Ortadoğu’nun Makus Talihi

Yüreğinde küçük bir kırıntıda olsa merhamet ve vicdan taşıyan herkesin yaşamaktan, nefes almaktan utandığı zamanlar olmuştur. Sınırlarımızın çok yakınında olanlara baktığımızda utanılacak yeni bir zaman diliminin daha yaşanmakta olduğunu görürüz. Üstelik bunu yapanlar, yaptıklarını din veya başka bir kisve altında kılıflayarak, bu yaptıklarını kendilerinde hak görerek gerçekleştirmektedirler. Fakat bizim yapabildiğimiz tek şey ise televizyondan bunları izlemek veya gazetede ve internette olanları okuyup hayatımıza devam etmektir. İşte bu sessizlik ve çaresizlik içinde yapabildiğimiz ise sessizce utanmaktır.

Ortadoğu coğrafyasının aslında isimleri farklı olarak çeşitli terör örgütlerine ev sahipliği yapıyor görünse de aslında hepsinin aynı hastalıklı zihniyetin ürünü olan tek bir çatıya sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz. El kaide, El nusra, boko haram ve en sonda yaptıkları vahşetle gündeme gelen İŞİD(Irak ve Şam İslam Devleti) terör örgütü.

Çok kültürlü ve mezhepli yapısı ve sanki lanetlenmek için verilmiş zengin enerji kaynakları ile Ortadoğu her zaman büyük güçlerin hedefinde ve odağında olmuştur. Bu nedenle içerisindeki bu maddi ve manevi kültürlülük bu coğrafya için avantajdan dezavantaja dönüşmüştür. Batı için Ortadoğu geri kalmışlığın ve sömürülmesi gereken bir toprak parçası olarak görülürken bu coğrafyadakiler için ise batı, medeniyetin beşiği olarak görülmüş ve bir gün kendi topraklarında da batıda ki bu medeniyetin ve demokrasinin geleceğinin tahayyülü içinde olmuşlardır. Arap baharı ile bu tahayyülü gerçekleştirme fırsatının kıvılcımları atılmıştı ve umut edilmişti. Oysa zamanla yaşananlar bunun böyle olmayacağını, hem Ortadoğu halkına hem de bütün dünyaya göstermiş oldu.

2003 yılında Irak’ta yaşanan işgalde de benzer şeyleri umut edenler oldu. Nadje Sadig Al-Ali’nin Iraklı Kadınların Anlatılmayan Öyküsü kitabında ‘da bahsettiği gibi ”Konuştuğum Kürt kadınları, işgale karşı genelde daha olumlulardı ve işgali özgürleşme olarak gördükleri için destekliyorlardı. Birçok kadın, Beyaz Saray’ın söylemine inanmasa da ABD önderliğindeki işgalin Saddam Hüseyin’den kurtulmanın tek yolu olduğunu düşünüyordu.”(1) Fakat sonrasına baktığımız da durumun tam bir fiyaskoyla sonuçlandığını ve günümüzdeki halini gördüğümüzde de kan ve cesetten oluşan bir bataklığa dönüştüğüne tanık olmaktayız.

Aslında batının tek amacı Ortadoğu’ya demokrasi (!) getirmekti. Önceleri komünizme karşı demokrasiyi getirmek için ılımlı islam araç olarak kullanıldı, daha sonraları, bu ılımlı islamın radikale dönüşme ihtimali göz ardı edildi veya komünizmi kökünden yok etmek için göz yummak durumunda kalındı. Oysa fark edilmeden frankeştayn yaratılmıştı ve artık bu canavar sürüsü kontrolden çıkmıştı. Buda ucuza mal olmamıştı. Başta ikiz kuleler olmak üzere ciddi saldırılara neden olmuştu.

