Boru Hatlarıyla Çizilen Gelecek

Dünya savaşlarının galipleri ve mağlupları belliydi. Galipler zaferlerini kalıcı kazanımlara dönüştürme yolunda normlar ve ilişkiler zincirini oluştururken mağluplara yeni düzeni kabullenmek kalıyordu. Soğuk Savaş’ınki öyle mi? Ne tek süper güç konumunu sahiplenen ABD galibiyetini tescil edecek, küresel hâkimiyetini meşrulaştıracak bir örgütü yaratabildi ne de mağlup tarafın mirasçısı Rusya Federasyonu (RF) ABD’nin merkezinde yer alacağı bir uluslararası düzeni kabul edip küresel roller oynama arzusundan tamamen vazgeçerek kabuğuna çekildi.

Soğuk Savaş döneminin askeri ittifakı NATO, ABD’nin elinde küresel bir örgüt niteliğine kavuşturulmak istendi. Bu arada da gücünü kaybeden büyük devletlerin saldırgan olma ihtimalini vurgulayan uluslararası ilişkiler uzmanlarına kulak verilerek Rusya’yı rencide etmeden ABD’nin hâkimiyetine onu alıştırmak yolunda çeşitli işbirliği ve danışma platformları yaratıldı. 8 Temmuz 1997´de Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya NATO´ya davet edilirken 1998´de NATO-Rusya Daimi Ortak Konseyi kuruldu. Genişleme, Kuzey ve Doğu Avrupa´dan Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya’nın da katılmasıyla devam etti. 2002’de Roma’da yapılan Zirvede NATO-Rusya Konseyi bir önceki Ortak Konsey’in yerini aldı.

2006 yılında Letonya´da gerçekleştirilen NATO Riga Zirvesi ise eskiden Sovyetler Birliği´nin parçası olan bir ülkede yapılan ilk NATO zirvesi olurken enerji güvenliğini ön plana çıkarmasıyla da dikkat çekiciydi. 2009’da Arnavutluk ve Hırvatistan da NATO´ya katıldı. Üstelik Gürcistan ve Ukrayna´ya gelecekte örgüte üye olabilecekleri yolunda umut verildi.

Aslında RF kırmızı çizgilerini hep muhafaza etti. Her ne kadar Polonya’nın ve Baltık ülkelerinin NATO’ya alınmasını hazmetmeye çalışsa da füze savunma sisteminin Çek Cumhuriyeti ve Polonya’da konuşlandırılmasına karşı çıktı, Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO’ya dâhil edilmesini kabul etmeyeceğini de açıkça ortaya koydu.

Gürcistan ve Ukrayna’nın Amerika’nın liderliğinde Batı ile askeri, siyasi ve ekonomik ilişkiler geliştirmesine Rusya’nın itirazı sadece nüfuz alanını kaybetme korkusundan değildi. Bu ilişkilerin önünün kesilmesini gerektiğine inanıyordu çünkü aslında hep sıranın kendisine gelmesi endişesini taşıdı. Dış çemberin kontrolü RF’nun kendi içindeki birliği korumasının da garantisi addedildi. Türkiye’nin topraklarında bulunan Rus üslerinin tahliyesini istemeyen yegane ülke olan Ermenistan ile ilişkilerini düzeltme çabasına destek verir gözükmesi de aslında kendisinden daha fazla ekonomik yardım talep eden bu ülkeye kapının açılmasıyla bir parça rahatlamanın sağlanmasından ibaretti.

Rusya’nın Gürcistan ve Ukrayna ile olan ilişkilerine tarihi, kültürel bağlar ve bu topraklarda yaşayan etnik Ruslar açısından bakmak yanında söz konusu iki ülkenin enerji hatları üzerindeki konumlarını da dikkate alarak konuya yaklaşmak gerekmektedir. Dünyanın en büyük petrol üreticisi olan Rusya’nın ihracat gelirinin yüzde 60´ını sattığı petrol, doğalgaz ve kömürden elde ettiği düşünülürse ekonomik, halen sosyal ve siyasal sorunlarla boğuşan bu ülkenin bir de kendisine enerji arzı alanında alternatifler yaratılması durumunda nasıl bir duruma düşeceği açıktır.

Enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi ihtiyacı, ABD’nin Avrasya ve Hazar enerji kaynaklarının güvenli bir şekilde Batıya aktarılması üzerinde durmasının gerisindeki önemli faktörlerden biri kuşkusuz. Ancak tabloyu tamamlamak için konunun asıl mahiyetini belirleyen siyasi varsayımları ve projeleri de gözden kaçırmamak gerekiyor. Bu bağlamda ABD bir taraftan enerji kaynakları açısından güçlü bir Rusya’nın bir süre sonra toparlanıp Batının çıkarlarına meydan okuyacağından çekinir ve bu gerekçeyle ülkenin ekonomik açıdan iyice dar boğaza sokularak diz çöktürülmesine çalışırken diğer taraftan da Rusya dışında enerji kaynaklarına sahip olan ve bu kaynakları taşıyan boru hatlarının geçeceği ülkelerin Batıyla entegrasyonunu hedefledi. RF’nun amacıysa enerji konusunda Avrupa’nın kendisine olan bağımlılığını muhafaza etmek ve arttırmak yanında Belarus ve Kazakistan ile oluşturmaya başladığı Avrasya Birliği’ni «modern dünyanın kutuplarından biri olacak bir uluslar üstü örgüte dönüştürmekti”.

Gürcistan konusunda ABD ile Rusya arasındaki ayrışma nasıl Bakü-Ceyhan boru hattının yapımına karar verilmesiyle başlamışsa Ukrayna üzerindeki çekişmenin gerisinde yine enerji meseleleri bulunuyor. Rusya’nın Bulgaristan ve Sırbistan üzerinden İtalya ile birlikte başlattığı «Güney Akım projesi tamamlandığında Avrupa Birliği’nin enerjide Moskova’ya bağımlılığı yüzde 30’dan yüzde 50’ye çıkacaktı.

Her ne kadar Ukraynalı yetkililer Rusya’nın Kırım’a müdahalesinin gerisinde Avrupa’ya Karadeniz altından doğalgaz akışı sağlaması beklenen Güney Akımın karadan geçirilerek maliyetin düşürülmesi niyetinin olduğunu söyleseler de Ukrayna’da yaşanan iç karışıklıkların ve Rusya’nın Kırım’ı ilhakı Güney Akım projesini de zora soktuğu da bir gerçek.

Ancak RF Avrupa’nın ona uygulayacağı yaptırımlara adeta «kendi bindiği dalı kesmek” anlamına gelecek bir adım olan bu ülkelere gazı kesme yoluyla değil bambaşka bir şekilde; Çin ile olan enerji ilişkisini derinleştiren adımlar atarak cevap vermeye hazırlanıyor. Dünya liderleri Lahey’de nükleer güvenlik meselelerini görüşmek için toplanmışken ABD Başkanı Barack Obama’nın Çin’den Rusya’nın Ukrayna konusundaki tutumunu eleştirmesini beklemesi de boşuna olmuş gözüküyor. Dünyanın en fazla enerji harcayan ülkesi Çin Ukrayna meselesinde «adil ve tarafsız bir tutum izlediğini” söylemeyi sürdürse de, Rusya Çin yakınlaşmasının ABD’nin küresel stratejisini ve bunun en önemli ayaklarından biri durumuna gelen enerji politikalarını nasıl etkileyebileceği çoktan tartışılmaya başlandı.

Bunları da sevebilirsiniz