ALMAN MECLİSİ NEDEN VE NASIL SOYKIRIM KARARI ALABİLİYOR YA DA CUMHURİYET VE BAĞIMSIZLIK NE İŞE YARAR?

Dünyayı değiştirme konusunda hiç bir sorunu, isteği ve çabası olmayan çok insan, dünyayı hevesle ve inatla yorumlamaya devam ediyor. Oysa, dünyayı değiştirmenin dünyayı yorumlamaktan çok daha önemli olduğunun söylenmesi üzerinden 150 yıldan fazla bir zaman geçti. Bu “yorumlama” huyu, anlaşılan kolay değişecek gibi görünmüyor. Bunu neden belirttik; 2 Haziran 2016 Perşembe günü Almanya’nın meclisi, neredeyse “oybirliği”yle, birinci dereceden Türkiye’yi ve Türkleri ilgilendiren bir karar aldı. Bu karar elbette yoruma açık ve hatta yorumlanmaya muhtaç. Ancak “yorumcular”, bu karar Alman meclisinden çıkmadan önce ne yaptı, bu kararın çıkmasından önce ne yapılmasını doğru gördü, bu karar, böyle olumsuz bir karar çıkmasın diye ne düşündü, ne önerdi? Yani, olacak olan bir şeyi değiştirmek, kötülüğü önlemek için ne yaptı? Ve hatta “yorumcular” böyle bir karar çıkarsa bunu doğru bulmayacaklarıyla ilgili bir şey yazdı mı?

“Dünyayı değiştirmek” isteği, dünyayı yorumlamaktan sonra gelir, dünya yorumlanmadan dünya değiştirilemez, ama değiştirmeye çalışmak, dünyayı başka türlü yapmak istemektir, “gerçeği” kabul etmemektir, “gerçeğe” razı olmamaktır, boyun eğmemektir, hayata ve tarihe müdahaledir, isyandır. Dolayısıyla sorumluluktur. Yorumlayacaksınız ama bir şey yapmayacaksanız, müdahaleniz olmayacaksa, neden yorumluyorsunuz? Peki sorumlu değil misiniz? İyi güzel yorumluyorsunuz da neden bir şey yapmayı düşünmüyorsunuz?

2 Hazirana kadar durumu değiştirmek için yapılacaklar ortadayken, başarılır ya da başarılamaz, çabalar sonuç verir ya da vermez, ama sorumluluk ve görev ne gösteriyor onları yapmak varken, karşı çıkmak gerekirken, neden bir şeyler yapmak düşünülmüyor? Bırakalım bir şey yapmayanları, ya yorum bile yapmayanlara, havalara bakanlara ne demeli? Kafayı kuma gömmek mi acaba? Yoksa “başka bir dünyada” yaşamak mı?

Türkiye’deki AKP iktidarı havalara baktı, TBMM’deki bütün siyasal partiler herkese durumun kendilerini ilgilendirmediğini düşündüklerini düşündürdü, onlarca ve yüzlerce “sivil toplum kuruluşu” üstlerine vazife olmadığı izlenimi uyandırdı; bunlara karşılık bir siyasal kurum olarak yalnız Vatan Partisi, kitle örgütleri olarak da TGB, ADD ve bazı meslek kuruluşlarıyla az sayıdaki sendika, sorumluluk duydu ve durumun ciddiyetine ve vahametine uygun davrandı.

Ancak o menhus günden sonra “yorumlama” yarışında geride kalan kimse de olmadı. Alman parlamentosundan çıkan kararın şifrelerini çöze çöze ilerliyoruz, olayın, daha doğrusu kararın anlaşılmadık hiç bir şeyini bırakmıyoruz. Böyle oluyor ama insanın, yorumcular için, bu kadar yorumlamaya, bunca uğraşarak “gerçekleri” yakalamaya ne gerek duyuyorlar diyesi geliyor. Çünkü her şey meydanda, her şey yorumlanmayacak kadar apaçık ortada duruyor. Ne yorumlanacak, ne keşfedilecek, ne de şifreleri çözülecek bir şey var.

Türkiye’ye yükleniliyor!

Almanya, Türkiye’yi soykırım üzerinden karalama politikasının merkezindeydi, gene aynı yerde, hala aynı yerde. ABD stratejiyi belirlemişti, uygulama için Almanya’yı sürükleyendi.

Sorunun özü de, “Ermeni soykırımı” şamatasının ne tarih, ne hukuk ile bir ilgisi olduğuydu. Bütün yapılanlar ve yaşanılanlar siyasaldı ve gene de öyledir, hala da öyledir. Üstelik bütün tarihi gerçekler göz ardı edilerek, hukuksa çiğnenerek, AİHM kararları da görmezden gelinerek.

