DİN, BİLİM, DEVRİM, CUMHURİYET

İnsansılardan insana evrilen canlı türü, doğa karşısında çaresiz kaldığında inanışların yolu açılmıştı. Açıklanmaya muhtaç şeyler vardı, ancak doğa yasaları henüz bilinmiyordu ve kendiliğinden anlaşılmaları imkansızdı, doğanın gizlerinin çözülmesi bilgi ve birikimle olacaktı.

Yatıştırılacak, kullanılacak, yararlanılacak, tapılacak, beklenen-beklenmeyen ve korkulan tehlikeler, her şey doğadaydı. Totem, büyü, ruh, fetiş, put, tanrı, bunların hepsi yer, gök, güneş, su, ateş, kimi hayvanlar ve bitkiler vb. ile ilişkilendirildi.

Tanrı, yaratıcı, kutsallık, ilk-başlangıç, varolma, “öteki dünya”, büyü, kader, “alın yazısı”, kehanet vb. Bunların her biri, ya bir özlemden ileri gelmişti ve “ihtiyaç”tan dolayıydı, ya da doğaya ve hayata açıklık getirememekten kaynaklanmıştı.

Bir yere yerleşme, köyleşme, insan toplulukları için bir sonuçtur, üretim, ilişki ve iletişimin, toplumsallaşmanın sonucudur. Aynı zamanda bilgi birikimine ve yüksek kurumlaşmaya dayanır. Sonrası, kentleşme ve devletleşmedir. Bu süreçte, krallar, firavunlar, yöneticiler ve toplumu etkileyenler ile bunların sarayları, mabetleri ve anıtsal mezarları ortaya çıkar. Bundan önceki dönemlerde mezarlar ve evler birörnektir, aynı özelliklerdedir. Böylece neolitik dönemde, ilk köylerde, eşitlik içinde yaşandığını, siyasal ve ekonomik bakımlardan sınıflaşma olmadığını anlıyoruz.

Toplumsal organizmalar, büyük alüvyon vadilerindeki ortaklaşa ve sistemli çabalar halini almıştır. Yapay çevrelerin ortaya çıkması anlamındaki bu düzeyin bütün topluluklarında akrabalık ve kan bağı hakimdir, inanışlar animizm düzeyindedir ancak bu ilişkiler ve bunun ürünleriyle sonuçları çözülme eşiğindedir. Astroloji, (av hayvanlarının ciğerlerine bakarak yorum yapma demek olan) hepatoskopi ve benzer şeyler ruhsal dünyaya açılmadır. Kabile şefi büyücü olur, ya da tersi, büyücü kabile şefidir. Askeri şef önem kazanır, bunda silah ve güç kullanımının öğrenilmesi rol oynamıştır. Sonraki aşama, yönetici olarak öne çıkanların tanrılara, tanrı-krallara dönüşmesidir, memurlar, askerler, rahipler ortaya çıkmış, toplumsal-devletsel işlevler edinmişlerdir, toplum sınıflaşmıştır. İktidar olanlar, artık iktidarı din aracılığıyla, inanışların yardımıyla, ruhların desteğiyle sürdüreceklerdir. Kentsel devrimde üreticiler ve toplumsal örgütlenmenin esas personeli, çiftçi, çoban, balıkçıdır, onları zaman içinde zanaatçılar, işçiler, bilimciler izleyecektir. İşbölümü gelişmeyi, gelişme teknolojik yenilikleri yaratır.

Yönetici olan sınıflar güçlerini inanç sömürüsüne borçludur. İnançlar, insanları itaate zorlayan ve kurulu düzeni kabule yol açan boşinançlar ve batıl inançlara dönüşmüştür. Bu inanç sömürüsünde inançların işlev kazanmasına düzey kaybetmesi eşlik eder. Otorite, (itiraz edilemez olduğundan) tanrıya dayandırılır.

