Şiddet, Terör, Siyaset ve Emperyalizm

Şiddet, hiddet, vahşet, dehşet, baskı, zulüm, ilkellik, barbarlık, işkence, despotizm, saldırganlık, yıkıcılık, terör (tedhiş, yıldırma, yılgı): Bu kavramlar, ve bunların içinde özellikle terör, 19. yüzyıl sonundan başlayarak yatak değiştirdi. Ve en sonunda, günümüzde, kendine yeni alanlar yaratmış olarak, şimdiye kadar görülmedik ölçülere tırmanarak, son derece belirgin durumlara kavuşarak bütün dünyada hayatın bir parçası haline geldi. Bu “yeniliğin” modernitenin bir sonucu olduğu yolunda yorumlar yapıladursun, dünyaya siyaset penceresinden bakabilenler için bu kabul edilemez olumsuz durumun sonuçları ve nedeni açık bir şekilde ortada: Terör, siyasetin birincil parçalarından biri haline gelmiş, daha doğrusu getirilmiştir. Siyasal terör, evrimleşmiş ve kalıcılaşmıştır. Terör, tekil olaylardan küresel bir çapa ulaşmış, ulaştırılmıştır. Terör, teknolojik gelişmelerin sonucunda ortaya çıkmış bulunan iletişim olanakları sayesinde olağanlaştırılmış ve yaygınlaştırılmıştır. Terör, alınıp satılan bir meta gibi tüketim toplumlarının vazgeçilmezleri1 arasına girmiştir. Bütün bunların altında da emperyalizm yatmaktadır. Tarih sahnesinde yüz yıldan fazladır yerini almış ve kapitalizmin son aşaması şeklinde çöküşü olan emperyalizmin bir “başarısı” olarak artık çağımız, bugüne kadar bilinen silahların, geleneksel savaş tarzlarının ve saldırı yöntemlerinin değiştirildiği, genişletildiği ve sıradanlaştırıldığı bir çağ olmuştur. Çağımız savaşın, günlük hayatın içinde ve hatta tam ortasında yer aldığı bir çağdır.2 Psikolojik savaş ve kuralsız savaş (daha doğrusuyla bütün kuralların çiğnendiği savaş) olarak. Öne çıkan, bütün çeşitleriyle birlikte terördür, terörizmdir. Aslında terör, şiddet kullanmanın bir yolu yöntemi olarak her zaman vardı. Büyük Fransız Devriminin bazı dönemlerinin “Terör Dönemi” olduğunu, öyle adlandırıldığını herkes bilir.3 Ancak terörizmin siyasal bir çerçeve içindeki anlamı Devrim sonrasında derinleşmiş, ağırlığı ve önemi artmıştır. Daha sonraları ise terör kavramı değişim geçirecek, olumsuzlaşacaktır. Bir Batılı yazar, 1500 yılından4 1800’e kadar olan dönemi ele aldığı bir çalışmasında5 “siyasal terör”ü, esas olarak devletin silahlı güçleri olan ordularla ilgili ve sınırlı görüyordu. Elbette egemenliğin sınırlanmış olduğu bölgelerde beylerin ve yerel iktidar sahiplerinin zaman zaman “çeteler”, silahlı haydut grupları kullanmış olduğu bir gerçekti6, ama “şiddet”, sivil halka yöneldiği zaman bunun, şu veya bu nedenle, ve esas itibarıyla, “düzenli orduların” askerlerinin eseri olduğu da ortadaydı. 1865 ile 1905 yılları arasında, başta Avrupa ülkeleri ile çevresindekiler olmak üzere birçok yerde onlarca hükümdar, siyasetçi ve devlet görevlisi terörizme kurban gitti. Terör Batıdaki “altın çağı”nı yaşamıştı. Bu öldürümlerin çoğu, iç siyasetlerdeki muhalif çevrelerin ve terörizmi benimsemiş anarşist örgütlerin işiydi. Oysa şimdilerde, en çok da Orta Doğudaki ve çevresindeki terörcü İslamcı örgütler kastedilerek, siyasal yazında “vekalet” gibi ve bunun benzeri, türevi olan terimlerin (piyon, kukla, oyuncak, uşak, taşeron, enstrüman, vekil, “kara gücü”) sıkça kullanıldığını görüyoruz. Bunun anlaşılması için siyaseti ve günümüzü açımlamak