Soykırım Yok Dersek Hapse mi Gireceğiz?

«Ermeni Soykırımı yok” diyen hapsi boylaya­cak mı? Hikmet Kıvılcımlı ve Deniz Gezmiş de mahkum olacak mı?… «Soykırım olmadı” diyen Sırma Oran’ın (Baskın Oran’ın kızı) başına Fransa’da neler geldi?

Tam 9 Eylül günü, İzmir’in düşmandan kurtuluşunun yıldönü­münde, 9 Eylül 2014 tarihinde Yunanistan’da “Ermeni Soykırımı”nı inkar edenlere cezayı öngören yasa parlamentoda kabul edildi. Nihayet bu da oldu…

Yunanistan Parlamentosu 9 Eylül’de, Ermeni ve Pontus Rum-la­rına yönelik 20.yüzyılın başlarında Osmanlı Türkiyesi’nin gerçekleştirdiğinin iddia edildiği “soykırım”ı inkar etmenin suç sayılmasını kabul etti. Eksik domino taşları böylece 2015’a doğru yavaş yavaş tamamlanmaya başladı.

Rusya´nın Sesi Radyosu´nun haberine göre, «Yabancı düşman­lığı ile mücadele” adını taşıyan 6 maddeden oluşan belge oylamasında 54 «Evet”, 42 «Hayır” ve 3 «Çekimser” oy kullanıldı. Ermeni basını yasayı ihlal edenlerin büyük bir para cezası, hatta hapis cezasına çarptırılacaklarını bildirdi.

Öte yandan, NATO Zirvesi kapsamında Galler’de Yunanistan Başbakanı Antonis Samaras ile bir görüşme yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu şekilde bir karar alınmasının Yunan-Türk ilişkilerinin kötüleşmesine neden olabileceğini belirtmişti. Ancak Erdoğan´ın uyarısı ciddiye alınmadı. Yunanistan böylece İsviçre ve Slovakya’dan sonra “Ermeni Soykırımı”nı inkar eden­lere ceza uygulayan üçüncü ülke oldu.

Anadolu Ajansı (AA), Yunanistan´ Parlamentosunda kabul edi­len yasayı “Irkçılığa Karşı Mücadele Yasası” olarak abonelerine duyurdu.

Haber metninde “Ermeni Soykırımı”nı inkar edenlere ceza verile­ceğini neredeyse saklamaya çalışan AA, söz konusu yasayı “aralarında savaş suçlarını, soykırımları ve Nazi cinayetlerini kötü niyetle küçümseyen ve inkar edenlere para ve hapis cezası öngören maddenin de yer aldığı ilk üç madde oy çoğunluğuyla kabul edildi.” cümleleri ile haberleştirdi.

Uluslararası mahkemeler ve Yunan Parlamentosu´nun kara­rıyla tanınan soykırımları, savaş suçlarını, insanlığa karşı işlenen suçları ve Nazi cinayetlerini kasıtlı olarak ve şiddet suçuna sebebi­yet verecek şekilde küçümseyen, aşağılayan ve inkar edenlere 3-6 ay hapis ve 5-20 bin avro ceza verileceğini de belirten AA, haberin sonunda ise “Yunan Parlamentosu 1994´te Pontuslu Rum, 1996 yılında Ermeni, 1998 yılında da Küçük Asya Helenizmi iddiala­rını “soykırım” olarak tanımıştı.” cümlesine yer verdi.

Yukardaki haberi Odatv.com’dan anında okuduk…

Bu inanılmaz düşmanlık tavrına karşı biraz düşünelim?…

Daha düne kadar PKK’yı Yunanistan resmen destekliyordu. PKK lideri, Kenya’da Yunan Büyükelçilği’nden teslim alınmamış mıydı?… Apo’nun o büyükelçilik çatısı altındaki koruması Yunan Albayı ve gizli servis elemanı Savas Kalenderidis değil miydi?… Bu skandal sebebiyle Yunan kabinesinde istifalar olmamış mıydı?… Örneğin PKK hamisi Pangalos’un istifası…

19 Mayıs Pontus Soykırımı…

13 Eylül İzmir Soykırımı…

1915 Ermeni Soykırımı…

Kürt Soykırımı…

Bütün bu iddiaları ileri süren, kışkırtan, bu konularda parlamen­tolarında karar çıkartan, hatta Güney Kıbrıs parlamentola­rından da aynı yönde kararlar çıkartan Yunanistan’ın derdi nedir?

