Asya Birleşiyor Avrupa Çözülüyor

Mayıs ayının sonları Asya kıtası için oldukça hareketli geçti. Kuşkusuz ki bu yoğun gündeme en fazla damgasını vuran gelişme, Rusya ve Çin arasında yapılan büyük enerji anlaşması oldu. Bu anlaşma elbetteki, önemi üzerinde özenle konuşulması gereken bir anlaşma. Ancak sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için büyük enerji anlaşması, Asya’daki diğer önemli gelişmeler ile birlikte bir bütün olarak değerlendirilmeli ve elbette tüm bu gelişmelerin mevcut dünya politikasındaki resmin neresine oturduğu çözümlenmeli.

Hatırlanacağı üzere, Rusya ile ABD ve AB ilişkileri Ukrayna meselesi ve özel olarak da Kırım’ın Rusya’ya bağlanma kararı sonrasında hayli gerginleşmişti. Batı, Rusya’nın Kırım’ı ilhak ettiğini ve bunun uluslararası hukuka aykırı olduğunu iddia ederek Rusya’ya bir dizi yaptırım uygulama kararı almıştı. Bu yaptırımlar arasında Rusya’nın kredi notunun düşürülmesi ve AB’nin Rusya’dan enerji alımının sınırlanması gibi kalemler önplana çıkmıştı. Aslında, Avrupa’nın merkezinde Soyetler çözüldüğünden beri bir istikrarsızlık kaynağı olan Ukrayna, Batı ile Rusya arasındaki gerilim zincirinin son halkasını oluşturuyor. Ukrayna sorunu, Ukrayna’nın iç yapısı ve tarihi ile ilişkili olmakla birlikte, «turuncu devrim”den başlayarak yoğun olarak dış müdahaleler ile şekillendirilmeye çalışılan bir sorun idi. Günümüzdeki Ukrayna sorunu da elbette bu tarihten bağımsız değil. Ukrayna sorunu, ilk eylemlerin Batı destekli neo-nazi çeteleri ile vahşileştirilmesi ile içinden çıkılamaz bir sorun halini aldı. Ancak günümüzde Rusya, 1990’ların ortasındaki Rusya olmaktan çok uzak. Ve Rusya’nın güçlenişi ne Asya’nın ve ABD emperyalizmine karşı işbirliğini sıkılaştıran diğer dünya devletlerinin; ne de ekonomik krizler ve toplumsal hareketlerle çalkalanan Batı’nın akibetinden bağımsız.

Ukrayna krizi ve sonrasında gelişen olaylar akıllara mevcut enerji ilişkilerinin nasıl değişeceği sorusunu getirmişti. Bilindiği üzere, kendisi de büyük bir enerji üreticisi olan ABD, Rusya enerjisine bağımlı bir devlet değil. Ancak Avrupa için durum vahim. Avrupa her sene ihtiyacı olan enerji miktarının %60’ı kadarını doğrudan Rusya’dan alıyor. Bu da tabi ki, 500 milyon nüfusu ile Avrupa Birliği’ni Rusya’ya bağımlı kılıyor. Ancak, ABD ve AB Kırım meselesi nedeniyle Rusya’ya yaptırım uygulamayı gündeme getirdiğinde, kimi yorumlarda bu durum AB-Rusya enerji denkleminde yaptırımlar sonucunda zararlı çıkacak tarafın Rusya olacığı şeklinde değerlendirilmişti. Bunun dayanak noktası ise Rusya’nın AB’ye yüksek kar marjlı enerji satarken, Çin gibi Asya devletlerinden elde ettiği enerji gelirinin görece düşük olduğu idi. Aynı savın AB ayağını ise, AB’nin enerji ihtiyacını, enerji arz eden diğer devletler ile ticaret aracılığıyla pek ala kolayca kapatabileceği yönündeydi.