Burada bazı soru kümelerini yanıtlamak lazım: 1) “Ermeni sorunu” neden çıktı, nereden çıktı, neden Birinci Dünya Savaşı şartlarında ve hemen sonrasında azdı, “sorun” neden hep terör yöntemiyle yürüdü, yürütüldü? 2) Alman meclisi neden (tek Alman milletvekili dışında olarak) oybirliği ile tasarıyı onayladı, Alman meclisinin milletvekili çoğunluğu tasarıyı gerçekten onayladı mı? 3) Alman parlamentosundaki Türkler neden hepsi birden “soykırım”a oy verdi, kararı onaylayan Türk asıllı milletvekilleri Türklerin Ermenilere soykırım yaptığına inanıyor muydu, Türk milletvekilleri kararı onaylamayan o tek Alman milletvekili gibi davransaydı ne olurdu?

Şimdi bütün bunlara bu yazının boyutlarında geniş bir şekilde ve tam olarak açıklık getiremeyiz ama gene de sakin bir şekilde soruları ele alalım.

  1. Ermeni sorunu” Avrupa’nın “büyük devletleri”nden çıktı, Osmanlı devletinin parçalanması ile ilgili olarak kullanılmak için yaratıldı. Ermeni örgütleri terör yöntemini kullanmaya mecburdu, durduk yerde Osmanlı Ermenilerini Avrupa ülkeleri için ayaklandıramazlardı. Çünkü Osmanlı Ermenileri, belli dönemlerde sorunlar yaşamakla birlikte hayatlarından memnundu. Refah ve güvenlik içindeydiler. Ermeni terörü, modern dünyanın ilk sistemli, ilk geniş örgütlü, ilk kapsamlı, ilk uluslararası boyutlu, ilk uzun erimli terörüdür, emperyalizmin ilk büyük terör projesidir. Ermeni kıyımı söylentisi ise, Birinci Dünya Savaşı şartlarında Osmanlı devletine karşı psikolojik savaşın gereği olarak propaganda konusu yapılarak kullanıldı. Ayrıca savaş sırasında Ermeni örgütleri Türk ordusuna askeri olarak cephe gerisinden büyük zarar veriyor ve Müslüman halka katliam uyguluyordu. Çünkü Türk ordusunun yenilmesi ve Doğu Anadolu’da da nüfus oranının Ermeniler lehine artması gerekiyordu. Savaş bittikten sonra ortaya çıkan Kurtuluş Savaşımızın da yenilgiye uğratılması ve milli güçlerin başarısız olması şarttı. Ermeni terör örgütleri Avrupalı emperyalistlerin planları gereğince bunlara hizmet ettiler. Terör dalgası benzersizdi.

  2. Alman parlamentosu tasarıyı, öyle görünüyor ama, “tek oy dışında oybirliğiyle”onaylamadı. Oylamaya milletvekillerinin neredeyse üçte ikisi katılmadı. Bunların çoğunluğu tasarıyı da, tasarının meclise getirilmesini de doğru bulmadığı için ya da bu kararın sorumluluğunu üstlenmemek için oturuma girmemişti. Kararın, ABD’nin çıkarları için Almanya’nın cepheye sürülmesi ve kullanılması olduğu, yanlışlığı, hukuksuzluğu ve Almanya için olumsuz sonuçlar doğuracağı biliniyordu.

  3. Alman parlamentosundaki Türklerin tasarıyı onaylaması dışında bir seçenekleri yoktu. Türklerin soykırım yapmadığını savunan bir Türkün Almanya’da siyaseten yükselmesi ve siyasette kalabilmesi mümkün değildir.1 Bu bakımdan tasarıyı onaylamayan Türkler bile karara olumlu oy verdiler. (Ve Türklerin oturumdan Almanlar gibi kaçabilmesi ve oylamaya katılmaması bile affedilmezdi.) Eğer bazıları tasarıya karşı çıksaydı siyasal hayatını sona erdirmiş olurdu.

Şimdi “sorun”un esasına, esas soruya ve yanıtına gelelim.



DEVRİMCİ CUMHURİYET’TE “ERMENİ SORUNU”?


30 Ağustos 1922 zaferi ve arkasından gelen gelişmeler, Türkiye’nin kaderini belirledi. Ancak yalnız bununla kalmadı, “Ermeni sorunu”nu da sonuçlandırdı. Kurluluş Savaşımız, Ege bölgesinde Yunanistan’ın parçası yapılacak İonya’nın, doğu ve güneydoğu bölgelerinde tasarlanmış olan Kürt ve Ermeni devletlerinin kurulmasını önlemişti. Türkiye Cumhuriyeti, kendine güveni ve dünyada uyandırdığı şaşkınlık ve saygınlıkla savaş galiplerinin Anadolu’da yapay ve kendilerine bağlı uydu devletler kurma hayallerini sona erdirmişti. Lozan Antlaşması ise, yeni devrimci devletin bütün dünyada tanınmasını, eşit haklarla kabul görmesini sağlamıştı. Böylece “Ermeni sorunu” da kalıcı ve devrimci bir çözüme ulaşmıştı. Bütün diğer sorunlar gibi “Ermeni sorunu” da, silahla halledilmiş, artık tekrar kullanılamayacak hale gelmiş oluyordu.

