Adam, sen kalk, Almanya’dan Latin Amerika’ya git, oralarda yıllarca kal (1799-1804), kendisi dağcı falan değil, ama doruğu 6.310 metre olan bir dağın 5.917 metresine kadar tırman (Chimborazo Dağı, Amerika kıtasının en yüksek ikinci dağı, Ekvador’da bulunuyor). Yıl 1802. Dağcılık henüz bir “spor” değil ve dağcılık kıyafet ve ekipmanları daha üretilmeye başlamamış. İşi olmayan zaten hiç bir dağa çıkmıyor.
Kim bu adam? Adı yazının başlığında yazılı, düşünüp bulmaya çalışmak gereksiz. Ama büyük bir adam olduğu belli, peki nerden belli? Dünyanın iki yerinde birer üniversiteye (ABD ve Peru’da1), çeşitli yerlerde beş kent ve bölgeye (üç ABD’de ve iki Kanada’da), iki ayrı kıtada iki dağ silsilesine (Kuzey Amerika ve Asya’da), üç çiçek (zambak, orkide, sardunya), üç ağaç, bir çalı, iki hayvana (bir penguen türü, bir kokarca), bir minerale adı verilmiş. Bu kadar da değil, bir nehir, bir körfez, bir deniz, bir akıntı, bir buzul (ki dünyanın en büyük buzulu) gibi coğrafi yerler onun adını taşıyor. İklimle ilgili bir durumda, bir asteroidde de gene adı geçiyor.
Yanardağların sırlarını çözmüş, Amerika ve Afrika kıtalarının vaktiyle birleşik olduğunu bulmuş, yüksek dağlardaki dağ tutmasının (yükselti hastalığının) oksijen azlığından ileri geldiğini keşfetmiş, madenciler için özel bir lamba icat etmiş, manyetik fırtınaları tanımlamış, sanki bir tıpçı gibi tababete katkılarda bulunmuş vb. Bu yenilikler, buluşlar, keşifler, icatlar çok yönlülüğünden.
Büyük doğabilimci Alexander von Humbold gibi önemli bir kişiliğin doğa ile birlikte ve doğa ile ilgili olarak ne anlam taşıdığı genel anlamda bilinmekteydi, ama çok yönlülüğü ile ilgili olarak aynı şey herhalde söylenemez.
NASIL BU KADAR ÇOK-YÖNLÜ OLUNUR?
Tam adıyla Friedrich Heinrich Alexander von Humboldt. Şimdi gelelim onun çok yönlülüğüne. Kaşif, gezgin, dilbilimci, etnoğraf, yerbilimci, uzaybilimci, iklimbilimci, doğabilimci, botanikçi, zoolog, fizikçi, filozof, diplomat, araştırmacı, yazar vb. Uzay incelemeleri ve yıldız araştırmaları bile yapmış. Yaşadığı dönemde doğa tarihinin ilk akla gelen uzmanı.
Peki eğitimi ne? Babasının erken ölümü dolayısıyla çocukluğu ve gençliği aydın bir kadın olan annesinin yönlendirmesi altında geçti, ağabeyi Wilhelm’le birlikte seçkin öğretmenlerden özel eğitim
aldı. Sonradan mineraloji, jeoloji, coğrafya, iktisat, siyasal tarih, matematik, mühendislik, botanik alanlarında üniversitelere ve çeşitli yüksek okullara gitti. Ama tek bir diploması bile yok.
Aile zengin, kendisi baron, imkan sınırsız, itibar sonsuz. O da elinden geleni, hatta fazlasını yapmış.
Ömrünün son yıllarında (son otuz yıl) Paris’ten Berlin’e döndüğünde (1828) genç veliahtın eğitimiyle görevlendirilmiş, bu sayede iyi bir eğitmen-öğretmen olduğunu da göstermiş.
Prusya krallığının danışmanıydı, sarayın başmabeyncisiydi. Berlin Üniversitesi’nde dersler verdi, kurslar düzenledi, konferanslar yaptı. Bilimi kitlelere yaymak için en az bin kişiye hitap ettiği sunumlarıyla özel programların uygulayıcısıydı. Bu çalışması, üniversiteye halkın ilgisini sağlamakta, bilimi kitlelerle buluşturmaktaydı. Dünyanın en tanınmış bilimcisiydi. 19. yüzyılda (bizde pek bilinmedi ama) Avrupa’da Napoleon’dan sonraki en ünlü kişiydi.
