri çekilmesini onaylıyor ve bir daha burnunu sokmayacağını taahhüt ediyor
Antlaşmayla savaş durduğu için herkes hepimiz seviniyoruz, ayrı, ancak, Ey Türkiye, bu antlaşmanın ne antlaşması olduğunu bu sütundan başka söyleyecek kimse yok mu?
Ya da Suriye savaşı bizim için bittiğine göre, Dışişleri Bakanlığımız topraklarımızdaki milyonlarca göçmenin bundan sonra ne olacağını, bilahare ikili antlaşmalara kapı açılıp açılmadığını, (metinde yok) kamuoyuna bildirsin de öğrenelim.
Üç
Cumhuriyet Gazetesi’nin Musa Kart, Güray Öz vs. onlarca yazarının ve Hüsnü Mahalli’nin ne için hala içerde tutulduğunu bilen var mı?
Hukuki bir gerekçe olmadan hapse koyulmak ‘rehin’ almaktır.
Cumhuriyet yazarlarının durduk yere ve sebepsiz içeri alınmalarını, 1952 yılının meşhur komünist tevkifatını hatırlattı, o dönem Türkiye anti-komünist ve NATO ve Batı cephesine hazırlanıyordu, Beyoğlu’nda kanlı baskından sonra, hiç alakasız solcular sebepsiz yere tutuklandı.
Aradan altmış küsur sene geçti, şimdi, Türkiye batıdan uzaklaşıyor ve bu sefer liberal (batıcı) yazarları sebepsiz yere içeri atıyor Yetmedi, HDP ve FETÖ’ye yumuşak bakan ve batının dayatmacı mecralarıyla iyi geçinen ne kadar liberal var hepsini kovuşturuyor, gözaltına alıyor.
Bu da şunu gösteriyor, yine ‘geri dönülmez bir yoldayız’
Dört
‘Olmak ya da olmamak’ Hamlet’in ünlü sözüdür
Makbet adlı eserinde Makbet’in ünlü sözü ise şudur: ‘Kral olmak değil, bütün mesele güvende olmak’
Makbet’in diğer ünlü tiradı şudur: ‘Talih beni kral yapacaksa, aynı talih, ben (kan dökmeden de) kımıldamadan da bana taç giydirebilirdi’
Makbet: ‘O kadar kan döktüm ki geri dönmek nafile artık.’
Makbet oyununda Makbet’i delirten kabus şu cümleyle anlatılır: ‘gözün görüp elin tutmadığı düşmanlar’
Beş
Batı’nın PKK ve FETÖ inadı Türkiye’nin yolunu ‘tarihsel’ anlamda keskin şekilde dönüştürmeye başladı.
Ancak, bu süreci şekillendiren Türkiye’nin Batı’ya postasıydı: PKK ve FETÖ desteğini çekmeden yeniden konuşmak yok
Ancak ABD tarihinde ilk kez PKK ve FETÖ konusunda bir dirençle karşılaşıyor Pentagon ‘saplantıların’ yeridir Pentagon’da ‘uygulama’ düşünceden önce gelir. Pentogan sayılarla iş görür, şu kadar silahlı adamımız var şu kadar liberal bizden yazarımız var diye
Ve Türkiye’de iktidar olma pahasına İslamcı iktidar Pentagon’un bu isteklerine ve adamlarına hep sıcak baktı ve ortaklaştı, şimdi?
Şimdi İslamcı iktidar ABD’yi çok rahatsız eden karşı bir irade göstermeye başladı!
Şu anda, gümbürtüyü seyrediyoruz.
Altı
Başkanlık için psikolojik-sosyolojik davranışçı bir test yapalım. Şöyle.
Kafese kapatılmış ve vücut ağırlıklarının yarısını açlıktan kaybetmiş farelerin önüne
Bir ‘buton’ koyalım
Fareler butona basınca, önce, bir buğday tanesi düşecek Ve fareler buğdaya saldırınca hemen üstlerine beş yüz kilo ağırlığında balyoz inecek
Soru, sizce fareler yine de ‘butona’ basar mı?
Cevap: Basar
Çünkü, bir, buğdayı gören aç farelerin biraz sonrasını akıl edecek kadar güçleri yoktur İki, daha önce yapılan birçok seçimde de şahit olduk ki bir buğday uğruna başlarına inecek balyozu düşünen çıkmadı Bugün dört tarafımızla savaş halinde olmamızın sebebi buğdayla intiharın aynı şey olduğunu halkımıza anlatamayışımız
Yedi
‘Ödüllerle Cezalandırmak’ müthiş bir kitap, aileden eğitim sistemine yerleşmiş ödüllerle teşvik edip öğretmenin karşısına çıkıyor
Kitabı okurken, Mehmet Altanlar Cengiz Çandarlar şimdi içeri düşmüş ya da kaçmış sahte liberal tayfa geldi aklıma.
Bu sahte liberalleri medyamız otuz yıl baş tacı yaptı.
AKP’nin iktidara geldiği ilk günleri hatırlayın, AB’ye giriyoruz, vesayetten kurtuluyoruz, din inanç özgürlüğü, hukuk, reformlar…
Yüzlerce sahte liberali kullanmak hem siyasi iktidarın hem medyanın işine geldi.
Sahte liberallere ödül verip hepsini kontrol altında tuttular.
Davranışçılığın kurucusu Skinner’in özlü sözü: ‘canlı bir organizmayı kontrol altına almak, ne müthiş bir şey?’
Sahte liberaller AB’yle ve PKK’yla açılım süreçlerinde kendilerinin deneylerde kullanılan fare ve güvercinler gibi davranılmasından çok memnun oldular.