zorunlu olmaktadır. EMPERYALİZM VE TERÖR İçte siyaset; iktidar, yönetim, gelirlerin dağılımının paylaşımı ile ilgilidir. Silahlı güç tekeli olarak devlet; hükümdarlar, hanedanlar, yerel egemenler ve ayrıcalıklılar için yaratılmıştı. “Modernite”, devleti, yalnızca sınıflar (ve/veya belirli toplumsal gruplar) için kullanmaya yöneldi. Devletin sınıfsal niteliği, siyasal iktidarın ne olduğunu, nasıl olduğunu gösteriyordu. Ve tabii tersi de: siyasal iktidarı hangi sınıf ele geçirdiyse, devlet ona hizmet ediyordu. Dışta siyaset; ülkenin toprak bütünlüğünü ve devletin egemenliğini korumak ile ticaret güvenliğini sağlamakla ilgiliydi. Bunlar, güç gösterisi vasıtasıyla korkutma yolları kullanmakla başlar, bunun gereği ve aracı olarak silahlanma yapılır, ordular kurulurdu. Diplomasi her zaman kullanılan önemli bir kanaldı, onun yeterli olmadığı hallerde de korunma ve güvenlik, savaşlarla sağlanırdı. Sömürgecilik dönemiyle başlayan küreselleşme sürecinde ve yakın sonrasında geçerli olan bu “klasik” durum ve bunun tanımları, emperyalizm döneminde hem farklılaştı, hem de yetersizleşti, araç yelpazesinin genişletilmesine ihtiyaç duyuldu.7 Araçlar çeşitlenirken emperyalizme en yakışan yol yöntem elbette terör olacaktı. 19. yüzyıldan başlayarak hiç bir siyasal terör eylemi arkasında bir büyük güç olmadan ortaya çıkmadı.8 Daha başka bir deyişle, emperyalizm çağında, emperyalist ülkelerin yaratmadığı, beslemediği, desteklemediği süreli ve etkili bir terör eylemi ve örgütlenmesi yoktur. Ülkemiz tarihi içinde bu durumun ilk ve en önemli örnekleri, 1880’lı yıllar sonrasında ortaya çıkan Ermeni terör örgütleri ve Ermeni terörüdür. Terör yöntemini benimseyen9 ve Ermenilerin ilk siyasal örgütlenmeleri olan Taşnaksütyun ve Hınçak örgütleri Avrupa ülkeleri tarafından önce desteklenmişler, teşvik edilmişler ve sonra kullanılmışlardır.10 Osmanlı’da terör, 19. yüzyılda neredeyse bütün milliyetçi-ayrılıkçı akımlarının temel özelliklerinden biriydi. Çağımızın en vazgeçilmez yöntemi haline gelmiş olan terör, meşru yollardan yapılamayan işlerin çözüm aracıdır. Kendini gizlemek isteyen güçlerin yöntemi olarak emperyalist ülkeler için kötülükten sorumlu görülmemenin yoludur.11 Emperyalizm için bir terör örgütünden yararlanmanın değişik bir yolu da, o terör örgütüne savaş açmaktır! Terörcü örgütü yok etmek bahanesiyle başka ülkelere asker çıkartılır, müdahaleler yapılır ve terör örgütüne destek veren ülkeler cezalandırılır! Bu strateji, o terör örgütünün yok edilmemesini gerektirdiğinden, terör örgütü ayakta kalır, faaliyetlerini de rahatça yürütür. Hatta bunun gibi emperyalist stratejiler, terör örgütlerinin yaşama garantisidir ve teröristlerin zararlarını genişletme, adlarını daha fazla duyurma imkanıdır. IŞİD bunun son ünlü örneğidir. Bütün emperyalistler ve dolayısıyla bütün dünya onlara düşmandır, ama aslında, Batı dünyasının önemli bir kısmı tarafından desteklenmekte, beslenmekte, silahlandırılmaktadır. Terör, emperyalizm tarafından bir yandan “kınanır” ve “mahkum edilir” ken, diğer bir yandan yeniden üretilmektedir. Buna terörün yüceltilmesini ve korkutucu bir figür olarak kitlelere yönlendirilmesini de eklemek gerekir. Bu, terörün, büyütülerek propagandasının yapılması olmaktadır ve kutsanmasına