Yunanistan-AB Didişmesi Neden Her Şeyin Önünde?

EURONUN VE AVRUPA BİRLİĞİ’NİN GELECEĞİ YOK!*

«Halk dayanılmaz zorlukların ve yoklukların içine sürüklendiğinde sömürgeciler yerel iktidarı ele geçirişini daha az gizler.”

F. FANON[1]

«Propagandayla zehirlenmedikleri sürece kitleler asla savaş düşkünü değildir.”

A. EINSTEIN[2]

Kim ne derse desin bu yılın temmuz ayı, Yunanistan-AB veya Çipras-Merkel ayıydı. Oysa dünyaya biraz da «küresel” olarak bakıldığında, en önemli durum, Orta Doğu kargaşası, Batının Suriye topraklarına yüklenmesi, PKK koridoru, koridor dolayısıyla Türkiye’nin ne yapacağı, bölgenin iyiden iyiye silahlanması, terörün dört koldan saldırıya geçmesi, bütün büyük güçlerin gelişmeler konusunda bölgeye ilişkin davranışları ve makro bir savaşın eşiğinde olunduğuydu. Bütün bunlar, Syriza-AB «savaşı”nın gölgesinde kaldı. Her şeye rağmen şu söylenebilir, «Yunanistan-AB sorunu” yerel bir sorundur, «Türkiye’nin içinde olduğu bölgenin sorunu” ise küresel bir sorunudur. Syriza’nın ve Yunanistan’ın, «Avrupa ve AB’nin sorunu” olarak öne çıkması, AB’de bir «iç sorun”dur, olası «koridor savaşı” ise bir «dünya sorunu”dur. Böyle olmasına rağmen, iki sorun arasında Orta Doğu lehine çap, boyut, ölçek, önem ve düzey farkı olmasına rağmen, neden bütün dünya (ve elbette Türkiye de) temmuzda Yunanistan-AB sorununa odaklandı?

Bu «soru”nun yanıtı, AB’nin «Çipras-Syriza-Yunanistan” özel sorununun[3] Avrupa, AB ve Batı için önemli ve hatta çok çok önemli olmasındandır.

AB’ye özel ve AB için yerel olan bir sorunun, «AB’nin imajına ilişkin bir sorun”un, Avrupa ve Avrupalılar için, milyonlarca insanın ölümüne ve gene milyonlarcasının yerinden yurdundan kaçışına yol açan bir sorundan daha önde olduğunu görüyoruz. Ve ayrıca Avrupa’nın bu yerel sorununun Avrupalıların gerçek çıkarlarından ve dünyamızın içinde bulunduğu savaş tehlikesinden daha önemli olduğu anlaşılıyor! Daha önemlidir, çünkü, Brüksel’in telaşı yatışmalı, kaygısı giderilmelidir, çünkü, AB kendini göstermelidir, gücünü, kudretini sergilemelidir, güven tazelemeli, Yunanistan’la girdiği kapışmada kazandığını ileri sürebilmeli, Merkel’in Çipras’a boyun eğdirdiğini herkesin gözüne sokmalıdır![4] Üstelik, «Türkiye’nin içinde olduğu bölge sorunu” AB ve Avrupalılar için son derece canalıcı öneme sahipken. Üstelik, bu sorunun büyümemesinde ve ülkelerin bütünlüğünü sağlayarak çözülmesinde AB’nin, Avrupa’nın ve Avrupalıların hayati çıkarları da bulunmaktayken. Üstelik, ABD’nin BOP’unun Avrupa’nın varlığına vereceği zararlar apaçık ortadayken. Üstelik, dünya çapındaki bu bölge sorunu ABD’nin eseri olduğu için Avrupa buna direnmeliyken. Yani makyaj sağlığa tercih edilmektedir. Adeta, ağrı kesicilerin hastalık belirtisi olan ağrıyı azaltmasıyla tedaviden vazgeçilmektedir. Hayaller olgulardan, görüntüler gerçeklerden daha fazla öne çıkarılmaktadır.

Boşuna değildir.