İşte Çin ve Rusya arasındaki devasa enerji anlaşması sanıyoruz ki bu tartışmalara son noktayı koydu. Rus Gaz Şirketi Gazprom ve Çin Halk Cumhuriyeti, 21 Mayıs 2014’te tarihi bir anlaşmaya imza attı. Senede 38 milyar metreküp gazın 30 yıl boyunca Rusya’dan Çin’e aktarılmasını içeren anlaşmanın toplam değeri 400 milyar dolar. Bu anlaşma Gazprom’un da Çin’in de şimdiye kadar imzaladığı en büyük anlaşma olma özelliğini de taşıyor (Aydınlık, 22 Mayıs 2014). Ayrıca, Putin’in Çin’e ihraç edilen gazdan «ihraç vergisi” almaması yönündeki önerisine oldukça uygun koşullar sağlandığı için Çin yönetimi gayet olumlu yaklaşıyor. (Aydınlık, 21 Mayıs 2014). Buradan da anlaşılacağı üzere, Çin de Rusya da uzun erimli olarak bu anlaşmadan karlı çıkacağı gibi, Batı’nın yaptırımların etkisizleştirildiği de ortada. Ancak yazının ilk satırlarında da belirtildiği gibi, bu anlaşmayı önemli kılan çok daha büyük bir bağlam var.

Geçtiğimiz günlerde, Şangay’da Asya’da İşbirliği ve Güven Arttırıcı Önlemler Konferansı’nın 4. Zirvesi gerçekleşti. Bu toplantı sürecinde verilen demeçler ve toplantının sonunda yayınlanan «Şangay Beyannamesi” önümüzdeki yıllarda uluslararası ilişkilerin nasıl yönleneceği konusunda önemli ipuçları vermekte. Şangay Beyannamesi’nde Asya’da kapsamlı işbiriliğine dayalı sürdülebilir ilişkiler geliştirilmesi vurgulandı. Asya devletlerinin öz yeterliliklerinin geliştirilmesi barış içerisinde, istikrarlı ve kalkınmış bir Asya’ya ulaşmak hedefleri konuldu. Fikrimizce toplantıya damgasını vuran söz ise Çin devlet başkanından geldi «Bu yüzyıl Asya Yüzyılı olacak!” (Aydınlık, 23 Mayıs)

Üzerinde durulması gereken diğer önemli konu ise, Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsünün yaptığı açıklama. Açıklamada sözcü, Çin ve Rusya’nın yakın ilişkilere sahip olmasının ortak bir «tarihi sorumluluk” olduğunu belirterek, «uluslararası adalet ile eşitliğin ilerletilmesi ve dünya barışının korunması için (yakın ilişkilerin) gerekli olduğunu söyledi” (Aydınlık, 24 Mayıs) Görüldüğü gibi, Çin ve Rusya yakınlaşması yalnızca ekonomik olmaktan hayli uzak, çok daha geniş ve derin bir bakışaçısıyla ayrıca da uzun erimli söylem ve eylemler ile gündemde. Tarihi bir sorumluluğun vurgulandığı zamanlarda Rusya ve Çin’in Avrupa’nın Naziler’den temizlenmesinin yıldönümünu kutlaması ayrıca manidar. Uluslararası adalet ve eşitliğin sağlanmasında Rusya ve Çin’in kendilerine ortak görev biçmesi ise alenen ABD güdümlü Batı’nın vaktiyle kendi çıkarları doğrultusunda oluşturdukları uluslararası hukuku bu sefer çıkarları doğrultusunda ihlal etme girişimlerine karşı bir direnç kaynağı olarak gördüklerinin ispatı olarak değerlendirilebilir.

Ancak, Asya’dan haberler bunlarla da sınırlı değil. Bu satırların yazıldığı günden 1 gün sonra (29 Mayıs’ta) Avrasya Ekonomik Birliği’nin kurulması için Kazakistan’ın başkenti Astana’da imzalar atılmış olacak. 2000 yılında Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, BeyazRusya (eski sovyet ülkeleri) Avrasya Ekonomik Topluluğu kurmuş, Rusya, Kazakistan, BeyazRusya ise 2010 yılında Avrasya Gümrük Birliği’ni kurmuşlardı. 2015 yılında Avrasya Birliği’nin kurulması ise karara bağlandı. (Aydınlık, 28 Mayıs 2014)

Görüldüğü gibi Asya kıtası milyarın üstünde nüfusu ve zengin kaynakları ile birleşiyor. Oysa AB’de durum bunun tam tersi. Ekonomik krizle sarsılan AB’de Yunanistan iflası ile çatlaklar iyice belirginleşmeye başlamıştı, ortak para biriminden vazgeçme tartışmaları yoğun olarak gündemde yer bulmuştu. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde AB karşıtı partilerinin yükselişi ve ilk sıraya gelişi yalnızca ekonomik olarak değil çatlakların toplumsal olarak da derinleştiğini gözler önüne serdi.

