EN SONUNDA BİR SERİ KATİLİMİZ VAR; ÇOK ŞÜKÜR!

Haziran ayının en “önemli” olaylarından biri, “milli ve yerli” bir seri katilimizin nihayet ortaya çıkmış olmasıydı. Böylece “ilk seri katilimiz”le övünebilir, böylece kendimize daha güvenebilirdik. Çünkü “seri katil”ler, gelişmişlik ölçütlerinden biriydi. Geri toplumlarda seri katil olmuyordu. Bizde şimdiye kadar seri katil olmadığı gibi, seri katil polisiyeleri bile yoktu. Dolayısıyla bu “seri katilimiz”le “medeni dünyaya” adım atmıştık. Nereden çıktı bu diye mi düşünüyorsunuz, çokbilmişler cemiyeti mensupları, bizim toplumumuzun hiç seri katili olmadığını saptamıştı, belirlemişti, daha doğrusu keşfetmişti ve bunun nedenleri üzerinde kafa yormuştu. Gelişmemiş toplumların seri katilleri olmadığından bizler henüz “iyi durum”da sayılmazdık, “seri katillik” gelişmiş ülkelere özgü bir “toplumsal gerçeklik”ti, dolayısıyla bizler seri katilleri olamayacak kadar geri bir toplumduk, ancak şimdi gelişme sürecine girmiştik, girmiş olmalıydık ve bu sayede seri katilimiz olabiliyordu. Yalnız “seri katillik” ile “gelişmişlik” ilişkisi kuranlar, bu seri katilimizin “seriliğini” pek yeterli bulmuyorlar (örneğin, Ahmet Ümit). Ayrıca “katilimizi“ yakalayan İzmir Emniyeti de, katilin durumunun “literatürde ‘seri katil’ diye tanımlanan tanıma hiç bir şekilde uymadığı”nı belirtiyor (Emniyet Müdürü Celal Uzunkaya). Haliyle bunlar, gelişmişliğimize gölge yapan kafa karıştırıcı açıklamalar oluyor. Dikkate almalı mı, doğru saymalı mı, bilmem. Ama gelişmiş liğimizi gölgeledikleri ortada. Yaşı 60’ın altında olanlar hatırlamaz, 50’nin altında olanlar ise zaten bilemez, Türkiye’yi “medeniyete” ilk taşıyan öncülerden biri Necdet Elmas’tı. Bu “değerli “ kişi, 60’lı yılların başında Türkiye’deki ilk banka (ya da benzinci) soygununu yapmış ve “tarihe geçmişti”. O günlerde ondan daha “ünlü” kimse yoktu. Dahası Elmas övüncümüzdü. Bizim o zamana kadarki soyguncu ve dolandırıcılarımız ilkeldi, alaturkaydı, aptalca soygunlar ve gülünç dolandırıcılıklar yaparlardı. “Suçları”, suç olmaktan çok mizah konusu gibiydi. Örneğin, Sülün Osman… Adam Galata Köprüsünü, Beyazıt Meydanının saatini satıyor falan. Ama konuyu dağıtmayalım. 18. ve 19. yüzyıllarda Kuzey Amerika’da bir yandan kızılderilerle savaş yürütülür ve düşman yerliler olan “Hintliler” kitleler halinde yok edilirken, bankasından trenine, posta arabasına kadar her türüyle sürekli soygunlar yapılıyordu. Medeniyet oralara giriyordu çünkü. Nereden mi biliyoruz, “kovboy” filmlerinin birçoğu bu soygunları konu alıyordu. Soygunlarsa, gelişmeye işaret ediyor, Amerika dediğimiz yer, o “vahşi batı” vahşi olmaktan çıkıyordu. O medeniyeti, kovboyları, hızlı silah çekenleri ne kadar severdik! Aynı hesap. Bu yüzden ve bu sayede, Necdet Elmas’a çok sevindik! Ve bugün, aynı Necdet Elmas gibi, seri katilimiz de bize iyi geldi. Necdet Elmas da, “seriliği” tartışmalı olsa bile Atalay Filiz de “kahramanlarımız”. “Modernite”ye adım atmış ve ilkellikten kurtuluyor olmamız fena mı? Bu arada “seri katillik toplumsal olgusu”nu düşünürken aslında bizlerin, toplumumuzun oldukça “gelişmiş” olduğunu da farkettim. “Çokbilmişler grubu” nedense aklına getirmemiş, ama sanki bizde seri katiller hep varmış gibi geldi bana. Peki seri katilliğin tanımı nasıl yapılabilirdi? Bir kişi tarafından planlanarak arka arkaya çok sayıda insan öldürülmesi bunun tanımı olmalıydı. Nedenler elbette önemli değil, çünkü her seri katilin başka bir nedeni olabilir, nitekim oluyor, hep olmuş. Bu durumda, 68 devrimci gençliğine yönelik katl olaylarının birçok seri katili olduğunu hatırlamamız gerekiyor. Daha sonraki dönemlerde PKK’nın içinde birçok seri katil olduğunu sanırım çok kişi düşünecektir. Ayrıca devletin içine yuvalanmış bazı “resmi” örgütlenmelerin de “faili meçhuller” şeklinde sonuç veren seri katilleri vardı tabii. Son yirmi-otuz yılımıza sığdırılmış onlarca aydın ve bilimcimizi öldürenler seri katiller olamaz mıydı? Eğer onlara seri katil değil diyorsak bu onlara haksızlık olmaz mı? Bunlar, hatırlanacak kadar yakında olanlar. Bir de daha eskiye gitsek, seri katillerimiz eskiden de var mıydı diye düşünsek, vallahi var. Bilinenlerden, herkesin bildiklerinden söz edelim, ince araştırmaya gerek yok (televizyon dizilerinde bile görebiliyoruz). Padişahların önemli bir kısmı sizce seri katil değil midir? Bir hatırlayın, onlarca kardeşini, çocuklarını, yeğenlerini, birçok vezirini ve önemli devlet adamlarını öldüren padişahlarımız? Adam ısrarla seri katil. Ya Kuyucu Murad Paşa misali on binlerce insanı öldüren sadrazamlar? Daha altlara inildiğinde yetkili-yetkisiz olarak çok insan öldürenler, her ayaklanmada binlerce insanın canına kıyan yeniçeriler, ayaklanma yokken de gerekli öldürümleri yapan askerler? Olayı yanlış ve yersiz bir şekilde genişletmemek için konuya Osmanlının dilsiz cellatlarını ve “görevleri gereği” sürekli adam öldürenleri dahil etmedik, onlar elbette “seri”dir ama tabii ki “katil” değildir. Bu yüzden de onlar sayılmaz diyorsanız o başka tabii, haklısınız. Tarihimizdeki bu “seri katillik” kalabalığında bunlar “meşru”ydu ve mecburiyetlerdi. Bu durumda şimdiki seri katilimizle sevinmeye devam edebiliriz, gelişmekteyiz ya. Kızgınlıkla adam öldüren, sinirlendiği için katil olanlardan hep utanıyoruz zaten. Seri katillerimizin artması, çoğalmaları temennisi ve dileğiyle!

Bunları da sevebilirsiniz