ABD’nin Birleşmiş Milletler (BM) nezdindeki temsilcisi Samantha Powers Güvenlik Konseyi’nde (GK) Çin ve Rusya’nın Suriye’deki savaş suçlarının Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) gönderilmesine karşı son vetoları karşısında adeta ağıt yaktı. Powers’ın dünyaya verdiği mesaja bakılırsa onun hayal kırıklığının nedeni sadece Suriye hükümetinin işlediği savaş suçlarının hesabını vermekten kurtulması değil aynı zamanda insanların kafalarını kesen ve azınlıklara karşı suç işleyen «teröristlere” karşı hiçbir şeyin yapılamamasıydı. Powers BMGK kararını Suriye’de tüm tarafların işledikleri savaş suçlarını soruşturmak için oluşturulmuş dengeli bir adım olarak sundu.
Fransa (ve Batı) propagandası Suriye’de olup bitenler hakkında devletle ülkedeki rejimi demokrasiye ikna etmek için silaha sarılan meşru muhalefet arasındaki bir çatışmanın olduğu yolunda bir resim çizdi. Fransa BM Suriye elçisi Lakhdar Brahimi’nin görevini bırakmasının nedenini de iki tarafı bir araya getirememek olduğunu vurgulamıştı. Fransa Brahimi’nin görevini bırakmasıyla ilgili olarak Suriye rejimini muhalefete ödün vermeyi reddetmekle suçladı. Bırakın ödün vermeye Suriye rejimi çatışmalardan askeri zaferle çıktı. ABD ve Fransa’nın ileri sürdükleri tezler gerçekte olup bitenlerle açıkça çelişiyor. Birincisi, silahlı muhalefet içerisinde radikal İslamcı olmayan bir grup bulmak hayli zor ve birçok grubun doğrudan olmasa bile el Kaide ile bağlantısı var. İkincisi, Fransa ve ABD yukarda bahsedilen iddiaları çerçevesinde Suriye rejimine uluslararası radikal İslamcı teröristlerle müzakereye oturması için güçlü çağrılarda bulunuyorlar.
Bir başka düzeyde Samantha Powers’in BMGK’ndeki söz konusu iki vetoyla ilgili yapmacık ağıtını ABD’nin İsrail’in Filistin halkına karşı zulmünü kınayan BMGK kararlarını ABD’nin birçok kez veto etmesini hatırlatan bir hadise olarak da görmek mümkün. ABD’nin Suriye rejiminin sebep olduğunu varsayarak feveran ettiği insan hakları ihlalleri, Afganistan’da yapılanları şimdilik anmasak bile George W. Bush’un, Dick Chaney’nin ve Donald Rumsfeld’in Irak’ın işgali sırasında insanlığa karşı işlediği suçlarla kıyaslandığında sönük kalır. Gerçek şeytan üçgenini bu zatlar yarattı ve UCM onlara insanlığa karşı işledikleri suçlar nedeniyle hiçbir zaman soruşturma açmadı. Samantha Powers ABD’nin konu ile ilgili pozisyonunu açıklarken tarihi çarpıttı ve aslında Orta Doğu’da yaşayan insanların çok iyi bildiği; ABD’nin bölgedeki müttefiklerinin Suriye’deki rejime son vermeleri yolunda içinde el Kaide’nin de bulunduğu İslamcı cihatçıları kullanmasına yeşil ışık yaktığı vb. gerçeklere hiç değinmedi. Suriye rejiminin «demokratik” muhalefet ile bir anlaşmaya yanaşmamasının nihayetinde muhalefetin radikalleşmesine ve el Kaide’nin ve onunla ilişkide olan grupların Suriye’deki savaşa katılmasına yol açtığı fikri en basit ifade ile gülünçtür.