Meksika’daki madenlerin belirleyicisi, Rusya’daki madenciliğin geliştirilmesinde katkısı bulunan bir seyyah. Neden seyyah dedik, okyanuslar ötesi gezginliği dışında Urallar, Altay, Sibirya dolaşımları Çin sınırlarına kadar dayanmış.
BİLİMCİLERE VE KİŞİLERE ETKİLERİ
Çağının bilimcilerinin önemli bir kısmının destekçisi, yardımcısı, arkadaşı, çalışma partneri, finansörü.
Bilimsel çalışmalar yapmak ve bilimcilere yardımcı olmak, onların önünü açmak için mülklerini sürekli elden çıkardı. Öyle ki, hayatının son döneminde bütün varlığı bu yüzden erimiş bitmiş olacaktı.
Hizmetleri, projeleri, önerileri, tartışmaları ile yaratıcı ve üretici. Gezgin, gözlemci, araştırmacı ve kuramcı Humboldt’un inanılmayacak derecede güçlü belleği öğrendiği hiç bir şeyi unatmamasını sağlarken, ona çok-dilliliğin (10’un üzerinde dile hakim olduğu bilinmektedir) de yolunu açmış.
Şaşırtıcı bilim bilgileri, bizi, insanların bakışlarını, anlayışlarını, siyasal görüşlerini öğrenmekten alıkoymasın. Arada bir bağ yoktur diyenler olacaktır. Belki de bir bağ vardır, neden mi, çalışkanlığı araştırma aşkından, araştırma aşkı meraktan, merak insanlara ve insanlığa hizmet etme sorumluluğundan, sorumluluğu devrimciliğinden, devrimciliği Büyük Fransız Devriminden ileri gelmiş olmasın? Evet öyle, tamamen öyle.
Güney Amerika’da karşılaştığı Simon Bolivar’ı2 öylesine etkilemiş ki, Bolivar’ın Güney Amerika’daki özgürlük mücadelesine girişmesinin nedenlerinden biri olduğu bile yazılmış. Bolivar’ın ondan çarpılması da boşuna değil, çünkü Humboldt’un cephanesinde Devrim vardı, üzerinde yükseldiği temellerden biri Büyük Fransız Devrimiydi, “yirmi yaşındayken denizi ve devrimi” birlikte keşfeden oydu ve “Fransız Devriminin bayrağına ebedi bağlılık yemini” etmişti. Yazar Galeano bu konuda şöyle diyor: “… devrimle açılan gözler: 14 Temmuz’dan bir yıl sonra Paris’te Humboldt kendini sokaklarda esen tatlı bayram fırtınasına kaptırıyor, yeni doğmuş özgürlüklerinin sevinciyle şarkı söyleyip dans eden halkın arasına karışıyor.”3
Arkasından, denizin devrimden ayrılamayacağını farketmiş olmalıydı. Von Humboldt okyanuslardadır.
Köleliği ve köleciliği insanlığa aykırı buluyor. Siyasetin kitlelerin çıkarlarına yönelik olmasını savunuyor. Yönetim için kurumlaşmada yenilikçi. Özgürlüklerin siyasal sistemle anlam kazandığını ileri sürüyor. Her tanıdığı insan için öyle etkileyici ki, karşılaştığı insanların adeta yönünü çiziyor.
ABD Başkanı Thomas Jefferson ile, bitkibilim merakı dolayısıyla onunla tanışmış, görüşmüş, ama onun köle sahibi olmasını kabul edilemez bulmuş, böyle bir insan nasıl köleci olur diye düşünmüş. Düşünmekle kalmamış, bunu her yerde ve her fırsatta anlatmış, onu teşhir etmiş. Neden? Jefferson’u4 devrimci bilince, devrimciye köleci olmasını yakıştıramamış, kölecilikle devrimin bağdaşmazlığını görmezden gelememiş, ondan.
Bolivar benzeri bir etkilenmenin bir başka “mağduru” Charles Darwin olacaktır. Darwin “hocası ve ilham kaynağı saydığı Humboldt’u ölmeden önce ziyaret etmeyi de ihmal etmeyecekti”, bu onun için bir görevdi. Kimbilir, belki de Darwin’in kafasına “evrim” ve “doğal seçilim” tarzı zararlı fikirlerini sokan, bunları onun kulağına fısıldayan arkadaşı Alexander von Humboldt’tu.
