Kuş Yumurtası…

“Çeşitli ülkeler ve kuruluşlar bazı kişileri alıp daha sonra kullanmak üzere yetiştirir, öyle bir hale getirir ki ihtiyaç duyulduğunda piyasaya çıkarır.” Zamanı geldiğinde yumurta çatlar.

Civciv çıkar.

O kişiyi sürekli destekler, ün sahibi yapar.

Paşa yapar, siyasi partilerde çok önemli görevlere getirir hatta genel başkan yapar. Ve zamanı geldiğinde her isteğini de kolayca yaptırır.

Haydar Tunçkanat’ın İKİLİ ANLAŞMALARIN İÇ YÜZÜ kitabını çoğumuz okumuştur. Ve bu gizli anlaşmaların Türkiye’ye nelere mal olduğunu hep birlikte yaşamışızdır.

İşte Amerika, 27 Şubat 1946 tarihinde imzalanan kredi anlaşmasının ek maddeleri ile Türkiye’de Kültür emperyalizmini kurmak için ilk önemli tavizi bu anlaşma ile elde etmiştir. Bu anlaşma gereğince Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu adı altında yeni bir organ kurulmaktadır.

Bu komisyonun sekiz üyesinden dördü Amerikalı dördü de Türk olacaktır. Ve Amerika’nın, Türkiye’deki Büyükelçisi bu komisyonun fahri başkanıdır. Oyların eşit olduğu hallerde başkan oyunu kullanarak anlaşmazlığı çözümleyecektir.

Komisyon her türlü davranışından ABD Dışişleri Bakanına karşı sorumlu olacaktır. Bütçesini orası vize edecek ve isterse komisyonun her husustaki kararlarını gözden geçirerek değiştirebilecektir.

Amerika Dışişleri Bakanının ve Ankara’daki Amerikan Büyükelçisi ile elçilikte görevli iki memurun kontrol ve denetiminde olacak ve yine Amerikalı müdür ve yardımcılarını da anlaşmaya göre Amerika Dışişleri Bakanı tayin edecektir. Amerikan kanunlarına göre çalışacak olan bu komisyonun ve orada görev alacak Amerikalıların neler yapacaklarını, amaçlarını, anlaşmada belirtildiği gibi, belirtilmeyen alanları da Amerikalılar bilecek veya yeni bir durum karşısında Dışişlerinden yeni talimat alabileceklerdir.

Bu komisyona girecek dört Türk üyenin görevleri, yetkileri ve kime karşı sorumlu olacakları hakkında bir kelime dahi yoktur. Anlaşmadaki bütün hükümler, kurulacak alan Amerikan Eğitim komisyonunun Türkiye’de Türk parası ile Türk hükümetinin himayesinde, her türlü Türk denetiminin dışında Türk Eğitimi hakkında, araştırma yapması, bilgi toplaması, genel olarak okul, üniversite ve bakanlıklara yerleştirilmesi ve benzeri faaliyetlerini kolaylaştırmak amacını sağlamak için getirilmiştir..

Sözde karşılıklı olan bu anlaşma ile bağımsız bir devlet olan Türkiye’nin başkentinde Türk Eğitimi ile ilgili bir Amerikan eğitim komisyonu kuruluyor ve Türk hükümetine bu komisyonun çalışmalarını kontrol ve denetleme hakkı dahi verilmiyor. Şimdi Aydınlanma Devriminin en önemeli ögesi olan Köy Enstitülerinin nasıl ve niçin kapatıldığını sanırım daha iyi anlıyoruz.

Bu antlaşma ile Türkiye genellikle Amerika’nın nüfuz alanına dahil edilmiştir.

Bu nedenle Türkiye’de iyice yerleşip sömürüsünü sürdürebilmek için her alanda olduğu gibi eğitim hakkında da bilgiye ihtiyacı vardır. Bunun için de Amerika’dan uzman, araştırmacı, öğretim üyesi adları altında, bu anlaşma ile kurulan Amerikan Eğitim komisyonu marifetiyle gerekli personeli bilgi toplamak üzere görevlendirmiştir.

Bu görevlilerin bir kısmı Türkiye’nin yeraltı yer üstü kaynaklarının haritasını oluştururken diğer bir kısmı Türkiye’nin etnik yapısı üzerinde araştırmalar yapar üçüncü bölümde olanlar Türkiye’de bilim adamları, siyasiler, askerler, sendikacılar ve buna benzer mesleklerden yetiştirebilecekleri kişileri tespit eder.

Amerikalılar tarafından tespit edilen niteliklere uygun olanlar arasından seçilecek bu kimseler eğitim araştırma veya görgü ve bilgilerini artırmak üzere ABD’ye gönderilirler.