Yeryüzünde olan tanrılar ve tanrısal güçlerin gökyüzüne çıkarılması, somut tanrı, tanrıça, ilah, totem ve putların soyut kavramlara dönüşmesi, sınıflı toplumların dinle ilişkisinde bir sıçramadır. Tek-tanrı, büyüyen ve karşaşıklaşan devlette yönetenler için kolaylıktır, büyük devletlerin yönetilmesini ve merkezileşmeyi daha yüksek bir düzeye çıkarır.

Dünyanın ilk en yüksek uygarlık odağı olarak Orta Doğu coğrafyası, tarım devriminin, yazının, gelişkin ticaretin, paranın, çeşitli ulaşım yollarının ve çeşitli ulaşım araçlarının, dolayısıyla çok yönlü ve yüksek uygarlığın ilk ortaya çıktığı yerdir. En büyük ve köklü devletin ilk ortaya çıktığı bu coğrafyanın tek-tanrılı dinlere kaynaklık etmesi bir rastlantı değildir.1

Tek-tanrılı dinler, yönetenlerin iktidarını sağlamlaştırırken, aynı zamanda bunun gereği de olan, özgürlüğü ve özgür düşünceyi kısıtlamış, giderek yasaklamıştır. Bu, kitlelere dinlerin dayatılması, hatta kitlelerin dinlerin kapanına sıkıştırılması, ve özgür insanın dine mahkum edilmesidir. “Tanrı kavramı, … ezilen sınıfların elini ayağını bağlamıştır.”2



AVRUPA HIRİSTİYANLIĞI, “ORTA ÇAĞ” VE BİLİM

Avrupa’ya taşınan, coğrafya ve toplum değiştiren Hıristiyanlık, “zorunlu din” olarak ve bütün Avrupa toplumlarını “zor”la Hıristiyanlaştırarak “Avrupa’nın Orta Çağı”nı yaratmıştır. Bağnazlık, baskı, yasaklar, korkular, eğitimden yoksun bırakılan kitlelerin itaatini amaçlamış, tartışmayı, araştırmayı, sorgulamayı, öğrenmeyi, insan gibi yaşamayı ve düşünceyi yok etmiştir. Bilimle bağ koparılmıştır. Avrupa’daki bütün devletler Hıristiyan olduğu gibi, aynı zamanda teokratik de olmuştur. Tarihe mezalim simgesi olarak geçmiş olan Engizisyon, Hıristiyan gericiliğinin insanlık dışı uygulamalarının kurumudur. İlahi teorilerin sahipleri devlete hakim olmuştu, gücü o kullanmaktaydı. Yasak, baskı, köreltme yolları kullanıldı, “suçlar” ve günahlar yaratıldı.

Bunların sonucu olarak Avrupa’da düşünürler, seçkinler, burjuvazi, diğer halk sınıfları, hatta kimi yönetenler, dogmalarla ve yasaklarla mücadele etmek zorunda kaldı. Kapitalizmin filizlenmesinden sonra ”evren nedir, varlık nedir, insan nedir” gibi felsefi sorunlara bilimsel yanıtlar arandı. Feodal sistem ve feodalizmin çözülme süreci, ilahi tezler ile bilimsel bulgular arasındaki çelişmeyi sürekli besledi.

Tanrının “sınırsız kudreti”, insanların “sınırsız çaresizliği” oluyordu. Boyun eğme, itaat, düzeni kabul şarttı.

1163: Papalığın fermanıyla cerrahi,

1173: Tours Ruhani Meclisi kararıyla fizik öğrenimi,

1210: Provencial Konsil’de Aristoteles,

1215: Papanın Paris temsilcisinin kararıyla bilimsel İslam literatürü

Avrupa’da yasaklandı. Örnekler inanılmaz ölçülerde çeşitlidir.



BİR UYGARLIK SIÇRAMASI OLARAK İSLAM

Hıristiyanlığı sonraki yüzyıllarda izleyen İslamlık, Arap yarımadasında bir toplumsal devrimin, Asya’dan Avrupa’ya, Doğu’dan Atlantik’e kadar yayıldığı bütün alanlarda ileri bilimsel gelişmelerin ve yüksek yaşam kalitesinin sahibi olmuştur. Ancak çıkışından 4-5 yüzyıl sonra devletsel başarılar İslamı, bağnazlığa, tutuculuğa, yeniliklere kapanmaya doğru çekmiş, düşünsel gelişme durmuş, bilimsel düzey gerilemeye başlamıştır. İslam, devlet kuruculuğuyla birlikte ortaya çıktığından devletin şekillenmesi ve yönetim kuralları dine göredir.