1859’da hayata veda ettikten sonra Alman hayvanbilimci Ernst Haeckel, biyocoğrafyanın kurucusu olduğu için onun izinden yürümüş ve “Humbold’un karmaşık, karşılıklı ilişkilerden oluşan birleşik bir bütün düşüncesini” adlandırmıştı: “Ekoloji”. Doğa yıkıcılıkla toplumsal ve hayvansal sorunları “bir bütün olarak görebilen Humboldt”, bu özelliğiyle ekolojinin toplumsal sonuçlarına en önemli katkıyı yapanlardan biri olmuştu. Bu konuda Charles Fourrier’den sonra gelen ilk isimdi.
Amerikan siyaset ve eğitim alanında önemli bir yeri olan Henry David Thoreau, yiyeceklerinin tamamını kendi yetiştirmekteydi. O da Humboldt’un takipçisiydi. Nedeninin, Humboldt’tan kaptığı doğa düşkünlüğü ve ekoloji anlayışı olduğu sizce de belli değil mi?
250. YILINDA YAŞAMAK?
1769 yılında doğmuş Alexander von Humboldt, doksan yaşındaki ölümüne kadar sürekli verimli olan bir yorulmaz gözlemci-araştırmacı ve kaşif olarak otuz cildi aşan eserleriyle 19. yüzyılın en önemli kişiliklerindendi.
Yirmi yıldan fazla üzerinde çalışarak ürettiği bilimsel yapıtı Cosmos, evrenin ve dünyanın kitleler tarafından öğrenilmesi içindi. Hoş ve anlaşılır bir biçemde (uslûpta) yazdığı bu kapsamlı kitap,
yayımlanmasından hemen sonra bütün Avrupa dillerine çevrildiği gibi, zamanının bir çok-satanı (bestseller) olmuştu. Böylece bilimi halka götürmüş ilk bilimciydi.
Bu önemli insandan neden söz ettik? Vesile oldu, 14 Eylül onun doğum günüymüş. Ama doğum günü olmak kadar, hatta ondan da daha fazla önemli olarak bu yıl, doğumunun 250. yılı. Almanya haklı olarak kendisini gururlandıran bir değerini hatırlıyor ve onu yeniden ve tekrar tekrar tanıtıyor. Almanya hem bu eylül ayında, hem de bu yıl boyunca Alexander von Humboldt’u yaşıyor.
Doğumunun 250. yılı olması dolayısıyla Almanya’da von Humboldt’u konu edinen onlarca kitap, yüzlerce program yayımlandı, çok sayıda etkinlik, sergi, konferans birbirini izledi. Neredeyse bütün bilimsel dergiler, bütün haftalık siyaset-kültür dergileri onu kapak yaptı.
Almanya’ya, evrensel bilime, bütün dünyaya katkıları ölçülemez değerde olan bir büyük insanı biz de analım, tanıtalım dedik. Almanya ve dünya onu anarken, biz de anmış gibi olalım istedik.
1 Berlin’deki bir üniversite Humboldt Üniversitesi adını taşıyor, ancak bu ad, konumuz olan Humboldt’tan değil, onun iki yaş büyük olan kardeşi Wilhelm von Humboldt’tan geliyor. Wilhelm von Humboldt eğitimci ve diplomat olarak tanınmış ve Prusya-Alman tarihinde yeri olan bir kişi. Üniversiteyi geliştirmede önemli rolü olmuş olan Wilhelm Humboldt Prusya Eğitim Bakanlığı da yapmıştı.
2 “Kurtarıcı” anlamına gelen El Libertador unvanıyla anılan Simon Bolivar (1783-1830), Güney Amerika’da İspanyollara karşı verilen bağımsızlık mücadelesinin önderidir. Kolombiya ve Peru’da devlet başkanlığı yapmıştır.
3 Eduardo Galeano, Yüzler ve Maskeler / Ateş Anıları 2, Can Yayınları, İstanbul 1995, s. 86.
4 Amerikan Bağımsızlık Bildirisi’nin yazarı olan Thomas Jefferson (1743-1826), ABD’nin üçüncü başkanı olup, 1801-1809 tarihleri arasında iki dönem başkanlık yapmıştır. Büyük Fransız Devriminin en önemli destekçilerinden biriydi.