hizmet etmektedir. “TERÖR YASAK”; O HALDE BİR ŞEY OLMAYACAK! Yakın zamanlara kadar “medeni olmayan savaşlar” dan söz edilirdi. Savaş hukukunun evrensel bir statü kazandığı yolundaki yaygın algı, “medeni olmayan savaşlar” ın savaş olmaktan, savaş sayılmaktan çıkmasına yol açmıştı. Bu, terör tanımlanmasının öne çıkması anlamını taşıyacaktı. Terör, hiç bir yerde yasal değildir. Üstelik bugün terör her yerde yasak olduğu gibi, terörü desteklemek, terörden yana olmak da uluslararası hukuka göre yasaktır. Buna hizmet etmesi için ülkelerin/devletlerin terör örgütlerini belirlemesi şartı vardır. Terör örgütü olduğu belirlenmiş ve açıklanmış bir örgüte destek vermek, yardım etmek suçtur. Silah kullandığı bilinen ve öldürümler yapmış örgütlere fikri olarak destek yapmak da aynı kapsamdadır. Peki, yasak? Yasaklamak bazen hiç bir işe yaramaz. Kuralı, ölçüsü, pervası, inancı, değeri, vicdanı olmayana yasak koyamazsınız, sonuç vermez. Laftan anlamayana, dinlemek istemeyene, uymak niyeti olmayana yasak bir işe yaramaz. Tabii, bunun yanı sıra ehil olmayanlara, yani delilere, delirmişlere de yasak koyamazsınız. Yani yasak koysanız ne olur? Koyarsınız ama çiğneneceği ve işe yaramayacağı bellidir. O zaman yasağın ve yasak koymanın anlamı nedir? Bu durum geniş bir çerçeve içinde ve üst düzeyde ele alındığında aynıyla geçerlidir. Çeşitli ülkeler kendi terör örgütlerine sahip oldukları gibi, çıkarları için uygun gördükleri terör örgütlerinin “terör örgütü olmadığını” söylerler, onlardan yararlanmaya çalışırlar. TERÖR NEDİR, NASILDIR? Savaş hukukunun ilk ortaya çıktığı dönem 17. yüzyıldır.12 Antik dünyada “erkeklik”, Orta Çağ Avrupa’sında “şövalyelik”, bizim coğrafyamızda “mertlik” olarak tanımlanmış geçmiş çağların savaş ahlakı, yerini, o dönemden itibaren düzenli orduların yürüteceği savaşların kurallarına bırakmaya başlayacak, devletler hukuku kapsamında yavaş yavaş savaş hukuku ortaya çıkacaktır. Bu başlangıca en önemli katkılar dünya savaşları sonrasında yapılacak, örneğin, savaş güçlerinin karşı karşıya kalacağı silahlar ve yöntemler kısıtlanacaktır. Örneğin, Avrupalılar Birinci Dünya Savaşında zehirli gazları birbirlerine karşı kullanmışlar, hemen sonrasında zehirli gazları yasaklayan ve kullanılmasını suç sayan kararlar almışlardı. Arkasından savaşmayan insanların, savaşın dışındaki halkın, “sivil” kitlelerin hakları ele alınacaktır. Ancak bunlar gelişmiş ve medeni ülkelerin icatları ve savunduğu temeller olmakla birlikte, ilk ve en ciddi ihlaller gene onlar tarafından yapılacaktır. İkinci Dünya Savaşının sonuna doğru Müttefiklerin (yani “Demokrasi Cephesi”nin) Batılı mensuplarının Alman kentlerini bombalaması yalnızca sivil halkı, savaşın dışındaki insanları hedef almıştı. “İngilizlerin Alman nüfusunun çok olduğu merkezleri bombalama stratejileri bu nedenle o tarihlerde yalnızca barış yanlılarınca değil, aynı zamanda rütbeli İngiliz subayları tarafından da ahlak dışı olarak kınanmıştır.”13 Almanya birçok nedenden savaş suçlusu olarak yargılandı. Ancak Almanya’nın savaştaki suçları arasında İngiliz kentlerinin bombalanması yoktu. Çünkü Almanların bu suçunun üzerine gidilseydi, Müttefiklerin kendi bombalamalarının da konu edilmesi gerekecekti. ABD’nin savaş bittikten sonra iki Japon kentine