Avrupa’nın karanlığı olan Orta Çağ, İslam coğrafyasında aydınlık bir altın çağdır. Ancak Avrupa toplumlarında yaşanan Aydınlanma, üretim patlaması, teknolojik ve bilimsel gelişmelerle devrimler, İslam dünyasında yaşanmamış olduğundan roller zaman içinde değişmiş, 15. yüzyıldan sonra üstünlük, “Batı uygarlığı” adını alacak olan “Avrupa’ya” geçmiştir.



AYDINLANMA

Avrupa Orta Çağı”nda dinin hakimiyeti, baskısı, yasakçılığı, bağnazlığı tepkileri doğurunca, bunlara karşı mücadele sistemleşince, sonu dinin sorgulanmasına ve etkisinin sınırlandırılmasına yol açan gelişmeler yaşandı. Ticaretin geliştirdiği yeni sınıflar, dinin ekonomik ve toplumsal çıkarlarıyla çeliştiği noktalarda dine karşı çıktılar. Hükümdarlar, dinsel merkezin iktidarlarını paylaşma isteklerine direnmeye başladılar. Avrupa’da düşünürler, bilimciler, devlet adamları, aydınlar, her alanda gösterdikleri varlıkla Aydınlanmayı yarattılar, dine karşı mücadele öne çıktı, Avrupa’daki dinsel merkez olan Roma’ya direniş yaygınlaştı. Bu, Rönesans’ın, dinde reformun ve bilimsel gelişmelerin yolunu açtı.

17. yüzyıl Avrupa’nın bilimciler çağıdır. Bilimciler birbirlerinden habersiz ve birbirlerinden kopuk değildirler. Ya açık ya da gizlice haberleşirler. Bazıları varlığını öğrendiği bilimcileri izler, takip eder. Birbirlerini etkilerler. Newton öncüdür. Rastlantısal bir durum yoktur. Gelişme kıtasaldır ve zincirleşmedir.

Tanrısal düzen”e sahip olduğunu ve bunu sürdürdüğünü söyleyen din devletine, Kiliseye ve bütün din kurumlarına karşı mücadele, Avrupa toplumlarının gelişmesini ve ilerlemesini sağlamış, ve bu, Avrupa tarihinin altın sayfaları olmuştur.



LAİKLİK-SEKÜLERLEŞME

Tek tanrılı dinler dünyevidir.

Hıristiyanlığın ve feodal sistemin, bunların sahipleri ve sözcüleri olan papazlarla feodal egemenlerin dayandığı “tanrı” kavramı, “her zaman ‘toplumsal duyguları’ uyuşturmuş, … ve her zaman (köleliğin en kötü, en umutsuz biçimini) kölelik kavramını ayakta tutmuştur”.3

Devletin uyguladığı baskı din aracılığıyla, yardımı ve katkısıyla sürdürüldüğünden laikliğin icadı gerekti. Dinin tezleri ve dayatmaları bırakılınca gerçeğe yaklaşılıyor ve bu bilim oluyordu. Kopernik, Kepler, Galieo. Tepsi gibi düz dünya, öküzün boynuzundaki dünya, okyanus uçurumu vb. safsatalar önce teorik olarak, sonra yaşanarak çökertildi.