Şimdi Ermeni soykırımını inkar edersek Yunanistan’da suç işle­miş oluyoruz.

Böyle dost, Türk-Ermeni barışını torpillemeye her zaman hazır­dır!

Biz de, şimdi şöyle söyleyelim…

İnkar etmiyoruz…

Ret ediyoruz!…

Napıcaksın şimdi Palikarya kardeş?

Hele hele Hikmet Kıvılcımlı ve Deniz Gezmiş sağ olsalardı, on­ları da tutuklayıp mahkum mu edecektin Palikarya kardeş?

Çünkü her ikisi de Ermeni sorunu konusunda sizlerin hiç işine gelmeyecek şeyler söylemişlerdi.

Okuyalım:

HİKMET KIVILCIMLI VE

DENİZ GEZMİŞ NE DÜŞÜNDÜ­LER?

«24 Nisan Ermeni Soykırımını Anma Platformu” üyesi yak-la­şık bin kişi 24 Nisan´da, Taksim Meydanı girişinde 1915 olayla­rında hayatını kaybedenler için anma etkinliği gerçekleştirdi. Sos-yalist Halkın Kurtuluş Partisi üyesi bir grup da, Ermeni soykırı­mının yalan olduğunu söyleyerek, karşı eylem yapmıştı. Grup, “Ermeni katliamı yalanı emperyalizm yalanı”, “Soykırım yalanı ABD yalanı”, “Kahrolsun Emperyalizm” şeklinde sloganlar atar-ken, Deniz Gezmiş’in, Hikmet Kıvılcımlı’nın ve Mustafa Suphi’nin Ermeni meselesi üzerine sözlerinin yazılı olduğu döviz­leri taşıdı.

İşte o dövizler:

«Türkiye Proleteryası işçilerini ve çiftçisini emleketimize mu­sallat olan Yunanlılar ve Taşnaklar (Ermeni çetecileri) elin­den kurtaracağız… Mustafa Suphi”

«Türkiye’nin Birinci Demokratik Devrimi, bir sömürgeleş­tirme baskısına karşı İngiliz – Fransız – Amerikan Emperyalizmi­nin maşası Yunan ve Ermeni istilasına karşı bir Kurtuluş Savaşı oldu… Hikmet Kıvılcımlı”

«Doğu Anadolu’da Ermenilerin bağımsız bir Ermenistan için Amerika’dan destek alarak çıkardıkları iç isyan… Deniz Gezmiş”

Halkın Kurtuluş Partisi’nin taşıdığı dövizler bunlardı ve ger­çek metinlerden kaynaklanıyordu.

DOĞU SORUNU”NU NASIL ANLATTI?

Halkın Kurtuluş Partisi Türkiye Sosyalist hareketin önemli ismi Doktor Hikmet Kıvılcımlı´nın takipçileri tarafından kuruldu. Hikmet Kıvılcımlı çeşitli eserlerinde Ermeni meselesini ele alı­yordu. «İhtiyat Kuvvet: Milliyet (Şark)” adlı kitabında Ermeni meşelesini de ele alan «Doğu Sorunu”nu şöyle anlatıyor:

«Osmanlı İmparatorluğu’nda, Çarlık Rusyası ile İngiliz Em-perya­lizmi arasında, Orta Asya pazarları üstünde başlayan reka-bete kilit ve anahtar noktası, bugünkü Doğu İllerinde, bir Erme­nistan hükümeti veya muhtariyeti [özerkliği] kurup kurma­mak sorunuydu. Bu soruna bir zamanlar «Doğu Sorunu” deni­yordu. Osmanlı İmparatorluğu, derebeyi saltanatı biçimini koru­duğu sürece, Doğu İllerinde iki zümre vardı:

1- Kürtlük: Daha çok derebeylik, klan ve aşiret sistemleri içinde, dağınık, siyaset dışı bir kalabalık şeklinde idi.