YİRMİ YIL KADAR ÖNCESİNDE «MİLLİYETÇİLİK”

Bundan yirmi yıl kadar önce «Avrupa Birleşiyor, Avrupa’nın Çevresi Dağılıyor«du. 20. yüzyılın son on yıllarında hızlanan tarih, insanlığın elinden adeta bütün seçenekleri almış, toplumları seçeneksiz bırakmış gibiydi. O dönemde dünyanın en hareketli ve izlenmeye değer bölgesi Avrupa’ydı ve çevresiydi. Bu hareketlilikte rol oynayan ideolojik-siyasal etken ise hep milliyetçilik olarak görünmekteydi. Hem Avrupa merkezinde, hem de Avrupa’nın kenarlarında ve dışında. Ancak merkez Avrupa ile periferik Avrupa ve Avrupa dışı arasında bu etken, farklı ve diğerinden başka bir rol oynuyordu, hatta antagonist bir özellik göstermekteydi. Çok tuhaftı ama milliyetçilik, Avrupa’da „birleşme«ye, Avrupa’nın çevresinde ve dışında „bölünme«ye, „parçalanmaya« yol açmaktaydı. Aynı şey iki ayrı sonuç veriyordu, verebiliyordu.

Örneğin, Alman milliyetçiliği Avrupa’nın birleşmesine öncülük ederken, perifer ülkelerdeki ve Avrupa dışındaki toplumlardaki „milliyetçilikler« ülkelerin bölünmesine ve dağılmasına yol açmaktaydı. „Milliyetçilik«, birbirinden çok da uzak olmayan coğrafyalarda bile, aynı zamanda hem „birleşmeyi«, hem de „dağılmayı« gündemine getirebilmekteydi. Ve bunun sonucunda „milliyetçilik«, Avrupa’da ve çevresinde „birleşme«yi de „parçalanma«yı da aynı dönemde yaşamıştı.

Çünkü aynı şey, aslında aynı şey değildi.

OLGULAR, GELİŞMELER, PROJELER

Dönemin olgularını sıralayalım: Duvar yıkılmış, Doğu Bloku dağılmış, Yugoslavya, Sovyetler Birliği, Çekoslovakya parçalanmıştı. Avrupa ise, bir yandan savaş yaşarken ve kanlar içindeyken, „birleşmiş«ti.

Yaşanan gelişmeleri sıralayalım: Saldırıya, müdahaleye ve işgale uğrayan Irak fiilen parçalanmış, ayrı olarak ortaya çıkacak devletlerin haritaları çizilmişti. „Birleşmiş« Avrupa ise çizilen haritalara göre politikalar üretmektedir.

O günlerin olacakları olarak düşünülenleri, daha doğrusu o günlerin planlananlarını sıralayalım: „Birleşmiş« Avrupa büyüyecek, bir elin parmaklarından az olarak yola çıkan ve sayısı 12 olan „çekirdek Avrupa«, içine yirmiye yakın ülkeyi daha alacaktır. Avrupa dışında ise, Atlantik kıyısından Hindistan’a kadar 15 ülkenin sınırları değişecek, 15 ülkeden 30’un üstünde ülke çıkacaktır.

Bugün gelinen noktada bu projelerin önemli bir kısmı sonuçlanmıştır. AB, istenildiği ölçüde büyümüştür. Ama AB’ye alınan ve „tam Avrupa«, „esas Avrupa« olmayan kenar ülkeler batmıştır, ne gam!

«Merkezi Avrupa” coğrafyasını ve pazar alanını genişletmiştir. Ama bu genişlemiş alanda çözülemeyecek idare ve yönetim sorunları ortaya çıkmıştır, ne gam!

Ortak para birimi tedavüle girmiştir. Ama «kenar ülkeler” bu ortak para birimine girdiği için iflas etmiştir, batmıştır, ne gam!

Avrupa yakınında ama dışında olan bazı ülkelerin yönetimleri, planlanmış olduğu gibi yıkılmış, toprakları istenildiği gibi parçalanmıştır. Ama, 1991’de başlatılan Irak’taki savaşın sadece ilk altı ayında savaş alanına taşınan 2,5 milyon ton bomba, patlayıcı ve cephane, „dünya tarihinin en büyük amfibi harekatı olan İkinci Dünya Savaşındaki Normandiya harekatının dört katı«nı bulmuştur[5] ve bunların hepsi „kullanılmıştır«, ne gam!