Hatta sarhoş oldular.
Çünkü ödüllerle yaşıyorlardı.
Maaş, şöhret, ekran, ağızlarına şeker gibi verildi. Şekeri alanlar kontrol altında tutuldu.
Para ve ödüle göre davranışlarını değiştirdiler, davranışları artık kendi ahlaklarının sonucu değil, ağızdaki şekerin itici gücüydü.
Ödül aldıkça PKK ödül aldıkça AB dediler.
Ve bu ödül furyasında, sahte liberallerin aldığı ödüllere sulanan yepyeni yine sahte bir genç liberal furya oluştu.
Aynı lafları söyleyip biz de ödüllerden nasibimizi alıp ekranlara çıkalım boş kafayla büyük gazetelere yazar olalım, diye.
Medya ve siyasi iktidar, ödül sistemiyle sahte liberallerin ‘iradelerini’ önce kontrol altında tuttu.
Sonra olaylar geliştikçe ödüle doymayan sahte liberaller ‘yalan söylemeye’ başladılar.
Ödül aldılar uydurdu salladılar.
Ağızlarına şeker verdiler, patronlarının ve şeyhlerinin ve liderlerinin hırsızlıklarını otuz uzun yıl görmezden geldiler.
Dikkat edin, ödül mekanizması, yenilebilir, yani, maddidir
Oysa bir insanı insan yapan değerler elle tutulamaz, onur gibi saygınlık gibi
Bir insan evladı ödül almadan da ülkesini sevebilir, ödül almadan da hukuka saygı gösterebilir, ödül almadan da insanlık değerlerini savunur
Sekiz
Üstelik medyanın ve siyasi iktidarın ödülleriyle konuşanlar, ülkemizin ve insanlığın sorunlarını, çok ama çok kolaylaştırıyorlardı.
Bu kolaylaştırıcılık üzerine tutsun tutmasın bir tarih felsefesi yapmak istiyorum
Bir çırpıda özgürlükler geliyordu, bir çırpıda, ülkemiz düze çıkıyordu, bir yetmez ama evet anayasasına oy vererek, mutluluktan uçuyor zincirlerimizden kurtuluyorduk.
Esersiz öngörüsüz insanlar otuz uzun yıl ekranlarda öyle basit cümlelerle konuştular ki, AB’ye girdik işte, uffff gelsin dolarlar, gelsin özgürlükler…
Ve sonra çok geçmeden PKK ve İŞİD ve Suriye’yle büyük ve amansız ve içinden çıkılmaz bir savaşın içine düştük
Esersiz öngörüsüz bu cahil sahte liberallerin laflarıyla AB’ye girerken Osmanlı hayalleri ve savaşların içinde kaybolduk
Aklıma ne geldi?
Osmanlı ilk yüzyıllarında Orta-Anadolu’nun Alevilerini yeniçeri (asker) olarak kullandı. Aleviliğin sert İslamın ibadetlerini yumuşatması yani dini hafifletmesi Osmanlı’nın Balkanlar’da yayılmasının önünü açtı.
Ve birkaç yüzyıl sonra, Osmanlı yeni ülkeler fethetti Bosna gibi Trabzon gibi ve iktidarını birden sert Sünniliğe dönüştürdü ve Orta Anadolu’nun bir daha yüzüne bakmadı.
Tıpkı bugünkü İslamcı iktidarın önceleri sahte liberallerin yumuşak laflarını kullanıp iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra sert Sünniliğe dönmesi gibi…
Dokuz
Dalgalar dalgalar dalgalar, iradesiz taşları, dalgalar istediği yere sürükler
Tasasız iradesiz çakıl taşlarının duruşlarına bir daha bakın.
Bir dalga gelsin de yerlerinden kımıldasınlar
Bir dalga İslamcılık bir dalga cemaat bir dalga sahte liberaller…
Dalgalar otuz yıl esti gürledi, çakıl taşları, direnmeyi unuttu, çakıl taşları kaderine razı olmayı öğrendi, çakıl taşları sessizliği öğrendi
Çakıl taşları ‘kolaylığı’ öğrendi.
Nasılsa bir dalga gelir?
Ve şimdi çakıl taşları, orada, dalgaların sürüklediği yerde duruyorlar.
Bekliyorlar ki bir dalga gelsin bizi yeniden sahile denize sürüklesin
Ya da yeni siyasi yerimize yerleştirsin
Hayır, o gelen dalgalar, yalan, sahte siyasetlerin medyanın dalgalarıydı
İçinde ahlak içinde direniş içinde bilgi içinde irade içinde bir ‘halk’ yoktu
Ve arkasında AB, arkasında ABD, arkasında şeyh, arkasında İslamcı iktidarın gücü olan dalgalar, gün geldi bitti
Deniz tükendi.
Çakıl taşları, hala orda, sürüklendikleri sessizlik içinde hepsi asker düzeni dizilmişler.
Onları denize kim taşıyacak, bilmiyorlar!
Onları dalgalara sürükleyecek iradeyi hiç bilmiyorlar!
Çakıl taşlarına, sıfırdan, teee baştan, yepyeni bir hikaye anlatmalıyız.
İçinde kendi iradesi kendi ahlakı kendi direnişi olan
Sahte liberallerin sahte siyasetlerin bozamadığı, bir insanlık hikayesi
Kendi denizine kendi sahiline, yabancı olmayan bir hikaye
Bilmem yaza yaza çize çize çakıl taşlarının üstünde minicik gözler açabilir miyiz?
Sahici dalgaları görebilsin
Kendini sürüklenmekten hizaya çekilmekten kurtarabilsin!