Ermeni katliamı suçlamaları durdu, Ermeni terörü durdu, suikastlar durdu, Ermeni terör örgütleri ise dağıldı, dağıtıldı. Bütün bunların arkasındaki Batı, suçlama ve terör baskılarının artık bir işe yaramayacağını anlamıştı. Belirleme böyle olunca “sorun” bitirildi!

Atatürk’ün ölümüne kadar olan dönem boyunca Cumhuriyet, Batılıların hedefi ve oyuncağı olamayacak devrimci, bağımsızlıkçı ve dirayetli davranış ve politikalarıyla Batı ülkelerinin önünü tıkamış, planlarını ortaya çıkaramaz duruma getirmişti.

“Ermeni sorunu” da, terörü de, talepleri de unutuldu, unutturuldu!

Şimdi esas soruları sorabiliriz:



BUGÜN “ERMENİ SORUNU”?


Neden 1923’ten 20. yüzyılın ortalarına kadar, esas olarak da 70’li yıllarına kadar “Ermeni sorunu” yoktu, neden “sorun” 20. yüzyılın sonundan başlayarak bugünlere kadar sürekli büyüyerek ve büyütülerek geldi, neden Ermeni terörü ASALA gibi örgütlerle yeniden devreye sokuldu, neden Ermeni terörü Batı başkent ve önemli kentlerinde onlarca diplomatımızı, devlet görevlisini katletti, yüzlerce insanın ölmesine, yaralanmasına ve sakat kalmasına yol açtı, bombalı saldırılar yaptı, neden “soykırım” icat edildi, neden Batı devletlerinin resmi ve resmi olmayan kuruluşları, meclisleri, parlamentoları, eyaletleri, kurumları soykırım kararları almaya başladı?

Lozan Antlaşmasıyla Türkiye Cumhuriyeti savaşın galipleri tarafından bile kabul edilince “Ermeni sorunu” ve Ermeni terörü gene onlar tarafından sona erdirilmişti. Antiemperyalist ve milli bir dış politika izleyen bağımsız Cumhuriyet’e karşı yapabilecekleri bir şey yoktu. Kaldı ki Atatürk yaşıyordu ve Türkiye, Mustafa Kemal’in Türkiye’siydi. İkinci Savaş sonrasında ise bağımsızlığımızın birçok bakımdan zedelendiği dönemde Türkiye olarak emperyalizmin planlarında yer almaya ve emperyalist politikalara maruz kalmaya başladık. Önce yeni sorunlar yaratıldı, “Ermeni sorunu” ise hatırlandı, sonra ASALA örgütü ortaya çıktı, onun terörü patladı, en sonunda da “soykırım” yalanı devreye sokuldu.

Eğer Batı dünyasıyla bütünleşmek ve Batı dünyası içinde olmak isterseniz bağımsızlığınızı sürdürmeniz mümkün değildir. Cumhuriyet bağımsızdı, dirayetliydi, kendine güvenliydi, gücünün farkındaydı, bunların sonucunda kendisiyle oynanamıyordu. Devrimci Cumhuriyet’e ne şantaj, ne baskı yapılabiliyor, ne de ona boyun eğdirmek düşünülüyordu. Türkiye’den çekiniliyordu, Türkiye saygı görüyordu. Oysa Atatürk’ün ölümünden sonra Batı dünyasına adım adım kendimizi yaklaştırdık, en sonunda Atlantik çerçevesi içinde olmak istedik, NATO’ya girdik, emperyalizmin planlarına açık hale geldik ve Batıcı olduk. Bu şartlarda bir ülkenin, o ülke devrim yapmış ve bağımsızlık savaşa vermiş Türkiye bile olsa, savunma ve direnme imkanları ortadan kalkar. Batı emperyalizmi için, kendisine tabi olmak isteyen bir ülkeden çekilinecek bir şey yoktur, dikkate almak, hatta saygı göstermek bile gerekmez. Batı dünyasında yirmi küsur ülkenin parlamentolarında, yüzlerce eyalet, belediye ve başka resmi kuruluşlarının meclis ve kurumlarında “Türklerin soykırımı”nı tanımasının, geniş kampanyalar yürütülmesinin başka bir açıklaması yoktur.

Atatürk Türkiye’sinde, bırakalım Türkiye’nin suçlanması için meclis-parlamento kararları çıkmasını, bu tür girişimlerin bile yapılamaması her şeyi açıklamaktadır.

Evet, “yorumcular”, sırlar aramakla, şifreler çözmekle uğraşmaya devam edin, müthiş gerçek budur.

Ayağa kalkan bir Türkiye’nin, yeniden Cumhuriyet’in böyle sorunları olmayacaktır.


1 Almanya özelinde “Ermeni sorunu” politikaları ve “Almanya’da Türkler siyasette nasıl yükselir” konularında geniş bilgi için bkz. “Soykırım Edebiyatında Almanya ve Avrupa’daki Yeni Gelişmeler / Almanya’nın 20. Yüzyıl Sonu ile 21. Yüzyıldaki Türk Düşmanlığı ve Ermeni Yandaşlığı”, gerçekedebiyat.com ve facebook, Nisan 2016.

Bunları da sevebilirsiniz