Özgürlük Üzerine Düşüncelerle Hasan Ali Yücel

SSCB´nin çökmesinden sonra, ideolojik iklimin tek yanlı rüzgarlarının estirdiği fırtına sonucunda özgürlük kavramı liberalizmin anlam dünyası dışında yeterli ölçüde ele alınamamıştır. Bu dönem boyunca, Atatürk, Lenin, Rousseau, Robespierre, Cromwell, Stalin, Mao, Çavuşesku, Tito gibi devrimcilerin özgürlük karşıtlığının; Churchill, Roosevelt, Tatcher gibilerinse özgürlük şampiyonu olduğu işlendi. Türkiye´de de Kemalizm´in hemen her temsilcisi faşistlikle suçlanırken, Kemalizm´e karşı modernite öncesi kimliklerin toplumsal rolüne sıkı sıkıya sarılan ve liberal ekonomi politikalarını savunan tiplerin özgürlükçü oldukları iddia edildi. Niyazi Berkes, Doğan Avcıoğlu gibi devrimci aydınlara karşı İdris Küçükömer gibi «ileri” maskesi gericiler, Cemil Meriç gibi «entelektüel” maskeli softalar alkışlandı. Yine bu dönem boyunca Hasan Ali Yücel gibi eğitimin öncüleri faşizmin kitle propagandistleri olarak sunuldu. Türkiye halkını bilinçlendirme, bilgilendirme ve üretici gücünü arttırma hedeflerini gerçekleştirmeye dönük önemli kurumsal atakların önderi Hasan Ali Yücel´in, hukukun yurt ve dünya çapında önde gelen temsilcisi Mahmut Esat Bozkurt´un tarihsel rolleri o derece karartıldı ki sistem karşıtı olduğu kategorik olarak kabul edilen «solcular” bile Türk devriminin bu cesur kişiliklerine karşı seferber edildiler.

Bu yazımızda Hasan Ali Yücel´in düşüncelerinden bazı tatlar sunmaya çalışacağız. Hasan Ali Yücel´i dinleyelim:

«Asırlardır maddi ve manevi baskılar altında ezilmiş, fakat artık zincirlerinden silkinmiş topluluğumuz, erdiği hürriyetin zevkine varmak, şuuruna ermek yolundadır; çünkü hürriyet, erişilmesi en güç bir düşünüş ve yaşayışın tarzıdır. Zevki tadılır, fakat kolay kolay şuuruna varılmaz. Onu çok kere hepimiz için ister görünürken hakikatte yalnız kendimiz için istemiş oluruz. Beraberce elde ettiğimiz zaman yalnız kendimizde kalmasına çalışırız. Buna muvaffak olunca da dünkü hürriyet aşıkı biz, bugün bir despot haline geliriz. Kalabalık bir topluluktan bir despot, varsa o tolulukta hür insan tek demektir. Despotun istibdadı ne kadar sertse ondan gayrılarının hürriyet duygusu o kadar zayıftır. Fakat tarih gösterir ki, hürriyetin anası böyle bir istibdat cadısıdır. O güzel, levent, faziletli kız böyle korkunç, çirkin, merhametsiz bir anadan doğmuştur. İnsanlık, hürmüş de sonradan esir olmuşa pek benzemez. Daha çok, esirlikten hürriyete doğru yürümüş gibidir.” (Hasan Ali Yücel, Hürriyete Doğru, Ankara: İnkılap Kitabevi, 1955, s. 6)

Görüldüğü gibi Yücel, siyasal yozlaşmanın gayet farkında, adeta sürekli bir özgürlük savaşını öğütlüyor. Bunun da ötesinde, dönemin özgürlükçüleri arasındaki hakim olan «toplum sözleşmeci” anlayışın ve «doğal durumun özgür olduğu” tezin dışında yer alıyor. Özgürlüğün geçmişte bir tarihte yaşanmış hayali veya gerçek bir saadet toplumunda yaşayıp sonradan zapt edilmesi düşüncesinin aksine Yücel, bilimin ve tarihin sonuçlarıyla uyumlu olarak, özgürlüğün kuvvet yoluyla, zor yoluyla inşa edildiğini düşünüyor.

Özgürlük salt siyasal özgürlük çerçevesinde değil, aynı zamanda bir kişilik özelliği, bir tür erdem bağlamında da beliriyor Yücel´in anlatımında:

«Doğrudan doğruya hakikati ve hayrı kendi ruhuna amaç bilmeyen, belki kurnaz bir adam olabilir. Fakat hiçbir zaman akıllı sayılamaz ve hür olamaz. Akliyle kendi varlığındaki noksanları görmedikçe, iradesiyle onları düzeltmek kudretini göstermedikçe insanda hürriyet, bir gösterişten, kuru bir sözden ibaret kalır. Netekim çok kere böyle olmuştur. İçkinin yasak olmadığı bir memlekette, içmeden duramıyan bir ayyaşa nasıl hür diyebiliriz? O, en kaba manasiyle alkolün esiridir. Milyonlarından milyonda birini bir hayır işine veremiyen cimri, mülkiyet hürriyetine rağmen servetinin uşağı, parasının kölesi değil midir? İnsanın kendi içinde varolması lazım gelen hürriyeti bulması yolunda kanunlar bile kudretsiz kalmıyor mu? Şu takdirde kanunlara dahi hüküm geçirmede yardımcı, ferdin kendi varlığında duyacağı hürriyettir.” (Aynı eser, s. 17-18)

