Hukuk Kampanyası

Yolsuzlukların paçalardan aktığı bir ülkenin psikolojisini, travmalarını konuşuyoruz.
Paralel yapının 500 bin kişiyi dinlediği, gerektiğinde siyaseti değiştirecek biçimde kayıt altına aldığı ve şantaj yaptığı bir düzeni..
Yargısı, Emniyeti, ordusu esir alınan, parçalanan, bölünen bir ülkeyi…
Akla, vicdana dayanarak «Bu kadar da olur mu” diye anlamaya, çözmeye çalışıyoruz. Sonunda geldiğimiz nokta, contaların yanması, sıyırmasıdır.
Hadi sokak diliyle söyleyeyim; kafayı yedirecek bir tablo…
Tabii daha da önemlisi, bu ortamı yaratan, yürüten iktidarın, onca rezilliğe karşı nasıl olup da koltukta oturduğudur… Masumları, sahte delil ve belgelerle hapislere atan paralel yapının varlığıdır…
İşin insanı daraltan, bunalıma sürükleyen yanı ise göbeğini kaşıyan adamın, «çaldıysa benim paramı çaldı, sana ne” dalkavukluğudur.
Ve iktidar sahiplerinin «çete, örgüt, devlet içinde farklı bir yapılanma” olarak tanımladığı yapının direnişidir…
***
Şimdi, bunları açıklayacak fikir, düşünce, eleştiri dayanakları elbette var.
Var da meselenin geldiği noktada aklı, izanı aşan, saçma, zırva, gülünç ve komik bir durum da yok mu?
Alın adliyedeki dünkü gelişmeleri…
Katakulli durumu.
Bakar mısınız?..
Ergenekon yargılaması yapan özel yetkili mahkeme, (bugünkü 13. ağır ceza) geçen cuma infaz memurları aracılığıyla hapiste yatanlardan tahliye dilekçesi istiyor (meğer tahliyeleri reddetmek içinmiş).
21. ağır ceza mahkemesi; Tuncay Özkan, emekli Albay Levent Göktaş, Sedat Peker hakkında haklı tahliye kararları vermeden önce, kendi kendine devreye giriyor (zamanlamaya dikkat).
Mahkeme başkanı Hasan Hüseyin Özese, gazetecileri çağırıyor, tahliye istemlerinin reddedildiğini açıklıyor. Özel yetkili mahkemelerin (ÖYM) TBMM tarafından kaldırılmasının anayasaya aykırı olduğunu savunuyor.
Vay canına!
Ardından HSYK’den bir açıklama geliyor. 13. ağır ceza mahkemesinin kalmadığı, artık görev yapamayacağı, TBMM’den çıkan bir yasanın, anayasaya aykırılığının söylenemeyeceği belirtiliyor.
O sırada Ergenekon davasında sanık avukatlarından Celal Ülgen, «13. ağır cezanın direnişinin sürdüğünü, bir dönem darbeyi yargılayanların bugün darbecilik yaptığını” belirtiyor.
Hukukun haline bakar mısınız; şu yargıdaki iki başlılığa, çılgınlığa, trajediye…
Bu gelişmelerin yaşanabileceği bir başka ülke daha olabilir mi acaba?
Saçmalık da bir yere kadar.
«Çok güzel hareketler bunlar”; «güldür güldür” komedi programlarındaki tiyatro sahnelerinde bile bu kadar gülünç senaryolar olmuyor çünkü…
Ancak adalet kısmen de olsa bir biçimde yerini buluyor. Tuncay Özkan, Merdan Yanardağ, Yalçın Küçük ve haksız yere yıllardır cezaevlerinde yatırılanlar özgürlüğüne kavuştu. Hepsine merhaba diyorum. Yine de Danıştay ve Zirve Davası’nda cinayet zanlılarının salıverilmesi işin trajikomik yanıdır, vicdanlara sığmamıştır.