Din ve bilim, inanç ve akıl, tasavvur ve gerçeklik, tanrı ve doğa, öznellik ve nesnellik, iç dünya ve dış dünya, özel zihinsel hayat ve toplum karşıtlıkları için, bütün bunların aralarındaki anlaşmazlıkların çözümü olarak laikliğe başvurulmuştur. Laiklik, din kurallarının toplum kurallarına uygulanamazlığı temelinde, din işlerinin dünya işlerinden ayrılmasıdır. Buna göre, insanlar ve toplum özgürleşecek, devlet, din karşısında edilgen ama bağımsız olacaktı. Bilimsel öğrenim, dinsel kurumların eğitimdeki rolünün yok edilmesine bağlıydı. Yeni sınıf olarak burjuvazinin köylülükle birleşmesi Avrupa’nın devrimlerin kıtası olmasına yol açtı. Feodalizme karşı mücadelede, kapitalizmin silahı olarak burjuva devrimlerinde öne çıktı, anlam kazandı, siyasallaştı.

Din hayatı, doğal hayatı belirleyemediği gibi, insansal hayatı da, toplumsal ilişkileri de belirleyemez. Toplumlar dinsel kurallara göre belli dönemlerde ve belli açılardan düzene girmişlerdir. Ancak bu bir süre sonra geçerli olmaktan çıkmış, bugün ise tamamen ortadan kalkmıştır.

Laiklik, dinsel ideolojinin karşıtıdır. Her şeyin dinsel ideojiden arındırılmasıdır. İnsanların özgürlüğü, dinin sınırlanması, kısıtlanması, adeta hapse atılmasıdır.

Siyaset, paylaşım sorunlarının mücadele ve kararlaştırılma ortamıdır. Halkın paylaşımdaki payı, halkın laik olmasını gerektirir. Bu yüzden hem devlet, hem de halk laik olmalıdır. Devlet halkın kandırılmasını önleme, halk kandırılmama durumundadır. Ancak devlet, sınıfsal özelliği yüzünden halka karşı sorumluluğunu yerine getirmemiştir, getirmemektedir. Devrim geçiren Avrupa’da devletler laik olabilmiş, halka dindarlık bırakılmıştır. Devlete laiklik, halka din!



DEVRİM VE BİLİM, DEVRİM VE DİN

Devrimlerin bilimle buluşmasını en somut olarak Büyük Fransız Devrimi göstermektedir. Bilimciler Devrimin bilimin önünü açacağını, bilimin de Devrime yarayacağını biliyorlardı ve bunu yaşadıklarıyla hem gördüler, hem de gösterdiler. Fizikçiler Lavoisier, Coulombe, Borda, Charles, matematikçiler Monge, Laplace, Legendre, Lagrance, Vanderveaur, Fourcroy, Vauquelin, kimyacılar, Bertholet, Chaptal, doğabilimciler Jussieu, Lamarck, Thouin, Desfontainer, Dolomieu, tıpçılar Pinel, Tenon, Barthez, Saguin, Bichat, astronom Bailly, felsefeci Condorcet, Devrim içindedirler ve Devrimde yan yanadırlar. Hatta bazıları bakan oldukları ve Devrim kurumlarında görev aldıkları gibi, kendi aralarında ortak bilimsel çalışmalar da yaparlar.

Bilim kurumları, Fransız tarihinin büyük bilimsel atılımını yaratır. Bunun sonucu olarak bilimsel sistemin kendine özgü gelişmesi ve başarıları, “19. yüzyılın ilk on yıllarında Paris‘i bilim dünyasının başkenti yapacaktır”.4 Sonrasında ise Fransa uzun yıllar “bilimsel üstünlüğü” ile övünebilecektir. “Fransız bilimine kanatlarını Devrim takmıştır.”5

Metre sistemi, ölçülerin standartlaşması, milletleşmenin ve milli sınırlar içinde merkezileşmenin gereği olarak bilimcilerin çalışmalarıyla sağlanır. İçlerinde dindar olanlar da vardır, ancak bilime dinin müdahalesini önlemekte birleşmişlerdir.

Devrimin bilimle buluşması, din adamları zümresine karşı mücadeleyle eşzamanlıdır. Ayrıca Kilisenin elindeki mülkler kamulaştırılır, Fransız Katolisizminin elindeki geniş topraklar halka dağıtılır. İtibarsızlaştırılan ve itibarsızlaşan dinin halka söyleyeceği bir şey yoktur, kendini savunması bile Devrimin coşkusunda artık mümkün değildir.

