Türkiye’de gün geçmiyor ki, kadınlara yönelik taciz, tecavüz, şiddet ya da cinayeti konu edinen haberler gündeme oturmasın. Geçen senenin Şubat ayında Özgecan cinayeti ile sarsılmıştık. Bu sene Ocak ayının son günlerine ise, dünya ve Türkiye gündemi siyasi-askeri olaylarla hayli yoğun olduğu halde, İstanbul’un oldukça hayat dolu semtlerinden birinde, Bağdat Caddesi civarında, yaşanan tecavüz olayı damgasını vurdu.
Sabaha karşı 3’te evine dönmekte olan genç bir kıza, iki çocuk babası, servis şöförlüğü yapan sabıkası bol bir adam, bıçak zoruyla tecavüz etti. Çevrede bulunan bazı güvenlik kameralarından alınan görüntülerde Türkiye, adamın kızı nasıl tenhaya götürdüğünü, gasp ettiği paralarla hiçbir şey olmamış gibi, büfenin tekinden alışveriş yaptığını izledi.
Sonuçları aynı olmasa da, yöntemi açısından oldukça benzer bir olayı ilk gençlik yıllarımda ben de yaşamıştım. Belki pek çoğunuz ya da yakınlarınız gibi. 16 yaşında, dersten eve döndüğüm bir pazar günü, oturduğumuz apartmanın asansöründe gündüz vakti, o zaman 20’lerinde olduğunu tahmin ettiğim bir adam, ekmek bıçağı gibi büyük bir bıçağı gırtlağıma dayayıp bana sözlü tacizde bulunmuşu. Ses çıkaramamıştım. Soğuk kanlılığımla ve muhtemelen gündüz vakti olması nedeniyle, bu saldırıyı fiziksel herhangi bir zarara uğramadan atlatmıştım ama, sonrasında psikolojim bozulmuştu. O asansör sapığı, başka bir asansörde başka bir kızın boğazını bıçakla deldikten sonra yakalanmıştı. Evet ben ucuz atlatmıştım ama ya diğer kız…
İster siyasi ister toplumsal içerikli olsun hemen her konuda keskin ve zıt kamplara bölünmeye alışkın olan Türkiye halkı, bu olaydan sonra da en azından ikiye bölündü. Benim de aralarında bulunduğum taraftaki insanlar, toplumun kadınıyla erkeğiyle dayanmış olduğu çarpık zihniyete vurgu yaparak, kadına yönelik taciz, tecavüz, sözlü ya da fiziksel şiddet gibi, eylemlerin hiçbir koşulda haklı bir zemininin olamayacağını belirtmekte. Ancak diğer tarafsa tecavüz gibi olayların “belirli durumlarda” doğal hatta normal karşılanabilecek olduğunu düşünmekte ve tecavüze uğrayan bir kadını, örneğin, gece üçte dışarda olduğu için tecavüze uğradığını “iddia ederek” suçlayabilmekte. Ne korkunç!
Benzer bir tartışma, hatırlarsanız, Özgecan olayında gerçekleşmişti. Özgecan’ın üzerinde hangi kıyafetler olduğu bazı televizyon kanallarında sorgulanmış, Özgecan “edebiyle”, “usturuplu” giyindiği için, daha “kolay” “mağdur” ilan edilmişti. O dönem kendini bilmez cahiller, “tacize uğramak istemiyorsanız etek giymeyin” filan gibi densiz laflarla gündemi meşgul etmişti. Bu çarpık görüşlere alkış tutan, hatta bu görüşün birebir sahibi olan ve topluma kök salmasında önemli payı olan geniş bir kadın güruhu olması da ne kadar acı. Toplumun var olduğu, ya da geldiği nokta inanılmaz vahim.
Toplum Vicdanı??
Kadına yönelik şiddetin “doğal” ya da “normal” karşılandığı durumlar olabileceğinin iması bile, her türlü hakka, hukuka aykırı. Peki, ya toplum vicdanı? Toplum bu tarz korkunç olayları hangi ölçütler üzerinden normalleştirebiliyor? Sanırım basit bir yanıtı var bu sorunun, ayrılmaz şekilde içiçe geçmiş muhafazakar, feodal gelenekler ile din, böyle korkunç bir normalleştirme sürecinin baş araçları. Kadınlar, muhafazakar toplumlarda daha çok olmakla birlikte elbette her toplumda, tacize ya da tecavüze uğrayabilir. Bu mümkündür. Bazı durumlarda erkekler de tacize ya da tecavüze uğrayabilir. Ancak bu ülkede, eve, akşam namazından sonra, hele yatsıdan sonra dönüyorsanız, bakire değilseniz, bu biliniyorsa ya da buna yönelik herhangi bir kuşku uyandırıyorsanız, alkol aldıysanız, erkek arkadaşınız varsa, evli olmadığınız bir erkekle yaşıyorsanız (imam nikahı hariç), kısa giydiyseniz, dar giydiyseniz, makyaj yaptıysanız, güzel güldüyseniz ve benzeri durumlarda, tacize ya da tecavüze uğrarsadıysanız, ne yazık ki toplumun büyük bir kısmı tecavüze uğradığınız için sizi sorumlu tutacak. Yasalar aksini bağıradursun, ne biçim vicdan olduğu anlaşılamaz olan garip bir zihniyet sizi suçlayacak.