Yalnız Irak’ta, her iki dünya savaşında kullanılandan daha fazla bomba patlamış, cephane tüketilmiş, milyonlarca insan hayatını kaybetmiştir, ne gam!

Suriye, yönetimi yıkılmak istenmiştir, ülke işgal edilmiştir, iç savaşın içindedir. Ama uluslararası hukuk çiğrenmiştir, milyonlarca insanın hayatı kaymıştır, ne gam!

Türkiye henüz resmen parçalanmamıştır, buna karşın fiili durum parçalandığını göstermektedir, resmen parçalandığında ortaya çıkacak devletlerin adları konmuş, sınırları çizilmiş, «gelecekleri” planlanmıştır. Ama Türkiye hem iç, hem de dış savaşın içine çekilmektedir, milyonlarca insanın hayatı tehlikeye girecektir, ne gam!

Hem Türkiye’nin, hem de Avrupa’nın geleceğiyle oynanmaktadır, ne gam!

Vb.

Yani dahası da var, ama ne gam!

YALANLAR, PROPAGANDALAR

AMA BEKLENMEYEN VE İSTENMEYEN SONUÇLAR

Dünya bugün, her zaman olduğundan daha ağır bir propaganda bombardımanı altındadır, kirlenmiş bilgi, aldatmacalar, uydurma iddialar, yalanlar kol gezmektedir. Savaşlar barış adına, saldırılar demokrasi adına, kıyımlar özgürlük adına, işgaller uygarlık adına yürütülmektedir. Günümüzdeki dezenformasyon günümüzün tarihine tecavüzüdür, ve geçmişten biliyoruz ki, tarihe tecavüzler, sağlıksız ama uzun ömürlü çocuklar doğmasına yol açıyor.[6]

Bütün bunlara rağmen gelişmeler nedir, olmakta olanlar ve olacaklar neyi göstermektedir?

Projeler, ya tam yürütülememekte, ya tam istenilen sonuçları vermemekte, ya da hiç istenilmeyen ve hesaplanmayan sonuçlara yol açmaktadır. Planlar, ya tam uygulanamamakta, ya beklenen yararları sağlamamakta, ya da zararlar doğurmaktadır. Bunların yanı sıra proje ve planların „yan etkileri«, amaçlananların üstüne çıkmaktadır. Çıkışsızlık gözükmüştür, projelerin tamamlanması, planlananların yürütülmesi artık mümkün görülmemektedir. Zor duruma düşen ve düşürülen ülkelerde direnme, parçalanan ve parçalanmak istenen ülkelerde birleşme eğilimleri ortaya çıkmıştır. Avrupa’da emperyalist bir birleşmeyi «sağlayan”, Avrupa kenarında ve dışında etnikçiliğe, ayrılıkçılığa, ırkçılığa, parçalanmaya neden olan „milliyetçilik«, birçok yerde aslına dönmüş, esas milliyetçilik olarak, „yurt savunması« olarak, „vatanseverlik« olarak, savunmacı, direnen, birlikten yana olarak ve antiemperyalist özelliklerde bir komplikasyona dönüşmüştür. Saldırıya uğrayan milli devletler ayağa kalkmakta, savunmaya geçmektedir. Emperyalizmin «milliyetçiliği” ve ona hizmet eden ayrılıkçı „milliyetçilikler«in yan etkileri hiç istenmeyen durumlara yol açmıştır. Yunanistan’da halkçılık patlamış, Türkiye’de bağımsızlıkçılık, Cumhuriyetçilik canlanmış, Irak’ta birlikçilik adresler bulmuş, Mısır’da kukla İhvancılık çözülmüş, Suriye’de direnme başarı kazanmış, İran kendini kabul ettirmiştir.