Devrimin en temel insan haklarından biri olan “İnsanlar hür doğar” ilkesi, Tanrı iradesine isyandır. Dinsel ideoloji terkedilir, laiklik kökleştirilir.

Devrim dalgasının geri çekilmesi dönemi olan Restorasyona kadar Fransa’da papazların, dinin, Kilisenin, dinsel söylemlerin yeri olmayacaktır. Ancak Devrim geri çekilir.



OSMANLI’DA DİN, EĞİTİM VE BİLİM

Osmanlı eğitiminde fen bilimleri ve teknolojik eğitim: Büyük bilimci, astronom Takiyeddin’in İstanbul’da yedi yılda kurduğu gözlemevi, 1580’de denizden açılan top ateşiyle yıkıldı ve arkasından yağmalandı, yakıldı. Bu rasathane tahribatı dönüm noktası olmalıdır. O günlerden sonra astronomi dokunulmayan bir bilim alanı halini almıştır. Fizikte, mekanikte, matematikte, kimyada 17. yüzyıldan sonra bilimcimiz yok gibidir. Fen bilimlerinin eğitimde tekrar yer alması için 19. yüzyılda Avrupa’daki örneklere göre açılan askeri okullara kadar beklemek gerekecektir.

Tarih: Bilimsellikten ve nesnellikten uzaktır ve toplumu, coğrafyayı, insanlığı kapsayıcı değildir. Yalnızca İslam tarihi ile sınırlıdır. Ne insanlığın geçmişi, ne doğanın ve toplumların tarihi ele alınır. “Tarihçi”, vakanüvisttir, kronikçidir. Kaldı ki, Jön Türklerin ortaya çıkışına kadar karşılaştırmalı tarih yöntemini kullanan da olmamıştır.

Coğrafya: 17. yüzyıldan sonra eğitim konusu olmaktan tamamen çıkmıştır. Haritacılık 18. yüzyılda yok olmuştur. Çeşme baskınını (1770) Rus donanmasının yaptığı anlaşıldığında İstanbul’daki devlet ricali, Rus donanmasının boğazlardan geçmemiş olduğunu düşünerek bu işin nasıl olduğuna akıl erdirememişti. Rus donanmasının Cebelitarık Boğazından gelebileceği düşünülemiyordu. Oysa 16. yüzyıla kadarki Osmanlı coğrafyacı ve haritacılarının çok önemli eserleri, bugün bile önemlerinden sözü edilen haritaları vardı. 19. yüzyılda ise, bütün devlet okullarındaki duvar haritaları, “bir nevi resim addedilerek” toplatılmış ve “tamamı” imha edilmişti (1847).6

Tıp ve sağlık hizmeti: Özellikle 18. yüzyıldan sonra Osmanlı’daki İslam tıbbının yüksek düzeyi aşağılara inmiş ve kitlelere sağlık hizmeti verme anlayışı tavsamıştır.7 19. yüzyılda İstanbul gibi önemli merkezlerde gerçek tıp eğitimi almış hekimlerin belki hepsi Avrupa’da eğitim görmüştü ve hepsi gayrimüslimdi. Yoksul Müslümanların sağlık sorunlarını, dualarla “tedavi” ve hocaların üfürmeleri çözmekteydi!



CUMHURİYET VE BİLİM, DEVRİM VE DİN

Evrimin oluşumuna, insanın ortaya çıkışına ve insan hayatının tarihi devirlerden önceki geçmişi konusunda, yakın zamanlara kadar itibarda bulunan yanlış anlayışların önüne geçmek.”8 Bu cümle, Kemalistlerin resmi tarih kitabı olan Türk Tarihinin Ana Hatları’nın yayımlanma amacını özetlemektedir.

Dinle girişilen açık tartışma Cumhuriyetin ve Devrimin gereğiydi. Tartışma konularından biri; dünyanın 5-6 bin yıl önce yaratılıp yaratılmadığıydı. Çünkü artık dünyanın 2 milyar yıl önce oluştuğu biliniyordu. Dünya güneşten, ay dünyadan gelmekteydi.