2- Ermenilik: Genellikle burjuvalaşan ve İstanbul, Trabzon gibi önemli ticaret merkezlerindeki kodaman kapitalist ırkdaşla­rıyla sıkı sıkıya bağlı, İngiliz metalarını İran yaylasından İç Asya’ya taşımakla görevli bir küçük burjuva çoğunluğu üze­rinde kurulmuş bezirgânlık sistemi demekti.

Emperyalist çelişkilerin dış kışkırtmaları yüzünden biraz daha şiddetle alevlenen Kürt-Ermeni karşıtlığı, bu iki zümre insanın arasındaki din, dil vb. farklarından çok, adeta bu rejim farkından doğma bir Derebeyi-Burjuva karşıtlığı oldu. İki kutup, Osmanlı Avrupası’nda geniş ölçekte rol oynayan: Müslüman-Hıristiyan (Derebeyi-Burjuva) çelişkisi, daha çok tarihsel ve yerel şartlar yüzün­den Doğu İllerinde, Balkanlar’dakinin aksine, ikincilerin mağlubiyeti ile halloldu.”

Meşrutiyet Burjuvazisi, ‘Doğu Sorunu’nun tedhişi (korkusu-yıl­dırması) altında, ilk ve büyük tehlike olarak gördüğü Ermeni­liğe çullandı. Zaten, Osmanlı saltanatında kalmış uluslar içinde -Balkanlar bir tarafa bırakılırsa- siyasi bilince ve örgüte kavuşmuş en keskin metalipli [talepler ileri süren] yığın Ermenilerdi. Meşruti­yet Burjuvazisi, birçok alanda olduğu gibi, Ermeni Milliyetçili­ğine karşı da derebeylikle el ele verdi. El ele verdiği derebeylik, öteden beri iki ayrı rejim karşıtlığıyla Ermeniliğe karşı tutuşan Kürt derebeyliğiydi. İttihat ve Terakki devlet ci­hazı, illegal bir kararla başa geçti; Kürt derebeyleri milisçil örgüt­ler halinde silahlandırıldı. Kürtlükle Türklük, Ermenileri, dünyada nadir görülmüş sinsi bir vahşet içinde katliama uğrattı. Fakat bu katliamdan, Türk Meşrutiyet Burjuvazisi kadar ve belki ondan çok daha fazlasıyla yararlananlar, Kürt derebeyleri oldu. Ve Kürdistan’da derebeylik biraz daha rakipsiz, çapul ettiği Ermeni mallarıyla, biraz daha şişman oldu.”

Yine aynı eserde Kıvılcımlı, Sovyetler Birliği´nin Türki­ye´nin başına bela olabilecek bir Ermeni meselesini çözme yo­lunda olduğunu şöyle ifade ediyordu: «Sovyet Devrimi, Ermeni­lik sorununu da fiilen çözmüş durumdadır. Bir defa sayıca Ermenile­rin dörtte üçünden fazlası (%77,9) Ermenistan Sovyet Cumhuriyetine girmiştir. Böylece dünyada biricik işçi ve köylü devleti, Ermenilerin yurt sorununu kökünden çözmüş bulunu­yor. Fakat Cumhuriyet burjuvazisinin Sovyet devrimine yalnız bu sorunda borçlu olduğu huzur, bundan ibaret değildir. Sovyet­ler devrimi, emperyalizmi sevindiren, komünizme ve Türkiye´nin başına bela olabilecek bir Ermeni sorununu tama­men tasfiye etme yolunda bulunuyor.”

