Kıbrıs Şimdi Çok Önemli! Yalnız Şimdi mi Önemliydi?

On yıllar öncesinin “ver kurtul” döneminden sonra “Annan Planı”cıları aşamasından geçilmişti. BOP projeleri i çerçevesinde operasyonların boyutları büyüyüp savaş süreçleri başlayınca Kıbrıs’ı neredeyse hatırlamaz olduk. Sanki Kıbrıs ”nadasa bırakılmış”tı. ii Şimdi gene patladı, daha doğrusu patlatıldı. Kıbrıs resimde görülmüyordu, çünkü “Suriye savaşları” dönemi bir bakıma “Türkiye savaşları”ydı. “Suriye”, her şeyin önüne geçmiş, Kıbrıs’ı da unutturmuştu.

Türkiye, Kıbrıs’ın da savaşın ve gündemin bir parçası olduğunu anlayıncaya kadar oldukça uzun bir zaman geçti. Ancak konu bugünlerde iyice aydınlanmış görünüyor.

Emperyalizm, fırsat bu fırsat, herkes ve dünya Suriye’ye odaklanmışken, araya Kıbrıs’ı sıkıştırıvermiş bulunuyor. Maksat, bu hengâmede işi bitirmektir. Kıbrıs’ın Türkiye’ye bakan sahillerinin açıkları petrol ve doğalgaz yatakları ya, Türkiye bunlarla ilgili, ilişkili ve hak sahibi olmamalıdır. Ek olarak, Türkiye’nin Akdeniz’in doğusunda hareket alanı kalmamalıdır. Kullanım ve ulaşım için bir limanı bile bulunmamalıdır. Türkiye her bakımdan muhtaç ve esir düşmelidir. Bu amaca hizmet etmesi için, hiç gerek yokken “barış görüşmeleri”ne başvurulmuştur. Oysa savaş falan yoktu ortada. “Barış”, sorun çıkarmak, gerginlik ve hatta savaş yaratmak içindi. Toplantı düzenlenmesi ve tartışmalar, “çatışmaya davetiye çıkarmak”tan başka bir şey değildir. Çünkü hedef, “dili, dini, alışkanlıkları, kültürü birbirinden farklı, daha önce savaşmış” iki ayrı toplumun Türkler aleyhine “kaynaştırılması”, Türk tarafında iç içe geçirilmek istenmesidir. iii Bu, elbette adadan Türk askerinin de çekilmesini doğuracaktır. Zaten açıkça söylenmektedir. Bu ise Türklerin adada savunmasız kalması demektir.

Hır çıkarmak amacında olan ve 2016’nın son aylarında yapılmaya başlanan “anlaşma” görüşmeleri yeni yılın ocak ayında devam edecek (9 Ocak’ta Cenevre’de).

Türkiye’nin Kıbrıs’la ve Akdeniz’le ilgili her türlü şeyden uzak tutulmaya çalışılması söz konusudur. Böylece Türkiye her bakımdan çaresiz bırakılacak ve karaya hapsedilecektir. Dahası, ufukta adadaki Türkleri hedef alan bir etnik temizlik görünmektedir.

Bu manzarada ABD ortalıkta görülmüyor. Ancak olaylar, gelişmeler ve sonuçlar arasında bağlantı kuranlar, Türkiye’nin Kıbrıs-Akdeniz bağlantıları ile donanmamız ve deniz gücümüz ile ilişkisini gözden kaçırmıyor. Hatta Türk donanmasına yüklenmenin ve onlarca amiralimizin yargılanmasının ve görevlerinden el çektirilmesinin nedenlerinden en önemlisinin denizlerdeki, özellikle Akdeniz’deki yüzen varlığımız olduğu saklanmaya bile çalışılmıyor. iv

Jeopolitik bakış açısının bir anahtar olduğunu Türkiye’de herkese kavratmaya adanmış gibi bir hayat yaşamakta olan değerli emekli tümamiralimiz Soner Polat (ve elbette dünyaya aynı şekilde bakan başkaları da), en sonunda fazla kurcalanmak istenmeyen ve üzerinde durmaktan, sözü edilmekten kaçınılan Kıbrıs konusunu gündeme taşımayı başarmış bulunuyor(lar). Amiral Polat’ın en çok da dikkati çektiği noktalar, amaçları örtülü ama kendisi son derece açık bir operasyon yapıldığı ve “bizim taraf”ın gafletidir. Kıbrıs elden gitmektedir. Hiç haberi olmayanlar bile artık öğrendi. Ancak gene de Kıbrıs, “haberler” arasında, birinci sayfalarda ve manşetlerde değil.

Peki Kıbrıs? Peki, bugün Kıbrıs?

Kim ki Akdeniz’in doğusunda “operasyonel” bir varlığı olmasını ister, Kıbrıs’a muhtaçtır. Kim ki “Orta Doğu”da toprak, kendisine bağlı yeni kukla devletler ve bölgeden ekonomik çıkarlar peşindedir, Kıbrıs’a muhtaçtır. Kıbrıs Adası, 20. yüzyılın yerinde bir belirlemesine göre, “sabit bir uçak gemisi”dir. Bu bakımdan Kıbrıs, bütün dünyanın gözü Suriye’deyken bugün daha da önemlidir, oradaki savaşın, “koridor”un ve planların parçasıdır. Peki, yalnız şimdi mi, yalnız bugün mü önemlidir? Başka türlü soralım, tarih boyunca önemli değil miydi?

Üzerinde yaşayanlarla birlikte Kıbrıs’ın her zaman önemi vardı. İçinde bulunduğu bölgeyi, hatta bütün uluslararası sistemi ve ilişkileri ilgilendiren ve etkileyen bir konumu vardır Kıbrıs’ın. Ve her zaman da böyleydi.

Nedeni, jeopolitiktir. Jeopolitik, “beşeri coğrafya”nın bir dalıdır. Dolayısıyla toplumsal bilimlerin bir disiplini olarak görülür. Kıbrıs’a bu açıdan bakacağız, “fiziki harita”yı değil, “siyasal harita”yı kullanacağız.



BİRAZ TARİH


Kıbrıs “neolitik devrin başlarında, kabaca [MÖ] VII. ve VI. binyıllarda” iskân edilmişti. Gelenler, “sallar veya ilkel sandallar, ya da gerçek anlamda tekneler”le denizden gelmişlerdi. v Ve orada, bütün Batı Asya’yla – büyük bir olasılıkla – eşzamanlı olarak bir uygarlık filizlenmişti. Bakır en önemli yeraltı zenginliği ve Kıbrıs’ın esas ihraç malıydı. Bakır üretimi sayesinde “Bronz Çağı”nın en önde gelen merkezlerinden biri oldu. vi MÖ I. yüzyılın “olağanüstü seramiği”, “küçük tunç heykelleri”, “gümüş veya altın kupalar” ve “cam işleri”, Kıbrıslıların sahip oldukları yüksek kültür ve ileri teknolojinin kanıtlarıydı. vii

Bölge açısından bakıldığında, “dünyanın Akdeniz’den ibaret” olduğu milattan önceki yüzyıl ve binyıllarda, o dönemlerde de, Kıbrıs jeopolitik olarak önemliydi. Kimse Kıbrıs’ı yalnızca bir ada diye görmüyordu, zaten Akdeniz’in doğusunun tek büyük ve önemli kara parçasıydı ve Akdeniz, her şeyden önce doğusuyla Akdeniz’di. Doğu Akdeniz, zaten “Bereketli Hilal”in içindeydi, Kıbrıs ise burada kilit bir durumdaydı. Yalnız Doğu Akdeniz’in değil, bütün Akdeniz egemenlerinin olmazsa olmazıydı.