Cumhuriyet’in anlayışları berraktı: Doğa kanunları vardı; doğa hem kanunların sahibidir, hem de aynı kanunlara tabidir. Maddenin sakımı, enerjinin sakımı yasaları, yüzyıllardır bilimin vardığı yerdi. Doğa yaratandı. Doğa, bir yaratıcının iradesiyle değil, yasalara göre yaratır, hareket eder. Doğa, başka bir dış etken olmaksızın varolmuştur, devam etmektedir.9 Doğanın kendi teknolojisi vardır, evrim, değişim, enerji, madde, dönüşüm vb. Bunları açıklayan bilimdir. Bu yüzden Cumhuriyet’in birincil ilkesi, en gerçek yol göstericinin bilim olduğudur (“Hayatta en hakiki mürşid ilimdir!”).

Türkiye Cumhuriyeti’nda öğrenim bilimsel esaslara göre yeniden düzenlenir. Öğrenimi kolaylaştırıcı önlemler birbirini tamamlar ve destekler. Öğrenim Birliği sağlanır, Latin harfleri ile bütün toplumun okuma yazması hedeflenir. Eğitim seferberberliği yürütülür, Halk Mektepleri açılır, Medeni Kanun çıkarılır, bilime dayanan üniversite kurulur.10

Stratejik hedef, “çağdaş uygarlık düzeyi”nin üstüne çıkmaktır.

Din düşünceleri devlet ve dünya işlerinden ayrılmalı, din siyasetten ayrı olmalıdır. Çünkü din düşünceleri bilime ve “dünya işleri”ne uymaz.

Laiklik, insanın değişmesi, özgürleşmesi, gerilikten, Orta Çağdan kurtulmasıdır.

9 Nisan 1928: Anayasa’da laiklik için yapılan değişiklik.

Laiklik Devrimin ve Cumhuriyetin ayrılmaz ve vazgeçilmez bir parçası olarak görülmüştür. Daha önce “ladinilik” olarak adlandırılmış olan laiklik için bu yanlış sözcüğün kullanımından vazgeçilmiş11, “dışdinseltçilik” şeklinde bir terim önerilmiş, ancak bu da yerleşmemiştir.

Cumhuriyet Devriminde laiklik ilkeleri

  1. Din düşüncesiyle dünya işleri ayrılır.

  2. Din düşünceleri devlet ve siyaset hayatının dışına çıkarılmıştır.

  3. Dinsel inanç ve düşünceler, vicdan sorunudur, kişinin iç alanına aittir, dışarı taşırılamazlar.

  4. Vicdandaki din ve inanışlar, özgürdür, onlara baskı yapılamaz.

  5. Laiklik, milli hakimiyet içindir.

  6. Milli hakimiyete halel getirecek her türlü gericiliğe karşı baskı uygulanır.

  7. Laikleşme, aynı zamanda toplumsal bir sorundur, ideolojik-kültürel devrim ve eğitim kapsamındadır. Toplumun düşüncesinin dönüştürülmesidir.



ÖTEKİ DÜNYA”

Öteki dünya” söylemi ve fantazisinin iki temel amacı vardır:

  1. Kötücül amaç: İktidara, hakimiyete ve düzene razı olmayı sağlama. Kötülükleri, eziyetleri, suçları ve çıkarcılıkları öteki dünyaya havale ederek bütün güç ve yönetici olumsuzluklarının dokunulmazlığını garantiye alma. Hesabı öteki dünyada verme, hesap vermeme demektir.

  2. İyicil amaç: İnsanları kötülük yapmaktan, (korkutarak) uzak tutmaya çalışma, cennet vaadi ve cehennem dehşeti ile dürüstlüğe ve iyilikseverliğe özendirmek. Fesat yapmayan, düşmanlıktan uzak, çatışma istemeyen, yararlı insanı yaratmaya çalışma. Ancak bunun çok fazla işe yaramadığını belirtmek gerekir. Din duygusu ve öteki dünya korkusuyla “iyi insan” olma oranı son derece düşüktür.

