Karatay Olayı ve Tekerrür

Medyayı takip edenler hatırlayacaktır. Geçtiğimiz ay, Prof. Dr. Canan Karatay’ın 15 gün süreyle meslekten ihraç edildiğine dair haberler basına yansımıştı. İlgili haberlerde, Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği’nin, Karatay hakkında Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunduğu ve Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi ile İstanbul Tabipler Odasına meslek etiğine aykırı davrandığı gerekçesiyle şikayette bulunduğu; savcılığın konu ile ilgili takipsizlik kararı verdiği ancak İstanbul Tabipler Odası’nın Karatay’ı 15 gün süre ile meslekten ihraç ettiği belirtiliyordu (milliyet.com.tr). Karatay’ın bu suçlamalara konu olmasının nedeni, televizyon kanallarında yaptığı konuşmalardı. Karatay, birçok defa gebelikte şeker yüklemesi yöntemi ile diyabet testi yapılmasının anne ve çocuk sağlığı için tehlikeli olduğu, D vitaminin şeker hastalığını önlemede yardımcı olduğu vb. gibi ezber bozan açıklamalarda bulunmuştu. Avukatı ile birlikte basın açıklaması yapan Karatay, çeşitli açıklamaları nedeniyle birçok defa, hakkında suç duyurusu yapıldığını ancak hiçbir zaman caza almadığını, meslekten men edilmediğini, bu haberleri yayanlar hakkında yasal süreç başlatacaklarını belirtti.

Canan Karatay hakkında medyaya yansıyan haberler ve yukarıda özetlenmeye çalışılan süreç, bana tarihin tekerrür ettiğini düşündürdü. Bu düşüncemin sebebi, Osman Nuri Koçtürk ismini yakından tanımamdır. Temmuz ayının başlarında, 21. Ütopyalar Toplantısı için Karaburun’daydık. Osman Nuri Koçtürk’ün yeğeni Prof. Dr. Semra Koçtürk konuşmacılar arasındaydı. Kendisi, Osman Nuri Koçtürk’ün çarpıcı hikayesini anlattı. Halk sağlığı ile ya da tıp ile ilgili olanlar Koçtürk’ün mücadelesini mutlaka biliyordur. Ancak bu konulara yabancı olanlar için konuyu özetlemek yerinde olacaktır. Osman Nuri Koçtürk, aslen veterinerlik eğitimi almış sonra ileri eğitimini ABD’de tamamlamıştır. Halk sağlığı açısından ezber bozan düşüncelere sahip olan Koçtürk, «bütünsel” bir sağlık ve beslenme anlayışının yerleşmesi gerektiğini savunmaktaydı. Koçtürk, hayvan sağlığı, insan sağlığı ve çevrenin birbiri ile ilişkili olduğunu ve bunların birbirinden soyutlanarak ele alınamayacağını söylüyordu. Savları günümüzde hala önemli olan, hatta giderek önem kazanan Koçtürk, halk sağlığı açısından aslında tamamen insani ancak oldukça devrimci bir mücadele sürdürmüştü.