Fenikeliler için, Mykenaililer (Girit’teki silahlı ve savaşkan Mikenler) viii için, Kartacalılar için, Etrüskler için, eski Mısırlılar (MÖ 1500) için, sonra Hititler için, Asurlular için (MÖ 709), bu ada hep önemliydi, vazgeçilmezdi. MÖ 350’de adaya Persler hâkim oldu. MÖ 58’de adayı Roma İmparatorluğu fethetti. (Roma’nın adadaki ilk valisi ünlü Cicero’ydu. ix )

Yalnız devletler veya silahlı güçler değil, (o dönemde henüz bir din haline gelmemişse de) Hıristiyanlığın Filistin’den ilk uzaklaşmaya başladığı yer de Kıbrıs’tı. Aziz Barnabas (zaten Kıbrıslıydı) ve havarilerden Aziz Paulus, bir söylentiye göre, 45 yılında adada İsa’yı tanıtmaya girişmişlerdi.

7. yüzyılda Suriye’ye kadar gelen İslam orduları bölgeyi kontrol altına almaya başlamıştı. Kıbrıs da alındı. 961’de Doğu Roma tarihinin ünlü komutanı İmparator Nikephoros Phokas, Müslüman denizcilerin sığınak limanları bulunan, deniz ticaret yolunun konaklama yeri olan Girit’i sekiz ay süren bir kuşatmadan sonra geri aldı, 632’de ada ele geçirildi. Beş yıl sonra Kıbrıs düştü, 966’da Kıbrıs tekrar Doğu Roma İmparatorluğu’nun olacaktı. x Bu kaybedilen yerler, İslam’ın doğu Akdeniz bölgesinde artık rakipsiz hâkimiyetinin son bulması anlamına geliyordu.

Bunları karadaki yenilgiler izledi. Halep, Tarsus, Hama, Emesa, Lazkiye (Leodicea), Antakya arka arkaya elden çıktı. Bölgede hangi devlet etkinse ya da etkin olacaksa hedef Kıbrıs oluyordu.

Bölgeye batıdan gelindiğinde, denizden doğuya doğru gidildiğinde, denizin ortasından ilerlendiğinde “adalar zinciri”nin sonu Kıbrıs’tır. Balear Adaları, Sardinya, Sicilya, Malta, Girit ve Kıbrıs. Bu “orta yol ise (göreli) sürat, açık deniz ve özgürlük yoludur: Bir adadan diğerine giden gemiler denizin koruyucu yalnızlığında gözden kaybolurlar. Kim peşlerine düşüp bulabilir onları?” Demek ki, “güvenli ve “zahmetsiz” olduğundan bu yolu elinde tutmakla ilgili “hırsın çok önemli nedenleri vardır”. xi Denizciler ve denizi kullananlar Kıbrıssız yapamazlardı.

Denize ihtiyaç ve denizi kullanma denizle ilgili bilgi yanında teknolojileri geliştirir. Bu, denizin en önemli noktalarından biri olan yerde, Kıbrıs’ta da yaşanacaktır. Örneğin, gemi yapımında bir devrim olan “beş kat kürekli gemi”, Kıbrıs icadıdır, “Kıbrıs’ta tasarlanmış bir canavardır”. xii

Ve dünyanın Akdeniz’den ibaret olduğu dönem bittikten sonra, deniz yolu ile kara yolu birleşmek zorunda olduğunda, Doğu’ya yönelik “yol” güzergâhının en önemli halkası gene Kıbrıs olacaktır.

Bu gelişim içinde, yukarıda verilen örneklerdeki ayrıntıları atlayarak şimdi biz 11. yüzyıldan başlayan ve üç yüzyıl devam eden bir dönemi ve bu dönemdeki Kıbrıs’ı ele alacağız. Bu dönemi seçmemizin nedeni, amacımız olan jeopolitiğin önemini göstermek bakımından siyasal coğrafya ve dönemle ilgili olarak çok ayrıntılı bilgilerin derlenmiş ve bugüne ulaşabilmiş olmasındandır. Ayrıca, çok iyi bilinmemektedir, ya da herkes tarafından bilinmemektedir, tarih de çok önemlidir; Santayana’nın xiii dediği gibi, “eğer tarihi öğrenmezsek onu tekrar yaşamak zorunda kalırız“.



Haçlı Seferleri ve Kıbrıs


Tarihin en uzun süreli ve en kitlesel savaşları olan Haçlı Seferlerinde Kıbrıs jeostratejik önemi en fazla olan yerdi.

1010 yılında Kudüs İslam’ın eline geçti. 11. yüzyılda Selçuklular Anadolu’ya girmişler ve Küçük Asya’nın neredeyse yarısından fazlasını Doğu Roma İmparatorluğu ile paylaşmış duruma gelmişlerdi. 1071 yılında Selçuklu hükümdarı Alpaslan Malazgirt’te Doğu Roma’yla karşılaştı ve imparatorun komutasındaki orduları kesin bir yenilgiye uğrattı. Bunun Hıristiyan dünyada yankıları büyük oldu. Selçukluların batıya doğru genişlemek ve o yönde ilerlemek istemeleri söz konusu olmamasına rağmen Avrupa’da kasıtlı olarak “Türkler geliyor” propagandası ve korkutması yapıldı. Türkler, barbardı, korkunçtu, kıyıcıydı, yıkıcıydı, baş edilemezlerdi vb… Dahası ve her şeyden önemli olanı da, “geliyorlar”dı!

Haçlı Seferleri, Batı Asya’ya her bakımdan hâkim olan İslam devletlerinin Doğu’ya yönelik ticaret yollarını ellerinde bulundurdukları için Avrupalıların bu durumu değiştirmek istemesinden dolayı düşünülmüş ve planlanmıştı. Amaç böyle ifade edilemediğinden, böyle söylense kitleler harekete geçirilemeyeceğinden dinsel nedenler bahane edildi. Hıristiyanlık için kutsal kabul edilen Kudüs geri alınmalı, “kutsal kent”, “kâfir” ve dinsiz olarak kötülenmeye çalışılan İslam’dan kurtarılmalıydı. Aslında bu konuda Avrupalı Hıristiyanların bir zorluğu bulunmuyordu, Avrupa’dan isteyen ve yola çıkabilen herkes Kudüs’e gidebiliyor ve geri dönebiliyordu ama Hıristiyanlığın Hac merkezi olan Kudüs’e gidişler “yapılabilmeli”ydi!

Avrupa ekonomik ve toplumsal bakımlardan olumsuz bir durumdaydı, üretim sorunluydu ve yetersizdi, doyurulamayan bir nüfus fazlası vardı. Avrupa’daki bütün büyük toprak sahipleri, soylular ve hükümdarlar içinden çıkamadıkları sorunlar içindeydi. “Orta Doğu” ise zengindi, gelişmişti ve ileriydi. Önemli bir endüstriyel birikime sahipti, bölgede çok yönlü ve oldukça çeşitli üretim vardı.

Papalık, öncelikle ticaret yollarından kazanç sağlayan ve sağlayacak kesimlerin çıkarlarını korumak için seferber oldu. Bölgenin cennet gibi olduğu söyleniyor ve Türk düşmanlığı yapılıyordu. “Cennet” ele geçirilecek, Türkler tamamen yok edilecek ve Avrupa zenginleşecekti.