Cennet-cehennem tahayyülatı, dünyadan örnek alınarak oluşturulmuştur. Bunların ikisi de bu dünyadadır.

Dinlerin öteki dünya kuramı, demokratik hareketin dinleri varolduklarına inandıkları o öbür dünyaya sürmesine yol açmıştır. Böylece, “öteki dünya” iddiası, din fantezilerini, kandırmalarını geçersiz kılan bir rol oynamıştır.

Öteki dünya icadı da bu dünya içindir. Kavram, bu dünyanın bir düzenlemesidir. Bu dünyada hakimiyet isteyenin üretimidir. Öteki dünya ile yetinen ve yetinmek isteyen bir hakim sınıf olmamıştır; neden?

Öteki dünya, bu dünyanın düzenini kabul ettirmek için icat edilmiş ve kullanılmakta olan bir söylemdir. Ahlaksızlık ve kötülük, bu sayede cezası öteki dünyada olan suçlar olur. Öteki dünya istismardır, Hlıristiyanlığın endüljansı ve bugün Türkiye’de yapılmakta olan öteki dünyadaki arsa satışı bunu gösterir.



BUGÜNE BAKARSAK…

Bilim bugün insanlara, bizlere günlük hayatta gelmiş, ulaşmıştır. Yerçekimini, dünya-güneş ilişkisini, canlılık mekanizmalarını, enerji-madde bağıntısını, kimyayı, biyokimyayı vb. herkes adeta kendiliğinden bilmektedir. Dünyanın yuvarlaklığını, kendi etrafında döndüğünü vb. istisnasız herkes bilmektedir. Bilginin yaygınlaştığı, bilgiye varmanın bu derece kolaylaştığı günümüzde çağ dışı söylentileri, akıl dışı tezleri kullananlar, inançlılar değildir, kandırılmışlar da değildir, kötü niyetliler ve çıkarcılardır.

Bilime karşı olan din, toplumsal, siyasal, yönetsel alanda da etkilidir. Hatta hala “toplum mühendisliği” alanında tezleri ve girişimleri vardır. Tarih boyunca varolduğu bilinen din varlığını sürdürmektedir, ama hala dünyevi alanın içinde kalmaya çalışarak. Örneğin, dinin toplumları birleştirici olduğu yolunda ileri sürülen iddianın geçersizliği defalarca ortaya çıkmıştır. Bu, dinciler, din savunucuları, dinsel bağnazlık, gericilik ve toplumu kandırdarak yönetme amacında olanlar dışında kimsenin inanmadığı bir safsata, ileri sürmediği bir tez, başvurmadığı bir söylemdir. Farklı inanıştan, mezhepten insanlar ancak laiklikle ve laiklikte birleştirilebilir. Birleştirici olan, siyasal olarak Cumhuriyet, ideolojik olarak laiklik, ekonomik olarak eşitliktir. Cumhuriyetini kaybeden, dış etkilere açık olan, bağımsızlığına sahip çıkamayan, laikliğini sürdürmeyen bütün toplumlar bir plan dahilinde bölünmekte, parçalanmaktadır.

19. yüzyıldan başlayarak İslamı kullanmaya yönelmiş Batı, 20. yüzyılda İslam şeriatı ve gericiliğiyle sıkı bir işbirliğine girmiş emperyalizm, özellikle 21. yüzyılda din savaşlarını “uygarlıklar çatışması” söylemiyle tekrar öne çıkarmış “gelişmiş ülkeler”, savaşı gündemde tutmakta, silah üretmekte, satmakta, dağıtmakta, şiddete kaynaklık etmekte, vahşeti beslemekte, terörü yaşatmaktadır.12 İslam, çağımızda, yalnız bir Orta Çağ ideolojisi olarak yaşayamaz ve yaşamamaktadır, artık emperyalizmin ve kapitalist sistemin vazgeçilmezidir, oyuncağıdır, aracıdır. Çağ dışı İslami teokratik iktidarlar bugün Amerikan emperyalizmi sayesinde ayakta durmaktadır.