Gençlik yıllarında yazdığı eserlerinde konuyu bu şekilde ele alan Kıvılcımlı´nın, daha sonraki yıllarda yazdığı «Oportünizm Nedir?”, «Halk Savaşının Planları” ve «Devrim Zorlaması, Demok-ra­tik Zortlama” adlı üçlü kitabına yansıyan görüşleri şöyle:
«En sonunda, Türkiye’nin Birinci Demokratik Devrimi (Milli Müca­dele) açıktan açığa sırf birsömürgeleştirme baskısına karşı İngiliz-Fransız-Amerikan Emperyalizminin maşası Yunan ve Er­meni istilasına karşı bir Kurtuluş Savaşı oldu.”, diyor, Kıvılcımlı Usta. ( s. 363)

DENİZ GEZMİŞ NE DÜŞÜNÜYORDU?…

Partinin eğitimlerinde Deniz Gezmiş´e verdiği referanslar THKO Davası´nda yapılan savunmaya dayanıyor. THKO Dava­sı´nda yapılan savunmada konuyla ilgili kısımlar şöyle:

«Emperyalist devletler, Osmanlı Devleti ile ilişkilerinde aracı ola­rak daima Rum ve Ermenileri kullanmışlardır.

Ankara Hükümetini, ilk görüşmelerin 1919’da başladığı, Sov-yet­ler Birliği tanıdı. 1917’de Çarlığın devrilmesinden sonra kuru-lan Sov­yet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği Çarlığın saldırgan, emperyalist politikasına ve Birinci Emperyalist Dünya Savaşı’na karşı çıkı­yordu. Devrim Hükümeti, doğu sınırlarımızdaki askerle­rini çek­miş ve Anadolu’daki mücadeleye yardım etmek için her türlü ça­bayı göstermiştir.

«1919 Haziran’ında Albay Budyenni başkanlığında bir Sovyet Heyeti, Havza’da Mustafa Kemal ile buluşarak, genel durumu görüştü. Bu buluşmada Budyenni emperyalizme ve onun emrin­deki Ermeni ve Pontus teşkilatlarına karşı olduklarını bildirerek, Kurtuluş Savaşı’mızı destekleyeceklerine, gerekli silah ve parayı vereceklerine dair teminat verdi. Mustafa Kemal, emperyalist ülke­ler, Ermeni ve Pontus meselesinde Sovyetler’le aynı fikirde oldu­ğunu beyan ediyordu. Bu olumlu ilişkiler, savaş süresince ve daha sonra da devam etmiştir. Ankara Hükümeti ile ilk uluslararası antlaşmayı yine Sovyetler Birliği yaptı. Bu antlaşma ilk olması ve mahiyeti bakımından önemlidir.” (THKO Davası, s. 411-412)
«Kurtuluş Savaşı’mızda, emperyalizmle mücadele eden güçler, değişik taktikler kullanmışlardır. Mücadele, dış düşman ve onun emrindeki hükümetin çıkardığı iç isyanlara karşı yürütülmüştür.

«1. İstanbul’da İngilizlere karşı, Karakol ve Müdafaa-i Milliye öncülü­ğündeki, şehir gerillasının ağırlık kazandığı mücadele yürü-tül­müştür. Diğer taraftan, görevleri, Anadolu’ya malzeme, dona-tım ve adam kaçırmak olmuştur. Bu örgütler, sivil güçlerin de bulunmasına rağmen, subayların ağırlık kazandığı teşkilatlardır.

«2. Ege Bölgesi’nde Yunanlılara karşı yürütülen mücadele, önceleri dağınık bölgesel çete savaşı, sonra örgütlü çete savaşı ve sonunda nizami ordu savaşı şeklinde yürütülmüştür. Zaferi tayin eden müca­delenin ağırlığını nizami ordu mücadelesi teşkil etmiş-tir.

«3. Güneyde Fransız saldırganlara karşı, Antep, Maraş, Urfa, bölgele­rinin yerli halkı, çete savaşına başlamış, daha sonra belirli oranda subay kadrosu katılmasına rağmen, esas başarı yerli halkın kendi çabasıdır.

«4. Karadeniz Bölgesi’nde, Rum Pontosçuları Amerikan yardı­mıyla ayaklanmış ve ayaklanma, sivil çetelerin ve ordunun mücadele­siyle bastırılmıştır.