Papalık 1074 yılında seferlerle ilgili projeyi önüne koydu. En sonunda 1095’teki Clermont Konsilinde karar alındı. Yola çıkılacaktı. Kitleler kandırıldı, ölenler zaten cennete gidecek, kalanlar zengin olacaktı ve 1096’da ilk Haçlı Seferi başladı.

Karadan giden başıbozuk ordular, düzensiz kalabalıklar, soylular, hacılar ve yoksul kitleler zaman zaman yenilgilere uğrasalar da, önce İznik’i, sonra da Antakya, Urfa ve Kudüs’ü ele geçirdiler. xiv Büyük kıyımlar yaptılar. Zaptedilen kentlerde prenslikler ve krallıklar kurdular. 12. yüzyılın ortalarına kadar hâkimiyetlerini sürekli genişlettiler. Fakat bölge güçleri (ve bunlar içinde öncelikle Türkler) bu dönemden sonra, bu sefer onlar başarılar kazanmaya başladı.

Daha bu ilk Haçlı Seferinde Kıbrıs’ın önemi ortaya çıktı. Ada, lojistik destek için en uygun merkezdi, yiyecek ve gerektiğinde asker gelmesi bakımından yararlı oluyordu, teknik olarak ve zanaatkâr ustaların bütün ihtiyaçları karşıladığı ileri, gelişmiş bir yerdi, ama aynı zamanda, zor durumlarda sığınılacak alandı. Önceleri Doğu Roma İmparatorluğu’nun elindeki Kıbrıs bu konuda yeterli, istenen ve beklenen bir şekilde işe yarıyordu, Doğu Roma yardımını esirgemiyordu. xv Ancak Haçlıların açgözlülükleri ve zaman içinde Doğu Roma’yı da düşman görmeleri ve saymaları yüzünden Avrupalılar adayı sahiplenmek de istediler. Ayrıca Doğu Roma İmparatorluğu da, kuralsız, çıkarcı, vahşi, kontrol edilemez, anlaşmanın mümkün olmadığı Avrupalı Haçlılardan bezmiş, onlara zorluklar çıkarmaya başlamıştı. En sonunda adaya saldırılar başladı. Antakya Prensi Renaud de Chatillon ilk saldırandı (1154), yağma ve inanılmaz ölçülerde büyük kıyım yaptı. xvi Onu, aynı dönemde, Kıbrıs’ın Anadolu’ya bakan sahillerinde, Kilikya’da Haçlıların yardımıyla bir krallık kuran Ermeni devletinin başındaki Thoros izledi. Ancak imparatorluğun bir donanma göndermesi üzerine Roma’yla hiç çatışmaya girmeden ikisi de her şeyleriyle birlikte kaçtılar.

1158’de önemli ölçüde tahrip olmuş adaya Mısırlılar geldiler. Ada savunmasızdı. Gelişleri baskın şeklindeydi. Mısır’daki Fatımi yönetiminin haberi ve rızası olmadığından kendilerini çekilmek zorunda hissettiler.

“ 1184’te, Bizans tarihinde benzerine rastlanmayan bir duruma tanık olundu. Kıbrıs imparatorluktan ayrıldı ve İsaakios Komnenos Dukas, kendisini adanın hükümdarı ilan etti.” xvii Arkasından Doğu Roma’nın da imparatoru olduğunu duyurmak gelecekti. Hanedanların iktidar mücadelesi yaşanıyordu. (“İmparator”, 1195’te tahtından indirilecek, hanedan da o gün değişecekti. Hanedanların iktidar savaşı 14. yüzyılda öyle bir düzeye yükselecekti ki aynı anda iki “imparator” ve iki hanedan vardı, altı yıl süren bir iç savaş yaşandı.)

Haçlı ordularının başındaki hükümdarlardan biri olan II. Wilhelm Doğu Roma İmparatorluğu ile ilk savaşandı. Sorun (ya da amaç) elbette Kıbrıs’tı. 1185 yılı çatışmalarında, donanması, hem Kıbrıs etrafında, hem de Selanik önünde bozguna uğrayınca başarısızlığı tescil edilmişti, ama Kıbrıs’tan vazgeçtiği söylenemezdi, çünkü bölgedeki bütün güçler gibi o da Kıbrıs’a muhtaçtı. Doğu Roma’nın Kıbrıs valisini kendi devletine karşı isyan ettirdi (bazı kaynaklara göre de isyan etmiş bulunan valinin destekçisi oldu). İmparator henüz devletin gücünün tamamen tükenmediğini gösterdi, imparatorluk da zaten Kıbrıs’tan vazgeçemezdi, isyan bastırıldı, Haçlı Wilhelm hüsrana uğradı. (O dönemde Doğu Roma, güneydoğu bölgesinde hâkimiyetini önemli ölçüde kaybetmiş, çok yer elinden çıkmış, Haçlıların imparatorluğun topraklarında Kilikya’da kurduğu kukla Ermeni devletinin ortaya çıkmasını da önleyememişti. Bu kukla devlet, imparatorluğun doğudaki çözülmesinin tetikleyicilerinden biri olacaktı.)

İngiliz Kralı I. Richard (Aslan Yürekli Rişar diye bilinir), 1190’da donanmasıyla bölgeye gelir gelmez Kıbrıs’ın ne kadar önemli bir konumda olduğunu anlamış (belki de haritalar üzerinden Kıbrıs’ı almadan doğu Akdeniz’de başarı şansı olamayacağını görmüş), ilk saldırısını adaya yapmıştı. Doğu Roma imparatoru ise önce saldırganlarla tavizler vererek anlaşmaya çalışmış, sonra bundan vazgeçip direnmişti. Ancak büyük güç karşısında savunma mümkün değildi. Her ne kadar İngiliz gemilerinin bir kısmı batırılmış ve yağma edilmişse de kral adayı şövalyelerine çoktan paylaştırmıştı. xviii İngiliz Haçlılarla birlikte sefere katılan Fransa Kralı Philippe saldırıda hiç payı olmamasına rağmen adadan kendisine de bir parça istediğinde İngiliz-Fransız gerilimi doğacaktı. Adanın önemini, sonradan olmakla birlikte herkes gibi Fransızlar da anlamışlardı. Aslan Yürekli Rişar, fetihten sonra Filistin’e çıktığında adayı elinde tutamayacağını fark etti, adanın taliplisi çoktu. Kendisine gerektiğinde ihtiyacı olduğu zaman kullanım güvencesi verdiklerinden Kıbrıs’ı Tapınak Şövalyelerine xix , çok ihtiyacı olan para karşılığında sattı.



Haçlıların Şövalye Tarikatları


Böylece Tapınak Şövalyeleri ana karargâhlarını önce Kıbrıs’a taşıdılar. “Orada, asli görevlerine kendilerini vakfedecek durumda olmadıkları için de, yerli politikaya karışmaya başladılar.” xx Bu onlar için yanlış bir yoldu ve itibarsızlaşmalarının genel anlamda başlangıcı oldu. Zaten sevilmiyorlardı, “zenginlikleri, ayrıcalıkları, rekabetleri ve üzerlerine düşeni yapmadıkları kuşkusu”, onları herkesin gözünde daha da sevimsizleştirmişti, xxi düşmanları çoğaldı.