Türkiye’de bugün iktidarda olan Cumhuriyet düşmanı gerici dalga İslamın gerçeğinden de, ilkelerinden de uzaktır. Evrensel kuraldır, öbür dünyacı olmak, ruhlar dünyasına inanmak yoksulluğun ve kaderciliğin sınırları içindedir. Bunlara inanmak, zenginleştikçe, varlık sahibi oldukça zorlaşmaktadır. Ve tersi de geçerlidir, dinciler için öbür dünyaya ne kadar inanılmazsa zenginleşmenin, sömürün ve ahlaksızlığın yolu o kadar açılır. Ahrette hesap sorulacağından korkmayan dinciler mubahçı, pervasız ve gösteriş düşkünü olurlar. Bu yüzden “süslümanlar”, dinci burjuvazi, paraya tapan, paraya bağımlı dincilik, öteki dünyayı boşvermiş, bu dünyayı öne çıkarmıştır.

Cumhuriyet yasalarına göre yasak olan tarikatçılık ve dinsel cemaatler, Cumhuriyeti kemirmek ve emperyalizmin planlarında rol almak için hem en öndedir, hem de itibarlıdır.

Din devleti kurmak isteyenler, bugün Türkiye’de dine inanmayanlardır, İslama bağlı olmayanlardır, çıkarcılar, ahlaksızlardır. Laikliği Anayasa’dan uzaklaştırmanın peşindeki “Kahraman”lar, yalnız Cumhuriyet düşmanı değil, aynı zamanda bilim düşmanıdır. Laikliğe karşı çıkanlar, emperyalizmden bağımsız olmaya da karşı çıkmaktadırlar.

1 Tarihin başlangıcı, ilk uygarlıklar ve Orta Doğu ile ilgili olarak geniş bilgi için bkz. William H. McNeill, Dünya Tarihi, Kaynak Yayınları, İstanbul 1985, s. 18-67.

2 Lenin, Din Üzerine, Ser Yayınevi, Ankara 1975, s. 65.

3 Aynı yerde.

4 Server Tanilli, Fransız Devriminden Portreler, Say Yayınları, İstanbul 1989, s. 242.

Büyük Fransız Devrimi döneminde bilimciler, bilginler, bilim kuruluşları, bilimsel eğitim ve bilimsel gelişmeler konularında geniş bilgi için bkz. s. 237-244.

5 Aynı eser, s. 244.

6 İsmail Hakkı Akyol, “Tanzimat Devrinde Bizde Coğrafya ve Jeoloji”, Tanzimat I / Yüzüncü Yıldönümü Münasebetiyle, Mf. V., İstanbul 1940, s. 564.

7 Bu konuda geniş bilgi için bkz. A. Adnan Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, Remzi Kitabevi, İstanbul 1970.

8 Türk Tarihinin Ana Hatları, Devlet Matbaası, İstanbul 1930, s. 2; akt. Doğu Perinçek, Kemalist Devrim – 2 / Din ve Allah, Kaynak Yayınları, İstanbul 1994, s. 65.

9 Kemalizme göre din, Allah, İslamiyet, laiklik konularında geniş bilgi için bkz. Perinçek, aynı eser, s. 41-182.

10 Cumhuriyet’in stratejisi, karşı karşıya kaldığı sorunlar ve başarıları konusunda geniş bilgi için bkz. Niyazi Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, YKY; İstanbul 2002, s. 429-554. Cumhuriyet’in yasal düzenlemeleri konusunda bilgi için bkz. Ferit İlsever, Cumhuriyet Devrimi Kanunları / Emperyalizme ve Şeriatçılığa Teslim Edilmeyecek Mevziler, Kaynak Yayınları, İstanbul 1997.

11 Ladinilik, “dinsizlik” anlamına gelmekteydi.

12 Bu konuda geniş bilgi için bkz. Batı ve İrtica, Kaynak Yayınları, İstanbul 1999; Alp Hamuroğlu, “Şiddet, Terör, Siyaset ve Emperyalizm”, dagarcikturkiye.com, Ocak 2016.

Bunları da sevebilirsiniz