Yolsuzlukların paçalardan aktığı bir ülkenin psikolojisini, travmalarını konuşuyoruz.

Paralel yapının 500 bin kişiyi dinlediği, gerektiğinde siyaseti değiştirecek biçimde kayıt altına aldığı ve şantaj yaptığı bir düzeni..

Yargısı, Emniyeti, ordusu esir alınan, parçalanan, bölünen bir ülkeyi…

Akla, vicdana dayanarak «Bu kadar da olur mu” diye anlamaya, çözmeye çalışıyoruz. Sonunda geldiğimiz nokta, contaların yanması, sıyırmasıdır.

Hadi sokak diliyle söyleyeyim; kafayı yedirecek bir tablo…

Tabii daha da önemlisi, bu ortamı yaratan, yürüten iktidarın, onca rezilliğe karşı nasıl olup da koltukta oturduğudur… Masumları, sahte delil ve belgelerle hapislere atan paralel yapının varlığıdır…

İşin insanı daraltan, bunalıma sürükleyen yanı ise göbeğini kaşıyan adamın, «çaldıysa benim paramı çaldı, sana ne” dalkavukluğudur.

Ve iktidar sahiplerinin «çete, örgüt, devlet içinde farklı bir yapılanma” olarak tanımladığı yapının direnişidir…

***

Şimdi, bunları açıklayacak fikir, düşünce, eleştiri dayanakları elbette var.

Var da meselenin geldiği noktada aklı, izanı aşan, saçma, zırva, gülünç ve komik bir durum da yok mu?

Alın adliyedeki dünkü gelişmeleri…

Katakulli durumu.

Bakar mısınız?..

Ergenekon yargılaması yapan özel yetkili mahkeme, (bugünkü 13. ağır ceza) geçen cuma infaz memurları aracılığıyla hapiste yatanlardan tahliye dilekçesi istiyor (meğer tahliyeleri reddetmek içinmiş).

21. ağır ceza mahkemesi; Tuncay Özkan, emekli Albay Levent Göktaş, Sedat Peker hakkında haklı tahliye kararları vermeden önce, kendi kendine devreye giriyor (zamanlamaya dikkat).

Mahkeme başkanı Hasan Hüseyin Özese, gazetecileri çağırıyor, tahliye istemlerinin reddedildiğini açıklıyor. Özel yetkili mahkemelerin (ÖYM) TBMM tarafından kaldırılmasının anayasaya aykırı olduğunu savunuyor.

Vay canına!

Ardından HSYK’den bir açıklama geliyor. 13. ağır ceza mahkemesinin kalmadığı, artık görev yapamayacağı, TBMM’den çıkan bir yasanın, anayasaya aykırılığının söylenemeyeceği belirtiliyor.

O sırada Ergenekon davasında sanık avukatlarından Celal Ülgen, «13. ağır cezanın direnişinin sürdüğünü, bir dönem darbeyi yargılayanların bugün darbecilik yaptığını” belirtiyor.

Hukukun haline bakar mısınız; şu yargıdaki iki başlılığa, çılgınlığa, trajediye…

Bu gelişmelerin yaşanabileceği bir başka ülke daha olabilir mi acaba?

Saçmalık da bir yere kadar.

«Çok güzel hareketler bunlar”; «güldür güldür” komedi programlarındaki tiyatro sahnelerinde bile bu kadar gülünç senaryolar olmuyor çünkü…

Ancak adalet kısmen de olsa bir biçimde yerini buluyor. Tuncay Özkan, Merdan Yanardağ, Yalçın Küçük ve haksız yere yıllardır cezaevlerinde yatırılanlar özgürlüğüne kavuştu. Hepsine merhaba diyorum. Yine de Danıştay ve Zirve Davası’nda cinayet zanlılarının salıverilmesi işin trajikomik yanıdır, vicdanlara sığmamıştır.

Bunları da sevebilirsiniz