Tapınakçıların arkasından başka savaşçı Hıristiyan tarikatlar da adanın dörtbir tarafına yerleşmişlerdi. Örneğin, Hospitalier (“Hastabakıcılar Tarikatı”) xxii ve Alman şövalye tarikatları (“St. Maria” ve “Töton Şövalyeleri” xxiii ). Tapınakçıların yaptıklarının aynısını diğer tarikatlar da yaptığı için herkesin gözünde hepsi toptan değer kaybetti. “Yardım“ ve “hizmet“ anlayışı, nedense orada hep saldırganlığa ve zorbalığa dönüşüyor, iyiliksever kuruluşlar silahlı baskı güçleri halini alıyordu.

Benzer durumlar Kıbrıs dışında da yaşanınca, Haçlı Seferlerindeki genel başarısızlıkların sorumluları arasında bulunan tarikatlara kendilerinin suçlanmasını önlemek isteyen bütün herkes çullandığı zaman, tarikatların hepsi hedef tahtasındaydı, ama en önde, en saldırgan ve en etkili olan Tapınakçılar vardı.

1192’de, Doğu Akdeniz sahillerinde etkin bir devletçik hükümdarı olan Kudüs Kralı Guy de Lusignan İngiliz kralından adayı devralma izni alınca Kıbrıs tapınakçıların elinden çıktı. Ancak adanın yeni sahibi de Kral I. Richard’ı kandıranlar arasına girecekti. Güvensizlik had safhada, sözünde durmamak ise olağandı.

Tapınakçılar, önce Fransa’da, darbe tezgâhladıkları gerekçesiyle baskınlara ve kovuşturmalara uğradılar. Fransa Kralı Philippe ve Tapınakçıların sahip oldukları güçten ürkenler yüklendikçe yüklendi. Kral onlardan çok korkmuştu, operasyonların başındaydı. On binlerce tarikat mensubu kovalandı, yakalandı, işkence gördü, yakıldı, öldürüldü. Yer altına indiler. xxiv

Tapınakçıların Fransa’da gördüğü baskı ve kıyım sonucunda ve aynı zamanda bundan cesaret alıp yararlanılarak, Kıbrıs’ta da tarikatçıların hepsine bir darbe indirildi. Kalelerine baskınlar yapıldı. Bütün varlıkları ellerinden alındı. Yakalandılar, suçlandılar, mahkemelere çıkarıldılar. Şövalyeler uzun yıllar hapislerde yatacaklardı. Fakat Kıbrıs’taki yargılanmaları ve cezalandırılmaları Fransa’dakine göre çok “adilane”ydi. 1312-13 yıllarında genel anlamda “aklanma”larının sonucunda itibarları ve malları kendilerine iade edildi, hapiste olanlar serbest bırakıldı. xxv Ancak buna rağmen artık Kıbrıs’ta kalamazlardı.

Zamanında önemli roller oynayan tarikatlar, seferlerin son dönemlerinde ve seferler sonrasında bölgeden tamamen çekildiler. Önce Akdeniz’de tutunmaya çalıştılar, Malta, Rodos ve On İki Adalara taşındılar. xxvi Akdeniz adalarında kökleşenler faaliyetlerini korsanlık ve tefecilik yaparak sürdürdüler.

Alman şövalye tarikatlarının (St. Maria ve Töton Şövalyeleri tarikatları) merkezi 1291 yılında Venedik’e ve 1309’da Prusya’da Marienburg’a nakledildi. Faaliyet alanlarını Baltık Denizi çevresine aktararak kendilerini güvenli bir şekilde felaketlerden kurtarmış oldular. Artık kendi “vatanları”ndaki insanlara kan kusturacaklardı. Cermen ülkelerindekiler talancılık yaparak varlıklarını sürdürdüler, Cermen yayılmacılığına hizmet ettiler.

Rodos‘un Osmanlılar (1523), Malta’nın Napoleon (1798) tarafından alınmasından sonra buralardan da uzaklaştılar. Almanya ve Fransa gibi Frank ülkelerine, bir kısmı da İngiltere ve İskoçya‘ya çekildiler, oralarda etkili oldular.

Bunlardan bazıları, örneğin “Malta Şövalyeleri“ olanlar “Malteser“ olarak, “Aziz Yohanna“lar “Johannister“ olarak, hastaneleri, bakımevleri ve ilk yardım servisleriyle günümüze kadar geleceklerdi.

Tarikatlar, Doğu Akdeniz’de olduğu gibi, Kıbrıs’ın tarihinde de kötülükleriyle anılır oldular. Ahlaken ve insani olarak bozuk bir özellikte olan Haçlı Seferlerine iyi ve olumlu bir özellik, bir erdem katamazlar, ona düzgün bir çehre, ahlaki bir temel kazandıramazlardı. Çünkü Haçlı Seferlerinin ürünüydüler ve seferlerin temel güçlerinden biri oldular. Haçlı Seferleri neyse onlar da o oydu. Dinsel çıkışlı ve yardım amaçlı da olsa iyi niyetli olmayan girişim ve kurumlaşmaların içinde iyi niyet barındıramazlar, erdem sahibi olamazlardı.


Haçlıların Korkusu Selahaddin Tarih Sahnesinde


1187’de Hattin Savaşı zaferinden sonra Kudüs’ü geri alan büyük komutan Selahaddin-i Eyyubi, yayınladığı “ eman “da (bağış metni) Müslümanlara karşı savaşan bütün Haçlılar da dâhil olmak üzere herkesin can ve mal güvenliğinin garanti altında olduğunu ilan etmişti. Yahudi cemaatinin Kıbrıs’a kaçabilmiş önderi ve hahamını davet etmiş, Hıristiyan din adamlarıyla birlikte bütün dinlerin ortak çalışacağını açıklamıştı.

Haçlılar, Filistin’e doğru gemilerle Akdeniz’in doğusundan geçerken, Doğu Roma’ya bağlı ve bir Rum kontu tarafından yönetilen Kıbrıs’ı alacak ve bütün Doğu Romalı yöneticileri öldüreceklerdi. Sonra hâkim olamadılar.

Adanın bu el değiştirmeleri döneminde Selahaddin Filistin’de Haçlılara göz açtırmıyor, Haçlı kalelerini bir bir geri alıyordu. Arazi ve kentlerini kaybeden eski ve yeni baronlar bu yüzden gözlerini yeşil adaya dikmişlerdi. Cermen imparatoru namına Hildesheim Piskoposu Konrad, Alman imparatoruna boyun eğen Kral Amaury’yi dinsel mekanizmaya da biat ettirdi, böylece adanın hâkimiyetinde Papalığın da payı oldu. Her kente piskoposluklar kurduruldu. Ama ada meraklıları çoğaldıkça çoğalıyordu. Amaury, evlilik yapmasıyla Kudüs krallığını da elde edince durumunu biraz sağlamlaştırdı, Papalık çiğnenerek eşler Kudüs patriği tarafından “Kudüs kral ve kraliçesi” olarak takdis edildiler, taç giydiler. Kıbrıs artık Almanlardaydı.

Daha seferler ilk başladığında Haçlılar arasında büyük anlaşmazlıklar çıkmıştı. Yönetim için çekişme, en büyük sorundu. Sonraları ele geçirilen yerleri paylaşamadıkları gibi birbirleriyle de çatışıyorlardı. İkinci Haçlı Seferinde geçimsizlikler, birbirleriyle savaşmalarına kadar varmıştı. Sonraları bu “iç savaşlar” hep devam etti.

