Ertuğrul Firkateyni

Ey benimle bunca çetin işler görmüş yiğitler, Bugün dertlerinizi şarapla giderin Yarın engin denize açılacağız. Horatius “İnsanoğlu bereketli doğar. Hatta doğa bu bereketi çoğaltmak için ona uğraşacağı işler sunar. Üstelik insanın kendi ihtiyacını gidermek için her yaptığı işten zevk almasını sağlar” der, Montaigne, Denemeler kitabında. Ve devam eder; “yaptığı işi günlük yaşamına sokmak, bir parçası haline getirmek ruhu sağlamlaştırır, hayatı, yaşamı yaşanır kılar”. Bu her insan için ne kadar geçerlidir bilemem. Bana gelince denizci olmam, denizi uğraş edinmem için içimde oldum olası bir dürtü vardı. Bu dürtü beni hep denize itti. Belki de deniz kıyılarında oturmam bana bu zemini hazırladı. Boğazda yalıda otururken küçük, ceviz kabuğu gibi kayığımızla Anadoluhisar ile Kanlıca arasında mekik dokurduk. Kandil şeklinde istavrit tutmak, rıhtımdan midye çıkarıp yemek, kayıkla gelen manavdan alışveriş etmek doğal sayılan şeylerdi. Boğazın iki yakası arasında zikzak yapan vapurların kaptanlarına yalılardan kahve uzatılmasına şahit olmasam da bu hikayelerle büyümek bana denizi sevdirdi. Denize bu ilgim Beykoz’da, Denizcilik Meslek lisesinin açılması ile meslek yaşamıma denizin girmesine vesile oldu. Denizcilik Meslek lisesinde Japon öğretmenlere rastladım. Onlar bize balıkçılığı, denizi, denizde üretimi öğrettiler. Japonların işlerini nasıl takip ettiklerini yaşayarak gördüm. Yıllar geçmesine, okuldan ayrılıp, memleketlerine dönmelerine rağmen hala okulla, öğretmenlerle ilişkilerini sürdürmekteler. Bunları niye mi anlattım? Ertuğrul Fırkateyni Geçenlerde “Ertuğrul 1890” adlı bir film vizyona girdi. Türk-Japon dostluğunun bir simgesi haline gelen Ertuğrul Fırkateyni’nin batışını konu alan bir film. Bu “Ertuğrul Faciası” diye bilinen, 1890’da Japon sularına gömülen fırkateynin, Türk- Japon dostluğunun doğması yol açması açısından önemli bir olaydır. Bu olayları yaşayan insanlar eğer sizin yakınlarınızsa tarihe daha bi farklı bir merakla yaklaşırsınız. Ertuğrul Firkateyni Süvarisi Yarbay Ali Bey benim büyük büyük dedem, yani Hasan Âli Yücel’in dedesi, Can Yücel’in büyük dedesi. Ben ailenin 5. kuşağındanım. Yarbay Ali Bey ile ilk karşılaşmam babamın beni Beşiktaş Denizcilik Müzesine götürüp, duvarda asılı heybetli, kırmızı sakallı, çakır gözlü bir kaptanın portresini göstermesiyle oldu. Denizci ve yazar bir aile bizimki. Ailede daha üç kaptan daha var. Yarbay Ali Bey, Ertuğrul Fırkateyni ile Japonya’ya gidecek olan seferde süvari olarak görevlendirilir Heybeli adada denizcilik okulunda eğitim görür. Ali Bey denizcilik gibi resim yapmayı harita çizmeyi hat sanatını bilen bir zat. Hatta başarılarından dolayı kendini geliştirmesi için İngiltere’ye yollanır, oradan İngilizce öğrenip ülkesine döner. Bununla beraber gidecekleri Ertuğrul Fırkateyn’in bu uzun yolla dayanacak gücü olmadığını bilmesine rağmen, vazgeçirmelere, hatta istifa et demelerine rağmen “ben bu devletim askeriyim ekmeğini yedim, nereye git derse oraya giderim”, diyerek o uzak doğu seferine 600 den fazla mürettebatı ile sefere çıkar. Bu alıntıyı Ertuğrul Fırkateynin süvarisi Ali Yarbay’ın Japonya’ya yaptığı seferde uğradığı limanlardan sevgili refikasına yolladığı mektupların derlendiği kitaptan yaptım. Halam Canan Eronat mektupları derleyip kitap haline getirmişti. Mektupların orijinalleri nerelerdedir bilemiyorum. Bu yazıyı okuyan biri belki bana “mektuplardan şurdadır” der. Bu da başka bir hazin hikaye! Evet Japonlar bizi takip ediyorlar. Biz de onları takip edelim dedim. Bana öğrettikleri en önemli şey bir işin peşinden koşmak onu takip etmekti. Herkesin bir geçmişi, yaşanmışlığı var. Bu da bizimki… Bu yaşanmışlıklar bizleri, sizleri geleceğe taşıyor. Tarih öyle uzak, raflarda bekleyen bir bilgi değildir. Yaşanmışlıkların, geçmişin izleridir. Ailenin, ülkenin ve denizciliğin tarihini bilmek bizim kültürümüzü oluşturur. Bunları bilmek bizleri zenginleştirdiği gibi güçlü kılar. Japon ve Türk dostluğu örneğini görmek özellikle günümüzde özleminizi çektiğimiz barış- sulh özlememizin için bize güç veriyor yol gösteriyor.

Bunları da sevebilirsiniz