Bunlardan Amerika için Amerika’da yararlı olacaklar dolgun ücret ve görev teklifleriyle orada bırakılmakta bir kısmı da süreleri sonunda Türkiye’ye dönmektedirler.

Dönenler de iki guruba ayrılmaktadır; Birinci gurup Amerikan hayranı ve onların her şeyini benimseyip Amerikalılaşanlar.

İkinci gurup da bunların dışında kalanlar. Bunların her biri hakkında Amerikalılar hal tercümeleri ve albümler hazırlarlar.

Birinci guruba dahil olanlardan en kabiliyetlilerinin gerektiğinde kullanılmak ve işbirliği yapmak üzere devletin, hükümetin ve siyasi partilerin en önemli yerlerinde görev almaları veya tayinleri sağlanır.

Bunlardan bir kısmı da Türkiye’deki Amerikan yardım kuruluşları, Amerikan şirketleri ve diğer örgütlerinde görevlendirilir.

Bu suretle Amerikalıların Türkiye’deki işbirlikçileri de zaman içinde çoğalarak örgütlenir.

İşte bu seçilenler arsında DENİZ BAYKAL 1963-1965 yıllarında  Rockefeller Foundation bursu ile ABD’de kuluçkaya yatırılanlardandır.



Deniz Baykal ABD vatandaşı mı?

2002 yılı Aralık Ayında katledilen Necip Hablemitoğlu, tıpkı kendisinden önce katledilen Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, ve daha onlarcasının… ABD ve AB emperyalizmine karşı duruşları, Türkiye üzerinde oynanan oyunları gün yüzüne çıkardıkları için katledilmişlerdir.

Şeriatçı Terörün ve Batının Kıskacındaki Ülke Türkiye adlı kitabında, Necip Hablamitoğlu; Türk Devleti ve bütünlüğünün karşı karşıya kaldığı tehlike ve tehditleri gözler önüne seriyor. Dış güçlerin tarikat ve terör üzerinden Türk insanına olan etkisinden bahsedip, bu güçlerin insanları kendi çıkarları doğrultusunda kullandıklarının altını çiziyor. Tehdit ve tehlikenin yalnızca dış güçler olmadığına vurgu yapan Hablemitoğlu, diğer ülkelerdeki istihbarat teşkilatları ve bu teşkilatların faaliyetlerine de değinirken, Türkiye’nin nasıl bir oyunun içinde olduğunu delilleriyle ortaya koyuyor.

İşte bu kitabın 32.sayfasına baktığımızda Deniz Baykal’ın ABD vatandaşı olduğunu görürüz. Bu sav bu güne kadar yalanlanmamıştır.

Deniz Baykal’ın Müslüman Kardeşlere bakışı

Deniz Baykal ılımlı muhalefet yapacağım diye Recep Tayyip Erdoğan’a toz kondurmazken, daha 2002 seçim kampanyası sırasında AKP’yi ve Tayyip’i incitmemeye özen gösteren BAYKAL ve arkadaşlarının, kökten dincilerin iktidarı ele geçirişlerini sessizce izlemesi, rejim için de ciddi tehlike oluşturmaktadır. (Mecburen Kitabı Mehmet Bölük s.12)

Baykal biraz daha ileri giderek, AKP’nin yasa dışılılık eylemlerine karşı mücadele etmek yerine, Müslüman Kardeşlerin teorisyeni, siyasal İslam’ın fikir babası Seyyit Kutup’u televizyon ekranlarında, Edebali, Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş Veli ile eş tutularak adeta Tayyip Erdoğan’ın eylemlerine ortak oluyordu.

Baykal ve Aliya İzzet Begoviç

Aliya İzzet Begoviç’i uzun uzun anlatmaya gerek yok. Yalınız 1970 yılında yazdığı ve 1983 yılında yeniden yayınladığı “İslamcı Deklarasyon” adlı bildirisinde, Atatürk devrimlerini “barbarlık”, alfabe devrimini “ihanet”, olarak değerlendirirken Türk toplumunu cehalet niteliğiyle tanımlayarak “bu cehaletin kaynağı Kemalist Devrim’dir” demiş, ve Türkiye’nin Atatürk devrimleri yüzünden bağımsızlığını yitirip gerilediğini söylemiştir.

24 Ekim 2003’te yapılan 30.olağan kurultayında da Tayyip Erdoğan’ın koltuk değneği Deniz Baykal da tüm kurultay delegelerini İzzet Begoviç için saygı duruşuna davet etmişti. (Karşıyaka’da bir Aliya İzzet Begoviç Caddemiz var.)


10 Aralık 2002 Bush Tayyip Erdoğan Görüşmesi


Bush, Roosevelt Salonu’na, yanında bütün kurmayları ile birlikte giriyordu.