Guy de Lusignan 1194’te adada öldü. Vasiyetinde adayı kardeşi Geoffroi’ya bırakmıştı. Ama adadaki diğer Haçlılar, Fransa’ya dönmüş bulunan Geoffroi’yı tanımadıklarından, ayrıca mirasçılardan bir kısmı öldüğünden, durumdan yararlanmaya çalışarak devreye girdiler. Bu arada bir başka Haçlı devletçiğin kralı olan Baudouin’in desteğiyle Kıbrıs aileden birine, gene Amaury’ye teslim edildi.

Amaury 1205’te ölünce “iki krallık birbirinden ayrıldı”. xxvii Vârislerin “nedeni belli olmayan” ölümleri, o günlere kadar ortada olmayan yeni aktörler ve yeni mücadeleler yaratacaktı. Bu arada 4. Haçlı Seferi yapılmış, Haçlılar Konstantinopolis’i fethetmiş, yağmalamış, Doğu Roma İmparatorluğu fiili olarak ortadan kaldırılmış, bütün bunların yanı sıra, “Hıristiyanlığın bütün savunma sistemi altüst” olmuş, Haçlılar için Avrupa-Suriye karayolu kullanılabilir olmaktan çıkmış, Roma’ya yapılan saldırı Türkleri ise daha da güçlendirmişti. O tarihten sonra “artık hiçbir silahlı topluluk Anadolu’yu çaprazlamasına, bir boydan bir boya geçmeye teşebbüs edeme”yecekti. xxviii Bunun anlamı, denize daha fazla muhtaç ve hatta mahkûm olunması, Kıbrıs’ın ise öneminin olağanüstü artması demekti.

Bütün yeni hamlelere rağmen “Doğu”da ortaya çıkmış Haçlı krallıkların ikisi ortadan kalktı (dört taneydi).

Artık Suriye’ye ve Filistin’e, Kıbrıs’a tam sahip olmadan hâkim olunamıyordu.


Yeni Haçlı Seferleri (5. ve 6. Haçlı Seferleri)


Yeni Papa Honarius 1217’de, sıranın kendisine geldiğini düşünerek büyük bir Haçlı ordusunun Kıbrıs’a doğru yola çıkması emrini verdi. Ancak İtalya ve Sicilya’da toplanmış ve beklemekte olan binlerce insan için nakil aracı bulamadı. Tüccarların ve İtalyan kentlerinin Papalığa hizmet etme niyetleri yoktu. Onlar kendi ticaretlerini yürütüyorlardı. Sonradan bulunan gemilerle askerler zamana yayılmış bir şekilde, parça parça götürülebildiler. Çeşitli ülkelerden alınan ve bazıları “ödünç” olan gemilerle de bir donanma ortaya çıktı.

1220 yazında, Selahaddin sonrasının hükümdarı olan el-Kamil’in iyi hazırlanmış donanması “Kıbrıs’a doğru yelken açtı”, Limasol önünde demirlenmiş bir Haçlı donanmasını darmadağın etti, önemli bir kısmını ele geçirdi, karşısına çıkan bütün başka gemileri batırdı, binlerce Haçlıyı esir aldı. Papalıktan istenen destek ve yardım da bu sefer Roma’daki papa tarafından reddedilecekti.

Papanın aforoz ettiği Alman İmparatoru II. Friedrich, Kıbrıs Krallığı babası VI. Heinrich tarafından taç giydiği ve imparatorluğun “himayesinde olması gereği” gerekçesiyle Kıbrıs üzerinde hak iddiasında bulunabilirdi. 1228 Haziranında “kendi Haçlı Seferi” xxix için Birindisi’den yola çıktığında outremer ’de xxx bulunan ve (henüz) bulunmayan bütün güçler telaşa düştü. Papalık ve Hıristiyanlık kurumlaşması yanında, asilzâdeler, prensler, şövalyeler, tüccarlar, (Alman kökenli olmayan) tarikatlar ve bütün İslam karşıtları, özetle “Haçlılar” ve çıkarları seferlere bağlı olanlar, onu hem sevmiyor, hem de ondan çekiniyorlar, korkuyorlardı. Sonra imparator Asya’ya çıktı, düzenlemelerini ve anlaşmalarını yaptı, Kudüs’ü savaşmadan geri aldı (1229). Evet, Kudüs silah kullanılmadan alınmıştı! Ve imparator bu yüzden de kınandı. Savaşmadan ele geçirilen Kudüs’ün Hıristiyanlık için bir değeri yoktu! İmparator II. Friedrich Limasol’a geri geldi, gene oradan dönüş yoluna çıktı. Tam bir yıl geçmişti İtalya’ya döndüğünde.

İmparatorun amacı, Avrupalıları bölgeyle “barıştırmak”, dinler arasındaki sürtüşme, kavga ve savaşı sona erdirmekti. Yüzyıllar sonra, “eğer adamlarını daha iyi seçseydi… idealine Kıbrıs’ta belki ulaşabilirdi” şeklinde yorumlar yapıldı. xxxi

Onun ayrılmasının arkasından Kıbrıs’a o kadar çok asker yığıldı ki, artık çok kan akmaması söz konusu olamazdı. Devam eden yıllar, bütün doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ın ateş topuna dönmesi ve iktidar mücadeleleriyle taht kavgalarıydı. Aslında imparator, elbette mümkün değildi ama bölgede kalmalıydı, bölgenin ona ihtiyacı vardı. Oysa imparator artık çok uzaktaydı ve hep uzakta yaşayacaktı.

Haçlı zihniyeti sarsılmadı, Hıristiyanlığın Türk düşmanlığı azalmadı, Avrupalıların hırsı eksilmedi, dolayısıyla Haçlı Seferleri devam edip durdu.

Bunların ortasında Kıbrıs, baskınların, saldırıların, kovalamaca ve kaçışların, entrikaların, saray darbelerinin, kumpasların, tuzakların, cinayetlerin ve yasasızlığın hep merkezindeydi.

İtalya’daki bir Cermen kolu olan Lombardların Kıbrıs krallığına 1233 yılındaki çıkartmaları tarihin son derece ilginç sayfalarından biri oldu. Kıyımları pazarlıklar izlemiş, hem halk arasında, hem de tarihte derin izler bırakmıştır.

Sonuçta doğu Akdeniz sahillerinin kaptan köşkü Kıbrıs’tı.

Kısa bir “barış” döneminden söz edilse de Kıbrıs’ta sürdürülebilir uzlaşmalara pek yer yoktu.

1244, Müslümanlar Kudüs’ü geri aldı


Kaçınılmaz Sona Doğru (Son Seferler)


13. yüzyılda Kıbrıs’ın önemi, adada üretimi yaygınlaştırılan bir sanayi ürünüyle artmıştı; şekerkamışı. Bu, aynı zamanda, bölgenin en önde gelen değerli tarım ürünü olduğu için adanın daha da zenginleşmesi demekti. xxxii Ada artık daha da değerli ve önemliydi.

Yeni bir Haçlı Seferi, 1248 yılında Fransa Kralı Saint Louis’nin Kıbrıs’a gitmek üzere gemiye binmesiyle başladı (7. Haçlı Seferi). Limasol limanı donanmaların toplanma yeriydi. Fransa kralı ile kraliçesini, kumandasındaki İngiliz donanmasıyla İngiliz Kralı II. Henry takip etti. Bu seferdeki hedef güneye, Mısır’a kaymıştı ama ada stratejik konumunu aynen muhafaza ediyordu. Esas bağlantı, yığınak ve “buluşma yeri” gene Kıbrıs’tı.

Kral Louis bölgede kendisi için felaketlerle sonuçlanan dört yıl kaldı. Yenildi, esir düştü, yaralandı, aşağılandı, hastalandı. Dönüşü başka bir felaketti. Mısır’dan kraliçeyle birlikte Kıbrıs’a gelirken fırtınaya yakalandılar, canlarını zor kurtardılar. Sonrası da zorluklar içinde oldu.