atom bombası atması ise, bırakalım savaş hukukunu çiğnemiş olmasını, tam bir insanlık suçu düzeyindedir. Ancak emperyalist ülkelerin ahlaki ve hukuki sorumluluğu bulunmamaktadır, hele bir de savaş galibi iseler! Bunlar, İkinci Dünya Savaşındaki savaş ahlaksızlıkları örnekleridir. ABD savaş sonundan bu yana dünyanın çeşitli yerlerindeki saldırı alanlarında devlet terörünü en ağır askeri silahlarla ve bombardımanlarla yapmıştır. Günümüze geldiğimizde, “nevrotik bir çağ”da, akıl almazlıkların yaşandığı bir dönemde, cinnetin, bilinçsizliğin “moda” haline geldiği, ölümü umursamamanın sağlıksız bir yolunun devreye girdiği ortamlarda terörün neden ve nasıl patladığını anlamamızı kolaylaşmaktadır. Terör akıllı işi değildir, terörist sağlıklı insan değildir, terörizm “siyasal” bir akım değildir. Terörizm kimi zaman “çocukluk hastalığı”dır, siyasal akımların patolojisidir. Herkes hemfikirdir, terör kötülüktür. Kendisine karşı nefsi müdafaa yapılamayan terör, zaten hiç bir zaman “adil olmayan” savaşın en kötü halidir. Kuralsız savaş olarak terörden korunmak zordur ve terörden kaçmak imkansızdır. “Terör” artık lanetli bir kavramdır ya, masumları bile öldürmektedir ya, insanı merkezine almayan marazi bir anlayıştır ya, terörizmin yöntemleri ve eylemlerini açıkça savunan teröristler, terörist olmadıklarını, “halk savaşçısı”, “gerilla” gibi şeyler olduklarını söylerler. Kabul edilmek ihtiyacına direnilemez. Çünkü terörizm doğru görülse ve savunulsa bile, “terörist” olmayı kabul etmek doğru görülmemektedir. Deliliktir, kötülüktür, insafsızlıktır. Elbette terörü açıkça savunmamak, terörcü bir örgütün savunucuları için de geçerlidir. Siyasal terör, bütün devletler tarafından insanlık için tehlike ve kötülük olarak görülmekle birlikte, kimlerin ya da hangi grupların terör kapsamına alınması gerektiği üzerinde bir anlaşma zemini bulunmamaktadır. “Terörün tanımı konusunda bir ortaklık söz konusu olmadığı gibi, mevcut tanımlara hangi kişilerin ya da grupların dahil edilmesi gerektiği konusu da siyasi planlar” a göre farklı olmaktadır. “Sonuçta terör, diplomatik savaşın görünen yüzü olarak, diplomatik sahnenin önünde ve arkasında farklı algılamalara uğramaktadır.”14 Dünyamızda günlük hayat terörle iç içe geçmiştir. Ülkemiz ise terörden en fazla zarar gören ülkelerden biridir. Terörün ne olduğu, nasıl olduğu yanıtlanabiliyor. Peki terörist kimdir ve nasıldır? En kestirme yanıtıyla terörist, “mücadelesine” devam ettiği sürece iradesiz, seçimsiz, çaresiz, sağlıksız, yabancılaşmış, düşünce-tahlil yeteneğini kaybetmiş insandır. EMPERYALİZMİN KISKACINDAKİ “AKADEMİSYENLER” Bu yazı, aşağıda değineceğimiz “akademisyenler” sorunu nedeniyle yazılmadı. Terörle en fazla iç içe girmiş ülkelerden birisi olarak Türkiye’nin içinde yaşadığı terör sorunu dolayısıyla kaleme alındı. “Ayda bir”lik bir yayın organında günlük gelişmeleri ele almak zaten olanaklı değildir. En son yaşanmış bir olay bile yansıtılsa bu okurlar için çok anlamlı olmayacaktır. Ancak, buna rağmen, yeni yıl ve ocak ayı itibarıyla gündemimize düşen (düşürülen) “açıklama”ya, terör üzerine bir yazıda dokunmadan da yapamazdık. Üstelik konu yeterince değerlendirilmiş olduğu halde, hatta yeterince tepki toplamış olmakla birlikte. Çünkü, “akademisyenler” değil ama Türkiye’nin geleceği çok önemli. 