«5. Doğu Anadolu’da, Ermenilerin bağımsız bir Ermenistan için Amerika’dan destek alarak çıkardıkları iç isyan, sivil halk ve ordu tarafından bastırılmıştır.

«6. Padişahın emriyle, Anadolu’da Ulusal Mukavemeti kır­mak ve güçleri bölmek için başlatılan isyanlar, Kuvayı Seyyare tarafından bastırılmıştır.

«Bu arada, Karadeniz ve Doğu Anadolu Bölgelerinde çıkan iç is­yan­lardaki Amerikan etkisini belirtmek gerekir.

«1919 yılı başlarında ABD Dışişleri Bakanlığı, Senato Komis­yonu Başkanlığı ve Harbord Heyeti’nin Türkiye hakkındaki gö­rüşü şuydu;

«1. Boğazlar’da milletlerarası statüye bağlı bir devlet,

«2. Doğu Anadolu’da bir Ermenistan Devleti,

«3. Orta Anadolu’da Türkiye Devleti kurulacak ve bu üç dev­let de büyük bir devletin himayesi altında bulunacaktır.

«Burada bahsedilen büyük devlet bizzat kendisidir.

Emellerini gerçekleştirmek için ABD ciddi çalışmalara girmiş, yö­neticileri satın almaya, gazeteci, subay, diplomat ve danışmanlar göndermiş­tir. Türkiye’deki Amerikan kolejlerini cephane depoları haline getirmiş ve gönderdiği 14 bin misyoner, 50 bin 9 yüz misyo­ner yardımcısı ve 286 yabancı misyon elemanı ile yurdumuzu kendi sömürgesi yapmak için bütün gücü ile çalışmıştır.” (agy, s. 415-416) (Odatv.com – 27.4.2014)

SIRMA ORAN OLAYI

Bu görüşlerinden dolayı Dr.Hikmet Kıvılcımlı ve Deniz Gez­miş, eğer Avrupa’da yaşasalardı, mutlaka taciz edilirler ve hatta mahkum olurlardı.

Bu çerçeve içinde Baskın Oran’ın kızının başına gelenler ibret ve­ricidir.

Batı’da Ermeni konusunda, Türkleri o kadar suçlayıcı – aşağıla­yıcı yaygın bir kanaat ve eylem var ki, insanın bazen isyan edesi geliyor.

İşte Sırma Oran Olayı…

Ermeni Sorunu’nda daima Ermeni Soykırımı olmuştur diyen ve konuda uzun ve çileli bir mücadeleyi sırtlayan dostumuz Bas­kın Oran’ın kızı Sırma Oran, «Ermenidiasporası, Türk doğdunuz diye sizi mahkum ediyor” diye avazı çıktığı kadar isyan ediyor. Baba başka şey söylüyor, kızı ise bambaşka…

Odatv’nin 26 Ocak 2013 tarihli haberini hayretle okuyalım.

Fransa’da Ermeni diasporasının hedefi olan Sırma Oran, bu kez kendisine Ermeni Soykırımı konusunda «inkarcı” diyen France-Armenie dergisinin yöneticisi Laurent Leylekyan’ı mahke­meye verdi. İlk duruşma sert geçerken Oran, «Ermeni diasporası sadece Türk olarak doğduğunuz için sizi mahkum ediyor” dedi.

Hürriyet’ten Arzu Çakır Morın’ın haberine göre; Prof. Baskın Oran’ın kızı olan ve Fransız vatandaşlığı da bulunan Sırma Oran, 2008 yılında Fransa’da yapılan yerel seçimler öncesinde Lyon-Villeur­bane Belediye Başkanı Jean Paul Bret’in, kendisini seçim listesine almak için «Ermeni soykırımını tanımayı” şart koşması üzerine ayrımcılık davası açmış ancak kaybetmişti. Oran, şimdi de kendisine «inkarcı” diyen ve ağır hakaretler savurarak hedef göste­ren yazısı nedeniyle France-Armenie dergisinin yöneticisi Laurent Leylekyan aleyhinde hakaret davası açtı.