1291 yılı, Kıbrıs ve aynı zamanda Haçlı Seferleri tarihinin de dönüm noktalarından biridir. Memlûkların Akkâ kalesini kuşatması ve kaleyi alması, adanın da tarihini tamamen değiştirdi.

Haçlı Seferlerinin bu son döneminde Kıbrıs, gene en önemli kara parçasıydı. Nedeni, anakarada tutunamayanların ilk ve tek gidecekleri yer olmasıydı. Haçlı kaleleri boşalırken, Haçlı limanları terkedilirken, Anadolu ve Asya’nın doğu Akdeniz sahillerinde tek bir Haçlı devletçiği, prensliği, beyliği kalmazken, özetle kaçan kurtulurken, tek sığınılacak yer, kapağın ilk atılacağı yer Kıbrıs’tı. Dolayısıyla Kıbrıs “dönüş” toplanma merkezi halini aldı. Avrupa’ya dönmek zorunda olanların Kıbrıs’a akın akın gelmeleri öyle bir yoğunluk yaratmıştı ki, hepsinin adada kalması, adaya yerleşmesi mümkün değildi, ada bütün kaçanları taşıyamazdı!


Haçlıların Hüsranı: Seferler Bitiyor!

Haçlı Seferleri Sonrası Seferler


Moğolların Ön Asya’ya yaklaşması yeni ittifaklar doğurdu, dengeler değişti. Kıbrıs’tan yola çıkan bir Haçlı heyeti, Suriye’de Moğollarla bir görüşme ayarladı, iki taraftan Türkler kıskaca alınacaktı.

Sonraki Haçlı Seferlerinin Avrupalılardan çok “bölge güçleri”ne dayanması gerekiyordu. Çünkü Avrupa ile bağlarını koruyan bir Haçlı grubu ya da bir askeri güce karşılık gelen bir örgütlenme artık yoktu. Haçlı devletçikleri yıkılmış, kaleler zapt edilmiş, “şövalyeler” kaçmış, bağlantılar kopmuştu. Dayanılacak güçler ise, Moğollarla ittifak temelinde Kıbrıs’taki krallık ve orada toplanan Haçlıların kalıntıları ile kukla Ermeni devletiydi.

Çözülme beklenmedik ölçüde korkunç oluyordu. Haçlılar üzerlerine gelen İslam güçlerinden kaçıp kurtulmaya çalışırken Müslümanlara büyük kıyımlar yapıyorlardı. Bu ise karşılıklı şiddeti artırmaktan başka bir sonuç vermiyordu.

Durumun genel anlamda kötüleşmesi Müslümanlarla iyi ilişkiler kurulması yönünde öneriler ortaya çıkmasını doğuruyordu.

Seferler 1330 yılında Fransız Kralı VI. Philippe tarafından yeniden canlandırılmaya çalışıldı. Destekleyen papaydı, ancak hiç bir Avrupa ülkesinden yeni bir sefere karşı ilgi yoktu. Buna rağmen kral vazgeçmedi ama o günlerde gene de yapabileceği bir şey bulunmuyordu. Onun yerine geçenin de bir şansı olamazdı ama “yeni” kral zaten böyle bir istek sahibi değildi. 1359’da aileden (hanedan mensuplarından) I. Pierre ise, saldırganlık anlayışı bakımından VI. Philippe’le aynı havadaydı, “Haçlıydı”. İlk gereken şey bölgeyle kendini ilgili kılmaktı. Bunun için sahipsiz gibi olan Kıbrıs tahtına oturdu. 1362’de neredeyse bütün Avrupa ülkelerini dolaştı, taraftar arıyordu. Sonuçsuz oldu. 1363’te yeni papa olan V. Urbanus’a güvenerek 1365’te Venedik’ten yola çıktı. Ancak papa da kimseyi kandıramamıştı. Tek destek Venediklilerden geldi. Buluşma yeri olan Rodos’ta 156 gemilik donanma ile büyük bir ordu toplandı. Hedef Mısır’dı. Hazırlıksız ve güçsüz Memlûklar direnemedi, İskenderiye alındı, kıyım ve yağma Kudüs ölçüsündeydi. Dinine bakmadan kaçamayan herkes öldürüldü veya esir alındı. Esirler köle olarak çeşitli yerlere dağıtıldı. Ticaretin bütün birikimi ve imkânları yok edildi. Bütün binalar yakıldı, yıkıldı. Yağmacılar ganimetleriyle ayrıldılar, daha doğrusu kaçıp kendilerini kurtardılar. Tutunmak ise mümkün olmadığından yalnızlaşan Kral Pierre de ayrılmak zorunda kaldı.

Bu son zafer de aslında hezimetti. Avrupa’nın dışalım zinciri de parçalandığı için kıta ekonomik krize girdiği gibi, kızışan düşmanlık var olan her şeyin de kaybına yol açtı. Haçlılara müttefik Ermeni devleti çöktü, Asya’daki bütün kalıntılar temizlendi. Kıbrıs, gene bu seferin bir sonucu ve intikamı olarak 1426’da tamamen tahrip edilecekti. xxxiii Memlûk Sultanı Baybars adaya çıkardığı ordusuyla Kral Janus’un bütün birliklerini dağıtmış, kendisini de esir almıştı. Kral bırakıldı ama vergiye bağlandı. Yılda önceleri 5 bin, sonraları 8 bin duka altınıyla ödenen ağır vergiler altından kalkılamayacak ölçüdeydi.

Kıbrıs o derece önemli bir hale gelmişti ki, bu dönemlerde çeşitli başarılar hep Kıbrıs’tan kaynaklanmıştı, xxxiv örneğin, Kıbrıs krallarından biri 1365’te İzmir’i Müslümanlardan almıştı ve saldırdığı başka yerlerde de zaferler kazanmıştı. Çünkü Kıbrıs’a dayanıyordu.


Sonrası ve Sonuçlar


“ Haçlı Seferlerine kadar Akdeniz’de deniz ticareti Arapların elindeydi. Bu ticaret, zengin bir Arap Müslüman sınıf yaratmıştı. Ancak Haçlı Seferleriyle bu ticaret Hıristiyanların eline geçti.” xxxv Haçlılar tamamen çekildikten sonra İtalyan ticaret kentlerinin bölgedeki faaliyetleri devam ediyordu, ancak ellerinde bulunan limanların dışında varlık gösteremiyorlardı. Ancak o kadar zenginleşmişlerdi ki, Avrupa’nın tarihinin yazılmasında rolleri olacaktı. Kapitalizm ve “cumhuriyet”, İtalyan ticaret kentlerinin eseriydi denilebilir.

İstanbul’un Türkler tarafından fethi ve Doğu Roma’nın tarih sahnesinden çekilişi, Avrupa tarihinin başka bir “yol” aramasını hızlandıracak, bu zengin, incelmiş, “sanatlı” kentler birer birer söneceklerdi. Akdeniz önemini kaybediyor, okyanuslar kullanıma giriyordu.

Asya’da kalan Avrupalılar oldu, yavaş yavaş “Doğulu”laşıyorlardı ve oralı olmuşlardı ama Avrupalılar bölgede kalamadılar. Kalamazlardı. Püskürtüldüler. Doğu sahipsiz değildi. Eğer bir yer yüksek bir kültür ve uygarlık sahibiyse, orada toplumlar ilkel özellikler taşımıyorsa, saldırganlıkların başarı, hırsların amacına ulaşma şansı yoktu. Üstelik bilmiyorlardı, Haçlıların göz diktiği topraklar yalnız uygarlık merkezi değil, aynı zamanda imparatorluklar doğuran topraklardı.