«Irak’ta işgal sonrası siyasi tablo giderek bir mezhep savaşları çerçevesine oturdu. Bu tablonun geri planında bölgesel güç savaşları da vardı, çöken bir sistem ve savrulan bir toplumun içine girdiği muazzam çözülmenin sonuçları da. Sonrasında, Suriye rejimine karşı girişilen savaş Irak’taki dengeleri de etkiledi. Baştan batı dünyasının ve bölgedeki müttefiklerinin de desteklediği muhalefet bir yandan düpedüz bir Sünni ittifakı haline geldi, diğer yandan yerli yabancı radikal İslamcı grupların denetimine girdi. Hesaplar karıştı, dahası baştan yapılan hesaplar boşa çıktı ve nihayet iş toptan çığrından çıkmış oldu. Suriye’nin kuzeydoğusunda El Kaide’ye bağlı gruplar, bölge ülkelerinin dolaylı dolaysız desteğiyle güçlendi. İşte İŞİD bu sürecin sonu…” (2) Fakat batı için tek bir vatandaşı veya askerinin değeri çok fazlaydı ve bunun için gereken neyse yapılırdı. Karşılığında Ortadoğu da binlerce insan ölse bile. Nede olsa orada ölenler teröristti ve ölmek belki de onların fıtratında vardı. Ölenlerin çoğunun masum siviller ve çocuklar olmasının bir önemi yoktu. Yeter ki kendi çıkarlarına ve vatandaşlarına bir zeval gelmesin.

İŞİD Ortadoğu da terör estirirken frankeştayn’ın gelişmesine katkıda bulunan ülkemizde bu vahşetten payını aldı. En küçüğü 8 aylık olan 80 vatandaşımız bu terör örgütünün elinde ve üstelik yaşayıp yaşamadıklarını bile bilmediğimiz bu insanlar hakkında haber yapmak bile yasaklandı. Yanı başımızda vahşet yaşanırken bizim gündemimiz ise sadece cumhurbaşkanlığı seçiminden oluşmakta. Kendisini uzman, gazeteci olarak gören herkes çatı aday üzerine konuşmakta buradan CHP(Cumhuriyet Halk Partisi) zihniyetini sorgulamakta ve bu adayla birlikte CHP’nin AKP(Adalet ve Kalkınma Partisi) zihniyetiyle yakın konuma düştüğünü iddia etmekte. CHP ise hükümeti alaşağı etmek uğruna gözünü karartmış hedefe kilitlenmiş konumda. Bütün bu polemikler ve iddialar genel seçime kadar gündemden düşmeyecektir.

Fakat görünen o ki değişmeyecek olan şey ülkemizin ve dünyanın Ortadoğu da yaşanmış, yaşanan ve yaşanacak olan vahşetlere sessiz kalmaya devam edeceğidir. O coğrafyada yaşayanlar ise orada dünyaya gelmenin bedelini, canları pahasına herkesin gözü önünde ödemeye devam edecektir. Bu noktada Birgün gazetesinden Ali Murat İrat’a kulak verirsek meseleyi daha iyi anlamış oluruz.” Ancak asıl sorun bir başka yerde. Kör şiddete dayalı bu İslam algısının nasıl yeşerdiği meselesidir bu mesele. Neden böyle bir müslümanlığın ortaya çıktığıdır. Bu sorunun yanıtını bulmak, şiddetin asıl müsebbiblerini öğrenmek istiyorsanız, rahatça ve meşru gerekçelerle masumları öldürebilen en büyük organizasyonlara bakmak yeterli olacaktır. Hani şu yasal mermisiyle insanların enselerinden yaklaşan ve kendi çocuklarının tepelerinden bombalar bırakan organizasyonlara.” …

(1) Nadje Sadig Al-Ali, Iraklı Kadınların Anlatılmayan Öyküsü, İletişim yayınları, 2009 İstanbul, s.263

(2) http://www.diken.com.tr/agora/isid-meselesinin-esrari-sunni-dunyanin-yukselisi-degil-cokusu/

(3) http://birgun.net/yazi-goster/ali-murat-irat/21-6-2014/mesele-o-polis-sefi-2955.html

Bunları da sevebilirsiniz