Bush’un sağına Erdoğan, onun yanına da Dışişleri Bakanı Colin Powell oturmuştu. Powell’dan itibaren büyük toplantı masasının etrafına Cüneyt Zapsu, Mücahit Aslan, Ömer Çelik, Egemen Bağış, Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Faruk Loğoğlu ve Vahit Erdem sıralanmıştı. Bush’un hemen solunda da Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice, Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa’dan Sorumlu Bakan Yardımcısı Mark Grossman ve Ankara’daki büyükelçileri Robert Pearson oturmuştu.

Ve Bush Erdoğan’a “Siz Türkiye’yi merak etmeyin. Onlar bizim adamlarımız. Biz ne dersek, onlar yapar” der. (Tutan Yavuz Çuvallayan İttifak s. 157-158-159-160-161) Kimdi Bush’un bizim adamlarımız dediği kişiler.


Bu arada Türkiye’de hacı yolu bekler gibi Tayyip Erdoğan’ın yolunu da bekleyenler vardı. 

Bunlardan birisi de Baykal’dı. Nitekim Tayyip Erdoğan daha ABD’den geldiği günün ertesi Baykal’la Beylerbeyi Balık Lokantasında (15 Aralık 2002 )bir araya geldiler. (Sayın Zülfü Livaneli bu konuyu daha önce yazmıştı.) Bu buluşmadan dört gün sonrasına gidelim. 

Zülfü Livaneli bakalım ne diyor. Deniz Bey lütfen hatırlayın: 19 Aralık 2002 tarihinde karlı bir Ankara gününün akşamında Mehmet Sevigen’in evindeydik. Ben Cumhurbaşkanı ile görüşmeden geliyordum. Abdullah Gül başbakandı, Tayyip Erdoğan’ın ise Meclis’e girme umudu kalmamıştı. Cumhurbaşkanı Sezer bir gün önce, Tayyip Erdoğan’ın “milletvekili olmadan başbakan olma” önerisini reddetmişti. Türkiye’nin kaderi o akşam o evde değişti, çünkü siz “Tayyip Erdoğan başbakan olacak!” diye tutturdunuz.

Sizi “Çok tehlikeli bir oyun bu!” diye uyaran parti dışından önemli şahsiyetlere kızdınız, “Hayır!” dediniz “İki ay dayanamaz. Göreceksiniz iki ay dayanamaz.” 

Sizin bu iddianıza karşılık ben ne dedim: “Erdoğan herhangi bir kişi değil, bütün tarikatların birleşerek Erbakan’ın yerine seçtiği siyasetçi; arkasında Amerika, Avrupa desteği de var. Program Türkiye’yi ılımlı İslam cumhuriyeti yapma programı. Sizin dediğiniz gibi iki ayda gitmeyecek; tam tersine, bu odada bulunan herkesin siyasi hayatını bitirecek.” NTV-MSNBC 25 Temmuz 2007 Çarşamba


Görüldüğü gibi Deniz Baykal karanlık ilişkileri çok sever. Onun içindir ki 1997 yılında gerçekleştirdiği Moon Tarikatı ziyaretinin nedeni hala karanlıktır.

Yine Zülfi Livaneli’nin yazdığı 15 Aralık tarihinde Tayyip Erdoğan’ın ABD’den dönüşü sonrasında Beylerbeyi Balık Lokantası görüşmesi de karanlıktadır. 

Son olarak 7 Haziran   seçimleri henüz yapılmış, yine seçimin üzerinden daha 48 saat geçmeden, resmi olmayan kesin sonuçları daha YSK tarafından açıklanmadan, Baykal yine sahnede, Tayyip Erdoğan’la buluşuyor. Buluşma iki saat devam ediyor. Buluşma için CHP Genel Başkanından izin alınmış da değil. Sadece bilgi veriliyor. Deniz Baykal ve Tayyip Erdoğan iki saat herhalde tavla oynamamışlardır. Ve bu görüşme de hala karanlıktır.


Nihayet Baykal içindeki mezhepçiliği dışa vurarak, “Azez Halep hattını açık tutmak için Türkiye’nin bombalama hakkı vardır. Şu anlık bu bombalamaların etkili olduğu anlaşılıyor. Güneyden Halep’e sızma plânı olduğu anlaşılıyor. Halep Sünni İslam kentidir. Bu kenti Rusya’nın, Esad’ın himayesine teslim etmek üzerine bir politikayı çok ciddi sorgulamak lazım. Olay PYD olayı değil, Halep olayıdır. Olay Şii kuşatmasıdır.


Güzel yurdumuzun bu duruma getirilmesinden Tayyip Erdoğan kadar Deniz Baykal da sorumludur.


Bunları da sevebilirsiniz