Davanın Paris Adliyesi’nde görülen ve altı saat süren önceki günkü duruşmasında hararetli tartışmalar yaşandı. 28 Şubat’ta karar duruşması yapılacak davanın son celsesinden bazı ifadeler şöyle:

Sırma Oran: «Fransa’da Türk olmak çok zor. Ermeni diaspo­rası sadece Türk olarak doğduğunuz için sizi mahkum ediyor. ‘Türkse inkarcıdır, inkarcıysa insan değildir’ mantığı ile hepimize saldırıyorlar. Leylekyan daha önce babamı da hedef almıştı.”

Mahkeme Başkanı: «Sayın Leylekyan, siz neye dayanarak Sırma Oran hakkında bu kadar ağır cümleler kurdunuz? Türk devletinin inkarı, Sırma Oran’ı da suçlama hakkını size verir mi?”

Laurent Leylekyan: «Oran’ın inkarcı olduğuna kesinlikle inanıyo­rum. 2006’da Lyon’da düzenlenen inkarcı gösteriye katıl­ması da bunun ispatı.”

Mahkeme Başkanı: «Oran oraya soykırımı tartışmak için de­ğil, yeni dikilen anıtta ‘Jön Türk’ ifadesi kullanılmasını protesto etmek için gidiyor. Ve iki tarafın da aşırılarının gösteriyi getirdiği hali onaylamadığını belirtip oradan erken ayrıldığını söylüyor. Siz niye Oran’ın yer almadığı bu fotoğrafları bize sunuyorsunuz?”

Fransız tarihçi Maxime Gauin (Oran’ın tanığı): «Bunlar beni de Nazilere benzettiler. Ama ağızlarının payını aldılar.”

Laurent Leylekyan: «Ben bu insanlarla, soykırımı tanımayan­larla konuşmam.”

LEYLEKYAN’IN TANIKLARI

Fransız Loire milletvekili François Rochebloine, Ermeni tezle­rini savunan ‘eski doktor, yeni tarihçi’ Yves Thernon ve Ermeni Kültür Derneği yöneticisi Hilda Çoboyan ise Leylekyan lehinde tanıklık yaptı.

DİYALOG İSTEMİYORLAR

Duruşmayı Hürriyet’e değerlendiren Sırma Oran, «Karşınızda sizinle konuşmak istemeyen, diyalog kurmak istemeyen insanlar var. Bizi hayvanlardan ayıran şey konuşmak, diyalog kurmak. Eğer yasalar herkesi korumazsa nereye varacağız. Söz biterse, sözün bittiği yerde nereye varacağız dedi.

KOLEJ ÖĞRENCİSİ İNKAR ETTİ, CEZA ALDI

Bir garip olay daha…

Fransa’nın Roubaix kentinde bulunan Sainte Anne Koleji’nde okuyan İbrahim Kutlu, ders kitabında geçen sözde Ermeni soykı­rımı iddiasını kabul etmediğini söyleyip, bir arkadaşı ile tartışınca uzaklaştırma cezası aldı.

Tarih dersinde, ders kitabında bulunan Ermeni soykırımı yala­nına tepki gösterdiğini söyleyen 14 yaşındaki İbrahim Kutlu, öğretme­nine kitaptaki bilgiyi kabul etmediğini söylediğini belirte­rek, «Ben öğretmenime böyle bir şeyin olmadığını, bunu kabul etmediğimi söyledim. Bunun üzerine sınıfta bir başka öğrenci arkada­şım bana ‘soykırım olduğunda sen daha dünyada bile yok­tun nereden biliyor­sun’ dedi, ben de onunla tartışınca sınıftan atıl-dım” dedi.

Bundan 2 yıl önce Fransa’da kolejlere dağıtılan Taşnak ve Dev­rimci Ermeni Federasyonu konularını içeren tarih kitapları tar­tışma yaratmaya devam ediyor. Çocuklara soykırım yalanını kitap­larla empoze etmeye çalıştıklarını söyleyen İbrahim Kutlu’nun babası Savaş Kutlu, «Tarihçilerin bile anlaşamadığı bu konu çocuklara soykırım olarak öğretiliyor. Fransa’daki Türk dernek­lerinin acilen konuya el atmaları gerekiyor” dedi.