Bugün giderek daha da anlamlı olan mücadelenin belli açılardan Karatay’ın maruz kaldığı suçlamaları anlamada katkısı olacağı düşüncesindeyim. Bunun için bazı noktaları belirtmek yerinde olacaktır. 1950’lerde ABD ile yapılan anlaşmalar ve ABD’den alınan ekonomik yardımlardan sonra birçok konuda olduğu gibi Türk halkının beslenme alışkanlıkları üzerinde de değişik yapılmaya çalışılmıştır. Buna birçok örnek vermek olanaklıdır. Örneğin, 1950’lerden başlayarak, geleneksel olarak zeytinyağı ve tereyağı tüketen halk, bugün sağlık açısından zararları kanıtlanmış olan margarine alıştırılmaya çalışılmıştır. Hatta bunun için «zeytinyağlı yiğemem aman” türküsünün yaygınlaştırılmasına kadar pek çok yöntem kullanılmış ve görece başarılı da olunmuştur. 1950 sonrası dönemde, halk sağlığı açısından, hayati önemde olan bir başka adım daha atılmıştır. Bu da, Türkiye’de şoklanmış buğday fabrikasının açılması girişimidir. ABD’nin kurdurmayı istediği ve kurdurduğu fabrikada, daha önce hiç denenmemiş yöntemler kullanılacak, temel besin maddesi buğday olan Türkiye’de yerli tohum silinecekti. Bu sayede, Türk tarımı ABD’ye tamamen bağımlı hale gelecek, bunun yanısıra ABD, Türk halkı üzerinde bu şoklanmış tohumları test edecekti. Türk halkı kobay olacak, ABD kazanacaktı. ABD açısından bayağı karlı gözüküyor. Fabrika kurulduğu halde, hiçbir zaman hayata geçmedi. Bu ölümcül fabrika projesinin hayata geçememesi ise, Koçtürk’ün yürüttüğü mücadele ile mümkün olmuştur. Bu başarı, Koçtürk’ün mücadelesinin en büyük meyvelerinden birisi olarak görülebilir. Koçtürk bu ve benzeri mücadeleleri ile birçok defa tehdit almış hatta suikast girişimine maruz kalmıştır.

Koçtürk ile Karatay’ın savunduklarının birbiri ile ne denli uyum içinde olduğunu bilmek için şüphesiz ki Koçtürk’ün güncel baskıları da bulunan kitaplarını okumak gerekmektedir. İkisi arasında, çağ farklı nedeniyle ve artık ileri teknoloji ile çok detaylı araştırmalar yapılması mümkün olduğu için, farklar olması şaşırtıcı olmayacaktır. Ancak, ikisinin de halk sağlığını bilimin yol göstericiliği ile önemsediği; bu çerçevede, halk sağlığını olumlu etkileyecek adımlardan geri durmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu adımlar nedeni ile de tepki toplamışlardır.

Başladığımız noktaya geri dönecek olursak Karatay’a yönelen bu tepkilerin birkaç açıdan eleştirilebileceği söylenilebilir. Bu sebeple öncelikle, Karatay’ın temel savlarını özetlemek gerekmektedir. Birçok açıdan ezber bozan Karatay, Türk beslenme alışkanlıklarının bugünkü yaşam koşulları ve gıda sektöründeki deformasyonlar nedeniyle insan sağlığı açısından ciddi riskler taşıdığını savunmakta, iddialarını özellikle ABD üniversitelerinin yaptığı yeni tarihli bilimsel araştırmalara dayandırmaktadır. Burada, özellikle 1970’lerde kalmış ve ekmek makarna hamur işi gibi karbonhidrat ağırlıklı besinlerin en alt katta bulunduğu besin piramidi anlayışını eleştirmektedir. Karatay’ın belirttiğine göre, son yapılan araştırmalarda besin piramidinin en alt, en geniş katmanlarında yağlar (zeytinyağı gibi bitkisel ve tereyağı gibi hayvansal yağlar) ve proteinler bulunmaktadır. Aslına bakılırsa, bu iddia ciddi şekilde ezber bozmaktadır. Çünkü obezite, kalp damar hastalıkları, yüksek tansiyon gibi sorunları olan kişilere senelerce yağlardan ve özellikle protein açısından zengin kırmızı etten uzak durmaları söylenegelmiştir. Kolesterolün, bağışıklık sisteminin bir parçası olduğunu belirten Karatay, insan sağlığı için zararlı olanın sağlıklı yağlar (zeytinyağı, tereyağı) olmadığını, ancak glisemik endeksi yüksek olan besinler olduğunu iddia etmektedir. Glisemik endeksi yüksek olan besinler, kan şekerini hızla yükselten ve bu sebeple aşırı insülin salgılanmasına neden olan, buğday, pirinç, şeker gibi besinlerdir. Bu çerçevede Karatay’a göre, sağlıklı bir yaşam için, bu gıdalardan uzak durulmalı, glisemik endeksi yüksek olmayan yumurta, et, sağlıklı yağlar, sebze, baklagil, kuru yemişler gibi besinler tüketilmelidir. Sık sık yemek yemek insülin salgılanmasına neden olduğu için, günde en fazla üç öğün, ideal olarak iki öğün yenilmesi; mutlaka yürüyüş ya da koşu gibi sporlar yapılması sağlık için önemlidir.