Batı’nın dilinden düşmeyen bu «mantra” Orta Doğulu insanlar için inandırıcı olmaktan uzak. Suriye’de binlerce yabancı cihatçının olması ABD ile bölgesel müttefiklerinin desteği ve parası sayesinde gerçekleşti. Bir sonraki Dışişleri Bakanı Hillary Clinton silahlı muhalefetini silahlarını bırakmamaya ve Sur ye rejimi ile müzakere etmemeye zorladı. ABD’nin desteklediği muhalefet i ise Suriye’nin düşmanı İsrail’in işbirlikçisi olmak dışında hiçbir şey ortaya koyamadı. Örneğin II. Cenevre görüşmelerinde ABD Suriye rejiminin gerçek muhaliflerini dışlama pahasına Suudi istihbaratının sıradan piyonu olan el Jarba’nın başını çektiği yozlaşmış işbirlikçilerden yana oldu. Suriye’nin genelinde varlık gösteren Koordinasyon Komiteleri ile temsil edilen halk muhalefetinin aksine ABD’nin desteklediği işbirlikçilerin temsil ettiklerinin kim olduğunu bulmak hayli zor görünüyor.
O halde bu siyasal ortamda BMGK kararını ortaya atmış olmanın nasıl bir anlamı vardı? Bu bağlamda Fransa-ABD stratejisi neydi? Fransa’ya bakılırsa önemli olan Suriye ile ilgili Rus ve Çin tutumunu «açığa çıkarmak” önemliydi. Fransa’nın iddiası 65’den fazla ülkenin ve STK’nın (dünya çapında?) onların yanında olduğu yolunda. O halde Rusları ve Çinlileri izole etmek ve dünyaya ne denli ahlaktan yoksun olduklarını göstermek gerekliydi.
Ancak bu söylem diplomasi ve stratejik rekabet dünyasına pek de farklı bir şey getirmiyor. ABD ve Fransa’nın tutumunu zaten destekleyen ülkelerin hapsoldukları çember için bir anlam taşıyor. Bu ülkelerse uluslararası toplumu temsil etmiyor. Tek başlarına BRICS ülkeleri ABD yanlısı «uluslararası toplumdan” daha fazla nüfusa sahip ve krizle boğuşan kapitalist ekonomilerin sahip olabileceği en canlı ekonomileri bunlar temsil ediyor.
BMGK’ndeki bu son hareket ABD’nin (ve Fransa’nın) genel stratejik amaçları çerçevesinde anlam kazanıyor. Bunlar: (1) Rusya’nın diplomatik kaynaklarını mümkün olan en fazla ölçüde tüketmesini sağlayarak seçimler konusunda Ukrayna hükümeti üzerindeki baskısını azaltmak ve diplomatik girişim gücünü Batı’nın elinde tutmak; ve (2) Rusya’nın Mısır ve Orta Doğu’daki diğer ülkelerde geliştirdiği diplomatik etkisini kırmaktı. Batının bu hamleleri geri tepmiş gözüküyor: Her ne kadar Ruslar Ukrayna’da ciddi bir başarısızlığa uğradılarsa da Kırım’ın Rusya’ya katılmasında ve Doğu Ukrayna’daki sorunların ortaya koyduğu üzere hızla hasarı kontrol etme yolunda adımlar attılar. Üstelik ABD propagandasının hiçe saydığı Rusya’nın Çin ile gaz anlaşması beklendiği gibi 2018’de doğrudan ekonomik faydalar vermekle kalmayacak çok daha önemlisi Rusya’yı Batı Avrupa’ya ihraç ettiği enerji gelirlerine olan bağımlılıktan da kurtaracak.
Nihayet ve belki de en önemlisi Batı’nın BMGK’ndeki hamlesi onun küresel hâkimiyetini yeniden elde etmek için Rusya’ya diz çöktürme amacından vazgeçmediğini teyit ediyor. Geçen yıllarda yaşanan askeri ve diplomatik hezimetlerinin ortaya koyduğu üzere göreli olarak çöküş içindeki bir güç için bu amaç çok hırslı ancak beklenmeyen sorunlar getirecek bir hedef olarak duruyor.