Okul yönetimi ise Kutlu ailesine konu ile ilgili olarak ihtar­name mektubu gönderdi. Mektupta: «Kolejimiz son sınıf öğrencisi oğlu­nuz İbrahim’i 9/12/2013 günü tarih- coğrafya dersindeki saldır­gan hareketinden ötürü 2.kez uyarıyorum. Öğretmenin de-ğin­diği ‘Er­meni Soykırımı’na son derece tepki göstermiştir. Okulu-muzda siyasetin ve milliyetçiliğin yeri bulunmamaktadır. Oğlu-nuzun bu tür davranışlarda tekrar bulunması halinde, kendi-si­nin okulu­muzda kalıp kalabilmesi konusunda disiplin ku­rulu karar verecek­tir” denildi.

SOYKIRIM TİCARETİ

Gelelim bir başka garip olaya…

Milliyet’ten Melih Aşık’ın 25.12.2012 tarihli «Soykırım Tica­reti” yazısını okuyoruz:

Danimarka Kraliyet Kütüphanesi’nde geçen ay «Ermeni Soy-kı­rımı” sergisi açılmıştı. Türk Büyükelçiliği bu girişime tepki gös-terince Kütüphane Müdürlüğü, Türkiye’ye «Alternatif Sergi” aç-ması teklifinde bulunmuştu. Bunun üzerine ABD’de yaşayan Taner Akçam, kütüphaneye yönelik bir bildiri kaleme aldı. Türk devletinin alternatif sergi açmasına izin verilmemesini isteyen bildiri, Danimarka’nın günlük gazetelerinden Birlingske Tiden’de yayınlandı. Bildirinin altına şu 37 isim de «Aydın” sıfatıyla imza attı:

«Fikret Adanır, Taner Akçam, Ayhan Aktar, Cengiz Aktar, Cen­giz Algan, Ahmet Altan, Maya Arakon, Oya Baydar, Yavuz Baydar, Osman Baydemir, Murat Belge,Halil Berktay, İsmail Beşikçi, Hamit Bozaslan, İpek Çalışlar, Oral Çalışlar, AydınEn­gin, Fatma Müge Göcek, Nilüfer Göle, İştar Gözaydın, Gencay Gürsoy, Ayşe Hür,Prof.Ahmet İnsel, Prof. Ayşe Kadıoğlu, Gül­ten Kaya, Ümit Kıvanç, Ömer Laçiner, Roni Margulies, Baskın Oran, Cem Özdemir, Esra Mungan, Sırrı Sakık, Betül Tanbay, Zeynep Tanbay, Turgut Tarhanlı, Ufuk Uras, Şanar Yurdata­pan…”

Niteliği belli bu aydınlara karşılık birkaç gerçek aydın da Kopen­hag Kütüphanesi’ne teşekkür etmiş, «Türkiye de kendi tezle­rini ortaya koysun, kamuoyu özgürce oluşsun” mesajını yolla­mışlar. Demokrat Adam, ülkesinin sesini kesmeye, halkının ifade özgürlüğüne engel olmaya çalışır mı?

Melih Aşık bu soruyla yazısını bağlamış…

Biz de bu listedeki isimleri yan yana okuyunca, topunun bir­den Türk – Ermeni barışına tek gram faydaları olamayacağını söylüyo­ruz. Çünkü bu aydınlar, Ermeni tarafındalar, hem de en şoven Ermeni milliyetçilerinin bulunduğu safta, üstelik içlerinde Kürt milliyetçileri ve PKK siyasetçileri de var.

Oysa barışçı aydın, arabulucudur aynı zamanda…

Arabulucunun keskin taraf olduğu bir sürecin barışla sonuçlan­dığı ne zaman görülmüş ki?…

Bunları da sevebilirsiniz