Yasalara ve cisimleşen özgürlük kavramına pozitivist bir çerçevede bakışın olmadığını bu satırlarda görüyoruz. Yücel, çok daha esaslı bir özgürlük anlayışını savunuyor. İnsancıl amaçlar etrafında vakfolunmuş bütün bir hayatın, iradenin özgürlük kavramına uygunluğunu ortaya koyuyor, bu böyle olmadıkça da özgürlüğün eksik olacağını belirtmiş oluyor. İnsan adeta tüm yetileriyle özgürlüğe yönelebilen bir varlık olarak düşünülüyor bu satırlarda. Yücel´in anlatımında satır aralarını da kuşatarak, bireye dışarıdan etkiyen siyasal, toplumsal, ekonomik etkilerin dolayımıyla da olsa «kişisel” hazların kölesi olmayı da akılla bağdaştıramamasıyla özgürlüğü insancıl amaçlar için aklın yönetimine boyun eğme olarak okuyabiliriz. Bu son çıkarım, özgürlüğün gerekli bir koşulu olarak, Yücel´in ağzından şu şekilde formüle ediliyor:

«Tek tek her insan, meydandan ve sokaktan önce kendi vicdanında «Hürriyet”i ilan etmeli. İhtiraslarının, hınçlarının, maddi arzularının esiri kaldıkça «hür” olamıyacağını iyi anlamalı. Balçıktan yapılmış bu ölümlü varlığın içinden çakılları, molozları alıp temiz ve saf olmaya bakmalı. Ne kendisi, etrafında kendine uyruk olabilecekleri aramalı, ne de başkalarına kuyruk olmaya tenezzül etmeli. Ancak o zaman hür, cesur ve bahtiyar olabiliriz.” (Aynı eser, s. 20)

Bu son satırlarda hukuki, siyasal ve ekonomik önlemlerin alındığı bir ortamda daha esaslı bir özgürlüğün gerekli koşullarını belirtiyor olmanın izleri görülüyor. Belki de toplumsal mücadeleye vurgunun eksikliğinin nedeni bu izlerde saklıdır. Toplumsal alandaki özgürlük mücadelesinin birey çerçevesinde nefisle (toplumun dayattığı ve toplumsal yaşamın koşullandırdığı zevklerin ve anlayışların kölesi olma eğilimine karşı) mücadeleyi de içine aldığı görülememiş, aksine bireysel olanla toplumsal olan kalın çizgilerle ayrılmış gibi duruyor.

Peki, Yücel´in bu denli yoğun bir şekilde bireye, felsefeye, eğitime eğilmesinin nedeni nedir? Bunun yanıtını, bu başlıkların önemini her geçen gün yoğun bir şekilde hissediyoruz gündelik hayatımızda. Bu yoğun hissin erken anlatımlarından biri de Yücel´e ait:

«Demokrasi, fikir ve kanaat, yani şahsiyet sahiblerinin rejimidir. Okullarda ve okul dışında verilecek demokratik eğitimin hürriyet istemesi bundandır. Çünkü hürriyet olmıyan yerde şahsiyet gelişemez. Benlikler serbestçe çiçeğini verip boy atamaz… Şahsiyet, bir nevi ruh kalıblanması olduğuna göre şahsiyet sahibleri de biraz katıca olan insanlardır. Onlar, her girdiği kabın şeklini alan sıvık maddelere benzemezler. Tesadüf ettiğiniz zaman, biraz sertçe bir ruh dokumasına dokunduğunuzu hissedersiniz. Çare yok buna tahammül edilecektir. Bu tipler bir bakıma, biraz sevimlidirler de… Fakat özlü insan istiyorsanız onların bu hallerini hoş göreceksiniz. Bir insandan hem şahsiyet sahibi olmak, hem de arzularınıza kolayca uyacak bir sululuk istemek yanyana gelebilen imkanlardan değildir. Onların sert ve katı taraflarına dayanacaksınız.” (Aynı eser, s. 287).

Bu satırlar İstanbul Barosu seçimlerinin kazananı Ümit Kocasakal´ı, İlber Ortaylı ve Celal Şengör gibi aydınları, İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek gibi çelik iradeli devrimcileri ne de güzel betimliyor. Bir de mavi boncuk dağıtan, sıvık maddelere benzeyenler var. Onlarla demokrasi, onlarla muhalefet mi? Allah korusun!

Bunları da sevebilirsiniz