Daha geniş bir çoğrafya açısından bakıldığında, „Asya’nın batı cephesi« kavramlaşmış, Asya’nın kendisi birleşmenin merkezi olmuştur. Büyük resim, Asya’nın yükselmekte, Avrupa’nın çözülmekte, ABD’nin inişte, Batının çöküşte olduğunu göstermektedir. Değerli kardeşim Hande Orhon Özdağ, bunu somut örnekler ve çok iyi sıralanmış yaşanan gelişmelerle açıkladı, temellendirdi, berraklaştırdı.[7] Böylece süreç aydınlatılmış bulunuyor. Yeni Dünya Düzeninin gayrimeşru çocuğu «Yeni Orta Çağ”, ölümcül hastadır.

„Uzun lafın kısası«, Asya birleşmektedir ve Birleşmiş Avrupa dağılmanın eşiğindedir; sorumuzun yanıtı da buradadır.


* Bu başlık ve yazı, -özellikle Türkiye için- temmuzun 20’sine kadar geçerliydi. Suruç’ta otuz gencin canına mal olan terörist saldırı, «AB’nin Yunanistan sorunu”nu ikinci plana attı. Ancak bu yazı, ayın 19’unda yazıldığı için, temmuzun ülkemizdeki bu sonuncu gündemini kapsayamadı (21.7.2015, A.H.).

[1] Frantz Fanon, Dünyanın Lanetlileri, İzlem Yayınevi, İstanbul 1965, s. 54.

[2] Albert Einstein, «Niçin Savaş”, Savaşa Karşı Yazılar, Pencere Yayınları, İstanbul 1994, s. 79.

[3] Metnin akışını bozmamak için Çipras’ı, Syriza’yı burada ayrıca değerlendirelim. Antibatıcı ve antiemperyalist olmamakla birlikte Syriza, halkçı ve kamucu söylemleriyle Yunan halkı için bir umut haline gelmiş, orta ve alt sınıflarda heyecan yaratmış, dayatmalara karşı direnme ruhunu yaratmış ve bu sayede önemli bir kitle desteğine sahip olmuştu. Hareketin lideri Çipras, üretim ekonomisini yeniden kurmayı, Yunan parası Drahmiye yeniden dönmeyi, borçlarl ve Euro kapanından kurtulmayı savunmuş, AB’ye ve dünya para merkezlerine adeta meydan okumuştu. Ancak, halkının desteğine dayanarak kafa tutma çizgisini sürdürmek yerine, AB ve bütün olarak Batının yüklenmesi karşısında teslim oldu. «Zor” karşısında geri adım attı.

Bu «beklenmedik” (aslında «beklenen”) gelişmenin altında, safının netleşmemiş olması, dünya çapındaki ayrışmada yerini belirleyememesi, NATO’dan çıkmak gibi bir talebin gerekliliğini anlayamaması, «Batı”nın içinde olmak ve Batıda «kalmak”tan vazgeçememesi gibi zaaflar yatmaktadır.

[4] Bu gelişmeler içinde, «Avrupa’nın bir mucize” olduğuna her zaman inanan Avrupalıların Avrupamerkezciliğini farketmemek için herhalde ancak «Batıcı” veya zırcahil olunması gerekir.

[5] Amiral Cem Gürdeniz, Mavi Vatan, «Kürt Koridoru, Denize Çıkış ve Deniz Lojistiği”, Aydınlık, 12 Temmuz 2015 Pazar, s. 8.

[6] Türkiye için «tarihe tecavüz”ün bugün en önemli güncelleştirilmiş karşılığı, «Ermeni soykırımı” iddialarıdır. Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere tarafından propaganda amacıyla hazırlatılan Mavi Kitap vb. ile «tarih ana”nın rahmine düşürülen tohumlardan doğan bu günah meyvesi çocuk, her şeye rağmen bugün de yaşıyor. İngiltere’nin tarihe bu tecavüzü konusunda bilgi için bkz. «Jön Türkler, Ermeniler ve Batı – 2”, Teori, sayı 281, Haziran 2013, s. 54-72.

[7] «Asya Birleşiyor Avrupa Çözülüyor”, dagarcikturkiye.com, Haziran 2014 ve Dağarcık Türkiye 2014, İzmir Aralık 2014, s. 339-242.

Bunları da sevebilirsiniz