Yazılarımızda sıklıkla bahsettiğimiz üzere tekrar özetlersek dünya politikasında durum şöyle: ABD’nin Afganistan ve Irak işgali ve sonrasında patlak veren kredi krizi uzun süredir durgun seyreden ABD ekonomisine büyük zarar verdi. AB ise özellikle sanayisizleştirdiği ve turizm gibi üretimsel karşılığı olmayan sektörlere hapsettiği Akdeniz ülkeleri başta olmak üzere derin bir ekonomik krize sürüklendi. Bu ekonomik krizin odağındaki geniş halk kitleleri sokaklara döküldü ve uzun süren hala da devam eden toplumsal hareketler yaşandı ve yaşanıyor. ABD bu süreçte başta Ortadoğu olmak üzere dünya işlerine kaba kuvvet kullanarak değil, kaba kuvvet kullabilecek bir muhattab bularak ya da o muhattabı yaratarak müdahil olma kararlılığını sürdürdü. AB her zamanki gibi bu meselelerde de yekpare bir tavır sergilemedi. AB içindeki büyük devletlerin çıkarlarına göre şekillenen bir politika çalkalanması seyrettirdi bize. Ancak, ABD güdümlü Batı’nın ne İran’ı nükleer tuzağa düşürme projesi ne Mısırı «ılımlı” islamcılaştırma projesi ne de Suriye’yi bölme projesi gerçekleşti. Gerçekleşmemiş olması yalnızca ABD’nin bozulan ekonomisinin eseri değil elbette. Neden esasen, ABD’nin karşısında konumlanan denklemi iyi okuyamaması ya da iyi okumuş bile olsa o denklemi çözebilecek güçten yoksun olması.

ABD güdümlü (ya da emperyalist) Batı’nın okumayı başaramadığı ve karşısında çözümsüz kaldığı denklem şöyle. ABD ve AB ekonomik krizle boğuşurken, Çin, Hindistan, gibi dünya devleri neredeyse %10 civarında bir yıllık büyüme oranı sergiledi. Çin ve Hindistan gibi üretim ve nüfus açısından dev devletler bu ekonomik eylemlerinin sürdürebilirliğini garanti edecek işbirlikleri geliştirdiler. Bunun başında kuşkusuz ki Çin ve Hindistan’ın İran ve Rusya ile yaptıkları önemli enerji işbirlikleri geliyor. Ancak tablo yalnızca ekonomik renklerden ibaret değil. Asya’dan ve Latin Amerika’dan, Güney Afrika’ya kadar geniş bir coğrafyada uluslararası hukukun temel ilkesi olan egemen eşitliği ve içişlerine saygı ilkeleri temelinde işbirlikleri ve kurumsallaşma girişimlerini geliştirdiler. Bunlar arasında en fazla dikkat çekenler Şangay İşbirliği Örgütü, BRICS, ALBA gibi kurumlar, İran ve Venezuella arasındaki işbirliği ve adı yukarıda belirtilen Avrasya Ekonomik Birliği gibi.. Bu ilişkilerin hedefinde, ikili ya da çok taraflı ekonomik, siyasi, askeri, toplumsal işbirliklerini geliştirmek, bölgesel dayanışmaları arttırmak gibi oldukça maddesel unsurlar olmakla birlikte daha adil ve eşitlikçi bir dünya düzeni söylemi de önplana çıkıyor. Devletlerin dünyadaki sorunlar karşısında nasıl tutum aldıkları ise, tüm bunların söylem düzeyini çoktan aştığını kanıtlar nitelikte.

Uzun lafın kısası, Asya birleşiyor; Avrupa çözülüyor. Bir zamanlar tarihin sonunun geldiğini düşündürtenler yeni bir tarih yazma arifesinde…

Bunları da sevebilirsiniz