1128 imza, şiddet-devlet ilişkisine yaslanarak ve bu ilişkiyi istismar ederek “entelektüel karartma” yapmıştır. “Akademisyenler”, bütünlüğünü korumak zorunda olan devletin hedef alınmasını gerekli görmüşlerdir. Oysa bunun dışındaki üç nokta çok daha önemlidir. (1) Türkiye terör girdabının içindedir, bu yok sayılmıştır. Hedef alınması gereken terörizmdir. Vicdansızlığın, acımasızlığın, kuralsızlığın, sorumsuzluğun ve elbette ahlaksızlığın özellikle son aylarda gösterdiği örnekler üzerinde durulmayacak gibi değildir. İçinde bulunduğumuz şartların ve dönemin sorununun nedeni olan terörü ihmal ederek, terörün aklanmasına hizmet edilmiştir. İmzacılar terörün sorumluluğunu gizlemeye çalışmışlardır. (2) Terörist PKK, terörcü örgüt olarak görülmemiş, PKK’nın sözü edilmemiştir. Gözlerden saklanmaması gereken PKK’dır. Ve bu “akademisyenler” girişiminde PKK kayırılmıştır, aklanmaya çalışılmıştır. PKK’nın güneydoğudaki il ve ilçelerimizde yaptığı terör faaliyetlerinin, özellikle son haftalarda sağlık ve eğitim kurumlarına da (hastane ve okullara da) yönelmesi inanılmaz ve kabul edilemez boyutlardadır. PKK sözcüğün en somut anlamıyla teröristtir. Tarihin en kalleş silahlarından biri olarak mayın, İkinci Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş döneminde yasaklanmıştı. Üretimi resmen yapılamıyordu.15 O dönemin sonrasında, yasaklanmanın arkasından dünyanın her yerinde, döşenmiş bulunan mayınların temizlenmesine başlanmıştı. İşte PKK, Türkiye’de bu ahlaksız silahı kullanmaktadır. Ve en çok bunu kullanmaktadır. En büyük zararı da bu şekilde vermekte, en büyük kayıplar patlayan mayınlardan ileri gelmektedir. (3) Emperyalizmin sorumluluğu örtbas edilmiştir. Açıklamada, güneydoğu il ve ilçelerimizde yürütülen PKK’yı temizleme ve etkisizleştirme savaşında emperyalizmle karşı karşıya gelindiği gizlenmeye çalışılmıştır. “Akademisyen” oldukları için kandırıldıklarına ihtimal veremeyeceğimiz bu imzaların sahipleri terörü ve terör mağdurlarını görmezden gelerek toplumumuza saygısızlık ve kötülük etmişlerdir. Açıklamanın hukuki-adli tarafı üzerinde durmuyor, yalnızca ahlaki boyuta dikkat çekmek istiyoruz. Toplumu yanıltmayı amaçlamak şeklindeki “aydın ihaneti”nin mazur görülecek bir yanı yoktur. * Şiddetten kaynaklanan terörün, şiddetle yolları ayrı ve vardıkları yer başkadır. Şiddet toplumsal bir araç olabilir, böyle bir şansı vardır.16 Ama terörün ve terörizmin çağımızda hiç bir şekilde bu yönde, topluma yararlı olması doğrultusunda bir olanak yoktur. Çünkü terör, topluma karşıdır. Toplumsal bir hizmet aracı olarak şiddet, insanlık ve uygarlık için yararlı olan biçimlere girebilir, sokulabilir. Ancak terör böyle bir şey olamaz, insanlık düşmanıdır. Devletler silah tekeline sahip olmazlarsa ya da silah tekelini sürdüremezlerse, varlıklarını da sürdüremezler. Terör halini almış süreli siyasal hareketlerde dış dinamik kaçınılmaz olarak kendine yer bulur ve terörü büyütücü, ilerletici ve etkisini artırıcı bir rol oynar. Terörle mücadele salt askeri önlem ve müdahalelerle yapılamaz. Terörizmle mücadele, salt teröristlerle çarpışmak değildir, terörün arkasındaki güç görülmez ve hedef alınmazsa yapılanlar boşa gidecektir. Bu güç, emperyalizmdir.
