15 Temmuz Fetö Darbe Girişimi Ve Sonrası

Önce belirtmek isterim ki, hiçbir darbe meşru değildir. Darbe meşruiyetini kendi başarısından alır. Öyle ki, kendi yasaları ile kendi meşruiyetini ilan eder. Sonunda darbeleri tarih yargılar ve hükmünü verir. Nitekim üzerinde yaşadığımız topraklar tarihin derinliklerinde darbe geleneğine sahip bulunmaktadır. Milattan önce Hititler dönemindeki ilk darbede, kral öldükten sonra yerine büyük oğlunun kral olması gerekirken, kızı zamanın genelkurmay başkanı ile anlaşarak ülke yönetimini ele almıştır. Osmanlılar döneminde ise, yeniçeriler çeşitli gerekçelerle birçok padişah ve sadrazamı alaşağı ederek, öldürülmelerine neden olmuşlardır. Bugün en gelişmiş Avrupa Devletlerinde, başta İngiltere olmak üzere, geçmişte darbeler olmuştur ve sayısız kralın başları kesilmiştir. Ne zaman ki, gerçek demokrasi topluma yerleşmiş, darbeler de o ülkelerde tarih sahnesinden silinmiştir. Bilinmesi gereken gerçek, darbelerin panzehri, ulusal iradeyi temsil edecek demokratik kurallar ve yönetimlerdir. 15-Temmuz’da yapılmaya çalışılan FETÖ darbesi birden bire, ansızın başımıza gelmemiştir. Yıllarca devleti yönetenlerin bilgi ve gözetimi içinde örgütlenip gelişirken bu güce ses çıkarılmamış, hatta göz yumulmuştur. Komünizm tehlikesi ileri sürülerek, ABD emperyalizmi tarafından yeşil kuşak adı altında ülkede komünizmle mücadele dernekleri kurdurularak, laik Türkiye yerine ılımlı İslam, ülkeye dayatılmıştır. Ağzı laf yapan Fethullah Gülen de bu oluşumun örgütleyici konumuna getirilmiştir. Elli yılı aşkın zamandır devletin içinde yuvalanan FETÖ ve yandaşları, 2002 Kasım seçiminde AKP ile birlikte iktidar oldular. İtiraf ettikleri gibi de “birlikte yürüyüp, birlikte ıslandılar” tüm gelinen bu yollarda. AKP, devletin kurum ve kuruluşlarının başına eğitilmiş bu FETÖ’cüleri atadı. Millet iradesi kendine gizli bir örgütü böylece ortak etmiş oldu. Bugün paralel dedikleri bu örgüt, devlet içinde devlet olarak AKP tarafından bizatihi çizildi. Kardeş kardeş devleti soyup, halkı yönetirken bir anda aralarında iktidar kavgası başladı. Oysa devlet yönetimi kendisine asla ortak kabul etmez. İktidar ne paylaşılır ne de devredilir. Liyakatin olmadığı bir devlet yönetimi parçalanmaya ve dağılmaya mahkûmdur. Nitekim Kolluk gücünü, savcı ve hâkimleri ordunun hemen hemen tüm üst düzey komutanlarını atayan AKP iktidarının 17/25 Aralık 2013 tarihinde yolsuzluk ve rüşvet olayı FETÖ taraftarları tarafından açıklanınca kızılca kıyamet koptu. Maşa olarak kullanmaya çalıştıkları polis şefleri başta olmak üzere, savcı ve hâkimler tutuklanmaya veya hızla görevden alınmaya başladı. Ortaklık çatlamış, kıyasıya bir kavga su yüzüne çıkarak çatışma iktidar kavgasına dönüşmüştür. İktidar kavgası geliştikçe kurum ve kuruluşlar yozlaşarak devlet işlemez konuma sürüklendi. Cumhurbaşkanı Erdoğan anayasal yetkilerini az bularak kendi mantığı içerisinde bir başkanlık yönetimi istemeye başladı. Anayasa rafa kaldırıldı. Devlet otokratik bir yönetime doğru adım adım sürüklendi. Hala da bu sürükleniş devam etmektedir. 