Türkiye’de savunuculuğunu Karatay’ın yaptığı bu beslenme modeli, Türk beslenme modeli açısından oldukça zorlayıcıdır. Ekmek yok, pirinç pilavı yok, hamur işi yok, tatlı yok, abur cubur, şekerli içecekler, meyve suyu yok. Modern yaşamda uyması, oldukça zor bir model gibi duruyor.

Karatay’ın bu iddialarını, tıbbi açıdan değerlendirmek için temel tıp bilgisine sahip olmak gerektiği aşikardır. Bu sebeple bu yazıda, bu iddiaların doğru olduğunu savunmak, okuyucu açısından inandırıcı olamayacaktır. Ancak, Karatay’ın kitaplarına bakıldığında kitapların, bilimsel kaygılar taşıyarak yazıldığı görülmektedir. Oldukça açıklayıcı ve yeni tarihli referanslar verilmiş, mantıksal örüntü boşluksuz ve bütünsel kurulmuştur. Bu açıdan, Karatay’ın savlarının en azından açık ve bilimsel olduğunu vurgulamak gerekmektedir. İşte bu noktada, bilimsel yöntemi kullanarak bilgilerini halka aktarmaya çalışan bir doktora suç duyurusunda bulunulması trajikomik hale gelmektedir. Bilimsel savlar hakkında, yargıda bulunmak, hakimin savcının değil, bilim insanlarının meselesi olmalıdır. Ancak, basından ve çıkan yayınlardan takip edilebileceği üzere, Karatay’ın iddialarına bilimsel olarak yanıt veren, o iddiaları yanlışlayan çalışmalar bulunmamaktadır (eğer gözden kaçan bir çalışma varsa affola).

Son olarak üzerinde durulması gereken konu, insan sağlığı açısından bu denli kritik konuların, popüler kültürün «malzemesi” haline getirilmesidir. Burada ise aslan payı, medyanındır. Medya, şüphesiz ki, bu bilgilerin geniş halk kitlelerine ulaştırılması açısından, hayati bir önemdedir. Ancak, halk sağlığı magazinel bir konu olamaz. Bilimsel dayanakları bulunan iddiaları savunan bir doktorun, almadığı bir cezayı almış gibi sunmaktan, haber kaynağının olduğu kadar, bu kaynaktan aldığı bilgiyi yayan basın kuruluşları da sorumludur. Halk sağlığı, çocuk oyuncağı değildir. Burada önemli olan bir kişinin (Karatay) karalanması olayının çok ötesindedir. İnsanların beynini hayati konularda bulandırmak, yalan yanlış konuşan şaklaban kılıklı insanları uzman olarak göstermek, cinayetten farksızdır. Medyanın bu konuda yapabileceği en olumlu adım, açık oturum şeklinde, söz konusu iddiaların tartışılmasına olanak tanımak olur. Ama bunun reyting kazandırmayacağı kesin….

Koçtürk ile Karatay örnekleri, halk sağlığının çeşitli çıkarlar, yanlış bilgiler vb ile ayaklar altına alınabildiğinin en çarpıcı örneklerindendir. Savunulan sav, bilimsel ölçütler olduğu sürece, tartışılabilmeli ve halka gerçekler sunulmalıdır. Benzer şekilde, insanların sağlığı, büyük şirketlerin kar hırsına, emperyalist devletlerin ayak oyunlarına peşkeş çekilmemelidir. Bununla birlikte, Koçtürk’ün başarılı mücadelesi, Karatay’ın cesur ve dik başlı duruşu hala bir mücadele zemininin var olduğunu da göstermektedir. Ne de olsa «güneş balçıkla sıvanmaz”.

Bunları da sevebilirsiniz