1 .Terörü, terörizmi, “tüketim toplumu” kavramı ile ilişkilendirme konusunda bkz. Hannah Arendt, Şiddet Üzerine / Seçme Eserler 6, İletişim Yayınları, İstanbul 1997, s. 21. 2 .Savaş ve barışın karşılıklı durumları ve hayatın içindeki konumlanmalarının karşılaştırılması ile ilgili olarak Dağarcık Türkiye’deki “‘Barış Ütopyası’ ve ‘Savaş’ / Mayınlı Arazide Futbol Maçı” başlıklı yazımıza bakılabilir (Aralık 2015). 3 .Bu konunun ele alınmasının kapsamlı ve dikkate değer bir örneği olarak bkz. E.V. Walter, “Montesquieu’den Teröristlere Şiddet Politikaları”, Cogito (Şiddet), sayı 6-7, Kış-Bahar 1996, s. 279-96. 4 .15. yüzyıl sonu ve 16. yüzyıl başının, “Avrupa’nın Orta Çağı”nın sona eriş dönemi olduğu genel kabul görmektedir diyebiliriz. 5 .Julius R. Ruff, Erken Modern Avrupa’da Şiddet (1500-1800), Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul 2011. 6 .Aynı eser, s. 63 vd. 7 .Terörizmin çağımız (19. yüzyıl ikinci yarısı, 20. yüzyıl ve 21. yüzyıl) için taşıdığı özel anlam konusunda bkz. John Keane, Şiddetin Uzun Yüzyılı (Dost Kitabevi, Ankara 1998); Hannah Arendt; Michael Walzer, Haklı Savaş Haksız Savaş / Tarihten Örneklerle Desteklenmiş Ahlaki Bir Tez (Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul 2010); Ahmet Kavlak, “Terör ve Meşru Terör” (Doğu Batı, sayı 43, Aralık-Ocak 2007-08, s. 221-232); [Doğu Bloku dağılması ve Sovyetler Birliği’nin parçalanması sonrasındaki süreç özelinde olarak] Mark MacKinnon, Renkli Devrimlerin Sırrı / Yeni Soğuk Savaş (Destek Yayınları, Ankara 2008). 8 .Siyasal kimlikli kişilere yapılan bireysel tepki davranışları ile kişisel sorunlardan kaynaklanan saldırılar ele alışımızın dışındadır. Bunun yanı sıra, siyasal amaçlarla işlenmemiş cinayetlerin de terör kapsamında görülmemesi gerektiğine çok yerde dikkat çekildiğinden, burada bunlardan da söz etmiyoruz. 9 .O dönemlerde Avrupa’da devrimci, milliyetçi ve sosyalizan örgütlenmelerin terör yöntemlerini benimsemesi sıra dışı bir olay değildi. Terörizmin devrimciliğin gereklerinden biri gibi görüldüğü o günün şartlarında milliyetçi Ermeni örgütlerinin terörcü olmayı kararlaştırması yadırganacak bir şey değildi, doğal bulunmuştur. 10 .Avrupalı emperyalist ülkeler, Ermeni terörizmi konusunda “açık” politikalar izlemişlerdi. Osmanlı Bankası baskını (26 Eylül 1896) ve II. Abdülhamid’e yapılan suikast girişimi (21 Temmuz 1905), en bilinen ve en büyük yankı uyandırmış terör eylemleri olmaları yanında, (Almanya dışında) bütün Avrupa devletlerinin desteğini almış, olaylar sonrasında eylemin failleri gene Büyük Devletler tarafından korunmuşlar, ve hatta kurtarılmışlardı. 11 .Terörün tanımı ve özelliklerinin çok yönlü değerlendirilmesi konusunda bilgi için bkz. C.A.J. Coady, “Terörün Ahlakı”, Cogito (Şiddet), sayı 6-7, Kış-Bahar 1996, s. 261-278. 12 .Konuyla ilgili bilgi için bkz. Alp Hamuroğlu, “İlk ‘Dünya Savaşı’: Otuz Yıl Savaşları (1618-1648), Bilim ve Gelecek, sayı 95, Ocak 2012, s. 60-66. 13 .Coady, s. 268. 14 .Kavlak, s. 221. 15 .Mayın konusunda bilgi için bkz. “‘Barış Ütopyası’ ve ‘Savaş’ / Mayınlı Arazide Futbol Maçı” yazısındaki son bölümler. 16 .Burada konuyu dağıtmamak için üzerinde durmayacağız, ancak toplumsal yararı olan şiddet, kurallardan başlar, kabahat, suç, ayıp, günah tanımlarıyla devam eder, (en uç noktada) ceza ve müeyyideyle sonuçlanır. Kişiler ve toplum üzerinde baskı, uygarlığın bir gereğidir, ama aynı zamanda özgürlüğün gerçek tanımında olduğu gibi, serbestliğin ve istediğini yapmanın sınırları olduğu gibi, toplumsal çıkarların da şiddet içeren sınırları vardır.

Bunları da sevebilirsiniz