“Haklı” Savaşlar ??
Kadına yönelik herhangi bir tür şiddetin “doğal”, “normal” hatta “ haklı” görüldüğü durumlar, bana ilginç şekilde, uluslararası ilişkilerdeki “haklı savaşlar”ın, çok sık karşılaşılan anti-yorumlarını anımsatıyor. “Haklı savaş” kavramı, her ne kadar oldukça gerilere götürülebilecek bir tarihe sahip olsa da, Dağarcık Türkiye’de yayınlanan birçok yazımda değindiğim gibi, günümüzde BM, istisnai durumlar dışında, savaşmayı yalnızca, bir devletin kendi ülkesini koruması durumunda, meşru kılmıştır. Bu ne demek? Bir devlet gelip sizin topraklarınıza saldırırsa ona savaş açabilirsiniz. Aksi takdirde, uluslararası hukuku ihlal etmiş olursunuz. Ama yukarıda bahsettiğim ve aslında oldukça belirsiz bırakılmış o “istisnai” durumlar, bol bol esnetilmiştir ve esnetilmektedir.
Burada önemli olan ise, uluslararası kamuoyunu, hukuka aykırı olsa da kendi saldırgan eylemlerini meşrulaştırmaya çalışan ve kimi zaman oldukça başarılı olan, sudan gerekçeler, bahaneler bulmasıdır. “Afganistan’a girelim. Çünkü, 11 Eylül’ün emrini veren Usame, Afganistan’da sığınıyor.” “Irak’ı işgal edelim. Çünkü, Saddam nükleer silaha sahip olabilir.” “Suriye’ye girmeyelim ama terörist gönderelim bol bol. Çünkü Esad “demokrat” değil, “halkına baskı yapıyor.” Bu masallara inanan kitleler açısından ise bu şu demek, “bir ülke teröristlerle mücadele etmek için (!)işgal edilebilir, 15 yıl o ülkede konaklanıp, ülke talan edilebilir”. Hayli “normaldir.” Ya da, “bazı devletlerin nükleer programı varsa o ülkeye saldırılabilir ya da ambargo uygulanabilir.” Hayli “doğaldır.” Bir ülkenin lideri, bazılarının istediği gibi “demokrat” değilse, o ülkeye teröristler gönderilip o ülke paramparça edilebilir.” Hayli “meşrudur.”
Apayrı düzlemlerde olsa da, toplumu etkileyen düşünceleri etkileyen ve saldırgan tarafları güdüleyen bambaşka etmenler olsa da, tıpkı yukarıda anlattığım gibi, bunun “gece eve 3’te dönerse, tecavüze uğrayabilir.” “Hayli “normaldir.” demekten, işlev açısından pek farkı yoktur. Her iki durumda da, toplumun belirli bir kesiminin / ya da bazı devletlerin “hoş” bulmadığı davranışları sergileyen kişi/ya da devlet, başına gelecek musibetten sorumlu görülür. Hatta, “ohh iyi olmuş” tur.
Empoze ve içselleştirme
Bu hasarlı ve bazen, bir ülkeyi, bazen bireyleri, bazen de sağduyuyu mahveden, hastalıklı düşünceler, farklı şekillerde kamuoyuna empoze edilmekte ya da, farklı mekanizmalar aracılığı ile kimi zaman görece kısa, kimi zaman görece uzun sürelerde içselleştirilmektedir. Türk toplumunun azımsanmayacak bir kesiminde egemen olan ve taciz, tecavüz ve benzerlerini meşrulaştıran bu düşünce ve tutumlar kadını “şeytanlaştıran” geleneksel- dinci zihniyet ile, kadını “metalaştıran” tüketim zihniyetinin bir karışımı gibi gözükmekte.
Bir tarafta, kadını erkek karşısında açık şekilde ikincilleştiren dinsel kurallar ve akıllara durgunluk verecek şekilde örneğin bir babanın 9 yaşındaki kızına karşı şehvet duyabileceğini utanmadan söyleyenler var. Diğer yanda ise, reklamlarından, dizilerine, modasından, kozmetiğine kadar her şeyi ile, cinsel anlamda erkek “kullanımına” sınırsızca açan tüketim zihniyeti. Cinsel bastırılmışlıklar ve tırmandırılan arzular. Sonuç ortada, oyun egemenlerin oyunu, kurallar onların.
Uluslararası düzleme bakıldığında ise, egemenlerin, çıkarlarına uymayan ya da bir gelecekte uymayabileceğini düşündüğü devletleri, liderleri, toplumları, örgütleri zapt etmek için, yalnızca umursadıkları kamuoyunu ikna etme çabası var. CNN International’lar, Fox’lar bu yüzden yok mu? Saddam’ın, Esad’ın zulümlerini sabahtan akşama gösterip, ABD’nin Irak’ta kaç Iraklı’yı öldürdüğünü alt yazıdan vermek için yani. İkna, daha çok para, daha çok güç demek nasılsa. Sonuç yine ortada, oyun egemenlerin oyunu, kurallar ise… İşine gelirse…