15 Temmuz olayı sıkışan FETÖ örgütünün çılgınca bir başkaldırısıdır. Halkına ateş eden, parlamentoyu bombalayan FETÖ’cüler, halkın ve ordunun cumhuriyet yandaşları tarafından ezilerek darbe önlendi. Bir musibetten nedamet ve husumet çıkaran Cumhurbaşkanı Erdoğan, artık önünde engel bırakmamak için tüm kurum ve kuruluşlarda FÖTÖ’cü adı altında temizliğe başladı. Demokrasi rafta, anayasa buzdolabında bir yönetim anlayışı devlete hâkim oldu. Artık ülkede Erdoğan’ın özlemini çektiği dindar ve kindar nesil yetiştirmek için engel kalmamıştır. Zira olağanüstü hal ilanı ile kanun hükmünde kararnamelerle devlet cumhuriyet felsefesi yerine diktatoryal yönetime doğru evrilmektedir. On dört senelik AKP iktidarı iç siyasette toplumu cephelere ayırırken, dış siyaset devletin çevresinde dost ülke bırakmadı. Önce kardeş, sonra düşman olmak, dış politika ilkeleri arasında değişmez olarak yer edindi. Çaresizlik boylarını aşınca, bu kez düşmanlarla barış çareleri aranmaya başlandı. Çünkü iktidarları hem ülke içinde hem de dışında büyük ölçüde itibar yitirmişti. FETÖ’yü bahane ederek her ilişkiyi sil baştan onarmaya giriştiler. Gayri resmi terör örgütleri ile kurulan ilişkiler, geri tepen bir silah olarak ülkede bombalar patlatır oldu. Kürt sorunu çözüm yerine düğümleşti. Radikal İslam terör örgütü İŞİD, azgınlaşarak beslendiği toprakları kana bulamaya başladı. İktidar, çözümü tüm siyasal partilerle dayanışma içinde araması gerekirken, dış güçlerle iyi geçinmede arar konuma geldi. Haçlı zihniyeti dedikleri çağdaş yaşam tarzını benimseyen ülkelerle dost olunacağına, Suudiler ve emirliklerle ilişkiler ön plana çıkarıldı. Devlet “yurtta barış, dünyada barış” anlayışı yerine, her önüne gelenle savaş, iktidarın önlenemez anlayışına dönüştü. Bu gelişmelerin sonucu, günbegün kör terör can almaya başladı. Ülke kaotik bir yönetim sarmalına girerek, çoğunluk diktatoryası demokrasinin yerini aldı. Tüm gelişmelerin sonucu Cumhurbaşkanı’nın “Allah ve milletim beni af etsin.” demekle ülke normale dönmez. Allah’la hesabı öbür dünyada, milletle hesap bu dünyada verilmek zorundadır. AKP ülkeyi bir ateş çemberi içine sürüklemiştir. Her gün bir yerde patlayan bombalarla AKP iktidarı ülkeyi getirdiği bu durumla övünebilir. Artık kendisine oy verenlerin silkinip yeter, dur deme zamanı gelmiştir. Sata sata bitiremedikleri milletin malı, hep bu değiştirmek istedikleri cumhuriyetin yaptıklarıdır. Yalan ve iftiralarla yönettikleri sizler, tüm bu işlenen suçların ortağısınızdır. Ulus, sorumluluğunu yerine getirerek, devlet yönetiminden yoksun bu iktidarı, geldiği yoldan geri döndürmelidir. Terör ve savaşın önünü almak için demokrasi tek çıkar yöntemdir. Kuvvetler ayrılığı gerçek demokrasilerin vazgeçilmez ilkesidir. Bu güçleri tek elde toplamak isteği ülkenin barış içinde yaşamasının önüne engel olarak dikilmektedir. Patlayan bombaları susturmak, ölen canların önünü almak ancak demokrasi ile mümkündür. Bu da, demokratik fedakârlık ister. İktidar FETÖ gibi gizli örgütlerle değil, yasal siyasal partilerle kurulacak diyalog ve dayanışma ile gerçekleşir. Gizli düşüncelerle Cumhuriyetle hesaplaşma yerine, Cumhuriyetin kazanç ve değerlerine dönmek çıkış yolu olarak önümüzde durmaktadır. On yaşındaki torunum Çınar’ın Kılıçdaroğlu’na yapılmak istenilen suikasttan sonra söylediği gibi ”Kılıçtaroğlu’nu yok edebilirsiniz ama Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti yok edemezsiniz.” İşte bu anlayış topluma hâkim olursa, hem ülke gerçek demokrasiye hem de halkımız sonsuz barışa kavuşmuş olur.

Bunları da sevebilirsiniz