Ama çok zarar verdiler.

Tekrar Kıbrıs’a dönelim:

1489’dan 1571’e kadar süren Venedik hâkimiyeti döneminde yerli Rum halk, o derece ezilmiş ve baskılanmıştı ki, zaman zaman Osmanlı padişahına gönderdikleri “gizli elçilerle” kendilerine yardım edilmesini istemek zorunda kaldılar.

Kıbrıs 1570’te Türklerin eline geçti. Aslında bu, ada halkının isteği ve beklentisinin karşılığı değildi. Kıbrıs, Osmanlı’ya da gerekiyordu. Akdeniz, okyanuslar yanında küçülürken ve iç denize dönüşürken sahillerinde bulunanlar ve çevresinde yaşayanlar için gene her şey di.

Kıbrıs çevresi ve sahilleri belki de dünyanın en fazla batık, en fazla sayıda gemi enkazı bulunan deniz kıyılarıdır. Yalnız Haçlı Seferleri sırasında ada çevresinde binlerce (kim bilir, belki de on binlerce) gemi parçalandı, battı. Bunların çoğu, çatışmalarda telef olan, deniz savaşlarında batırılan, çatışmalardan kaçarken kıyılarda dağılan savaş gemileriydi.

Dünyada o büyüklükte bir adada en fazla kale olan yer mutlaka Kıbrıs’tır. Çünkü Kıbrıs ya savaş nedeni, ya da savaş gereğiydi. Hep savaş vardı. Ama bütün savaşlar, yerini başka aktörlere ve başka savaşlara bırakmak üzere bitiyordu. Bitmeyen savaş yoktu, her savaş bitiyordu, ama emperyalizm dönemi hariç. Çünkü savaşsız ve savaşmasız emperyalizm, emperyalizm değildir. 20. yüzyılda savaşlar, büyüdüğü, boyutlandığı ve çeşitlendiği gibi hiç bitmiyordu, adeta aralıksızdı.

19. yüzyılda İngiltere, daha sömürge imparatorluğu dönemindeyken hedef olarak önüne Kıbrıs’ı koymuştu. Akdeniz’de yoktu ama artık Akdenizsiz de olmuyordu. Akdeniz İngiltere için, hem savunma, hem varlığını sürdürme, hem rakiplerini önleme ve hem de saldırı ve yeni yayılma alanıydı. Bunların yolu 20’li yıllarda Mora ayaklanmalarını destekleyerek Yunanların arkasına geçmek ve Yunanistan’ın bir devlet olarak Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılmasını sağlamaktı. Arkasından Süveyş’i ele geçirmek ve Kıbrıs’ı almak gelecekti. 1878, adanın İngiliz yönetimine geçtiği yıl oldu, güya Osmanlı hâkimiyeti devam edecekti. Kıbrıs İngiltere’nin askeri üssü oldu. 1914’te adayı topraklarına kattığını ilan etti. 1925 yılında ada İngiltere tahtına bağlı bir “sömürge”ydi.

Tarihi daha da genişletmenin ve uzatmanın anlamı yok. Ada bugün, “Orta Doğu” eşittir Akdeniz olduğundan dolayıdır ki, BOP gibi planların sahibi emperyalizm için hala ve gene çok önemlidir. Ancak şu bilinmelidir, Kıbrıs Adası dünyada en çok Türkiye için önemlidir. Türkiye’den koparılmış Kıbrıs emperyalizmin “malı” olur. Kıbrıs’tan “uzaklaştırılmış” Türkiye’nin ise geleceği tartışmalıdır.

Akdeniz imparatorlukların deniziydi. Akdeniz’deki Kıbrıs ise herkesin adasıydı. Oysa Türkiye için Kıbrıs, her şeyden önce güvenlik sorununun karşılığıdır!

(“Akdeniz Kalkanı Harekâtı” da bunun kanıtıdır. xxxvi )


Başlık altı: Türkiye’den koparılmış Kıbrıs em peryalizmin “malı” olur. Kıbrıs’tan “uzaklaştırılmış” Türkiye’nin ise geleceği tartışmalıdır.

Kaynaklar

Ahmet Refik Altınay, Haçlılar (1095-1291) , Ötüken, İstanbul 2007.


Fernand Braudel, Bellek ve Akdeniz / Tarihöncesi ve Antikçağ , Metis Yayınları, İstanbul 2007.


Fernand Braudel, Uygarlıkların Grameri , İmge Kitabevi, Ankara 1996.


Braudel/Duby/Aymard, Die Welt des Mittellmeeres / Zur Geschichte und Geographie kultureller Lebensformen ,

Fischer Verlag, Frankfurt am Main 1987.


Claude Cahen, Haçlı Seferleri Zamanında Doğu ve Batı , Yeditepe, İstanbul 2010.


Norman Davies, Avrupa Tarihi , İmge Kitabevi, Ankara 2006.


Charles Diehl, Bizans İmparatorluğunun Tarihi , Kum Saati Yayınları, İstanbul 2013.


Işın Demirkent, Haçlı Seferleri , Dünya Yayıncılık, İstanbul 1997.


Kriton Dinçmen, Haçlı Seferleri , İletişim Yayınları, İstanbul 1997.


Râşid Erer, Türklere Karşı Haçlı Seferleri , Bilgi Yayınevi, Ankara 1993.


Ömer Gökçekuş, The Ekonomicsof the Isolation of Turkish Cypriots , Turksh Cypriot Chamber of Commerce, (Kıbrıs) 2008.


Alp Hamuroğlu, Hıristiyanlık, İslamlık ve Avrupa / Doğu’dan Batı’ya Uygarlık Kapıları (Endülüs, Sicilya, Haçlı Seferleri) , Bilim ve Gelecek Kitaplığı, İstanbul 2016.


Cem Gürdeniz, Hedefteki Donanma , Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul 2013.


Cem Gürdeniz, Mavi Uygarlık / Türkiye Denizcileşmelidir , Kırmızı Kedi Yayınevi, İstanbul 2015.


P.M. Holt, Haçlılar Çağı / 11. Yüzyıldan 1517’ye Yakındoğu , Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1999.


Angus Konstam, Die Kreuzzüge / Vom Krieg im Morgenland bis zum 13. Jahrhundert , Tosa Verlag, Wien 2005.


M.V. Levçenko, Kuruluşundan Yıkılışına Kadar Bizans Tarihi , Özne Yayınları, İstanbul 1999.


Amin Maalouf, Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri , Telos Yayıncılık, İstanbul 1998.


Prof.Dr. Erol Manisalı, Cyprus / Yesterday and Today , Der Publications, İstanbul 2000.


Cécile Morrison, Haçlılar , Dost Kitabevi Yayınları, Ankara 2005.


Hannes Möhring, Salaheddin Eyyubi / 1138-1193 , Kitap Yayınevi, İstanbul 2008.


H.A. Nomiku, Haçlı Seferleri , İletişim Yayınları, İstanbul 1997.


Soner Polat, Türkiye İçin Jeopolitik Rota , Kaynak Yayınları, İstanbul 2015.


Jonathan Riley-Smith, Haçlılar Kimlerdi?, Bileşim Yayınevi, İstanbul 2004.


Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, 3 cilt, TTK, Ankara 1987, 1998.


Werner Stein (hrsg.), Die wichtingsten Daten der Weltgeschichte / Der Kultur Fahrplan , Herbig Verlagsbuchhandlung, München 1998.


Doğan Yurdakul, Sırların Kavşağında , Doğan Kitap, İstanbul 2012.

i ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi, yirmi küsur bölge ülkesinin sınırlarının değişmesini ve yeni devletçikler kurulmasını, geniş çapta etnik, mezhepsel ve milli savaşlar çıkarılmasını öngörüyordu. “Proje” aynı zamanda Yeni Dünya Düzeninin ne olduğunu açıklamaktaydı! Ancak bugünlerde Fırat Kalkanı harekâtı ile “Amerikan-İsrail koridoru”nun suya düşmüş olması, bütün planların akamete uğradığını ve bundan sonra emperyalizm için neredeyse yapılacak fazla bir şey kalmadığını göstermektedir.

ii Sürülerek dinlenmeye bırakılmış tarlalar için kullanılır, “nadasa bırakmak”, daha iyi ürün almaya yarar.

iii Kasım ayı son haftasında davetli olarak Kıbrıs’a gitmiş bulunan heyette yer alan VP Uluslararası İlişkiler Bürosu Başkanı Soner Polat’ın görüşmelerle ilgili açıklamalarından, Aydınlık, 5 Aralık 2016, s. 8.

Kastedilenler, güneydeki Rumlara hiç dokunulmaz ve onlardan söz edilmezken, onları “kuzeye, Türklerin içine sokma” planlarıdır.

Ayrıca bu konuda geniş bilgi için bkz. Soner Polat, “Kıbrıs’ta Beyaz Bayrak”, Aydınlık, 7 Aralık 2016, s. 8.

iv

 Geniş bilgi için bkz. Gürdeniz, 2013, s. 113-292. (“Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin haklarını koruyanlar ya Hasdal’da ya da Silivri’de” cümlesini de tutuklu olduğu yıllarda yazan gene Gürdeniz, bkz. s. 363.)

v

 Braudel, 2007, s. 108.

vi

 Stein, s. 60.

vii

 Braudel, 2007, s. 133-34, 139, 168 ve 234-35.

viii

 Aynı eser, s. 195 ve 200.

ix

 Marcus Tullius Cicero (MÖ 106-43), ünlü Romalı hatip ve siyasetçi.

x

 Manisalı, s. 3 vd. (Türkçesi için bkz. Dünden Bugüne Kıbrıs, Cumhuriyet, İstanbul 2000, s. 11 vd.)

xi

 Braudel, 2007, s. 236-37.

xii

 Aynı eser, s. 342.

xiii

 Georg Santayana (1863-1952), İspanyol asıllı ABD’li filozof, şair, yazar.

xiv

 Haçlıların kıyımları, Avrupalı kaynaklar dahil konuyu işleyen aşağı yukarı her kaynakta bulunmaktadır. Kudüs’ün zaptı üzerine yapılanlar ise tarihin en büyük kıyımları arasındadır.

xv

 Runciman, I. Cilt, s. 196, 207-8; II. Cilt, s. 38, 51, 291.

xvi

 Runciman, II. Cilt, s. 291-92.

xvii

 Levçenko, s. 217.

xviii

 Altınay, s. 82-83; Runciman, III. Cilt, s. 40-41.

xix

 „İsa’nın Yoksul Şövalyeleri“ ile „Kudüs’ün Yoksul Kardeşleri“, çileci bir anlayışa sahipti (kuruluşları 1116) ama kendilerine „Süleyman Mabedinin Yoksul Şövalyeleri“ de dedikleri için „Tapınak Şövalyeleri“ („Templiers“) adını alarak değişim geçirdiler. Kudüs Kralı I. Baudouin onlara, eski Hz. Süleyman Mabedinin bulunduğu yerdeki tapınağı verdiği için 1129’da bu adı almışlardı. Tapınakçıların, “fedai” olan şövalyelerle Haçlılar olarak iyi sonuç alan profesyonel silahlı birlikleri vardı. Bağış toplama haraççılığa, para toplama tefeciliğe, servet edinme yatırımcılığa dönüştü. Siyasi girginlikleri mali güçleriyle birleşince kendilerine karşı tedbir alınması gerekti.

xx

 Runciman, III. Cilt, s. 363.

xxi

 Riley-Smith, s. 102.

xxii

 Hospitalier Tarikatı, yaralı Haçlı askerlerin tedavileri için Aziz Yohanna (St. Jean / John) adına kurulmuştu (1113, Kudüs), ama gün gelip bölgeden kaçmak zorunda kaldıkları zaman Venediklere On İki Adadan pay vermek vaadiyle Rodos Adasını Doğu Roma’dan aldılar ve kendileri de Rodos’a yerleştiler. Bu dönemden sonra onlara “Rodos Şövalyeleri” de denecekti.

xxiii

 Doğu Frankların „Töton Şövalyeleri“ (kuruluşu 1128, Akkâ), Cermen saldırganlığını temsil ediyordu. “St. Maria Tarikatı” 1198’de kuruldu. Sonra Malta Adasına yerleştiler. Onlar da “Malta Şövalyeleri” oldular (halen aynı adla varlıkları devam ediyor).

xxiv

 Fransa’da “dilenci tarikatları”nın, ortaya çıkmalarında demesek bile, varlıklarını bir gelenek olarak sürdürmelerinde bu baskı dönemi ve Tapınakçılar önemli bir rol oynamıştır. Dilenci tarikatlarının gelişmesi, düzey kazanması ve kalıcılaşması, Tapınakçıların gördüğü baskılarla ilişkilidir.

xxv

 Runciman, III. Cilt, s. 371.

xxvi

 Aynı eser, s. 367-68.

xxvii

 Aynı eser, s. 92.

xxviii

 Aynı eser, s. 115.

xxix

 Papanın isteğine ve emrine uyarak Haçlı Seferine çıkmak istemeyen ve Haçlı olmaktan kaytardığı gerekçesiyle de aforoz edilen II. Friedrich’in Haçlı Seferine çıkacağı hiç beklenmiyordu. Ama Papalığın aforozuna “küstah bir şekilde” cevap vermişti. Haçlı Seferine gidemez ve Papalık yasalarına göre “kutsal savaş” da yapamazdı. Bununla ilgili olarak hem kendisi uyarılmıştı, hem de bu Hıristiyan dünyaya ilan edilmişti. Bu konuda ve II. Friedrich hakkında geniş bilgi için bkz. Hamuroğlu, s. 266, 278, 305 ve 216-243.

xxx

 Fransızca “mer“le yapılmış ve oradan gelen bu sözcük „denizlerin ötesinde„ demektir. Haçlı devletçikleri için yaygın olarak kullanılmıştır ve Türkçede fazla kullanılmamakla birlikte Batılı kaynaklarda oldukça yaygındı ve halen de rastlanmaktadır.

xxxi

 Runciman, III. Cilt, s. 168.

xxxii

 Faruk Tabak, Solan Akdeniz / (1550-1870) Coğrafi-Tarihsel Bir Yaklaşım, YKY, İstanbul 2010, s. 115 vd.

xxxiii

 Runciman, III. Cilt, s. 374-380.

xxxiv

 Altınay, s. 105.

xxxv

 Gürdeniz, 2015, s. 221.

xxxvi

 Bu konuda bilgi için bkz. Gürdeniz, 2013, s. 349 vd.

Bunları da sevebilirsiniz