Dikkat Yüzüğünüzde Kan Var!

Işıl ışıl parlayan, içersinden sanki milyonlarca ışık demeti geçiyormuş gibi gözüken değerli bir taş… Kadınların bileklerini, parmaklarını, gerdanlarını, kulaklarını süslüyor. İnsanların belki de hayatlarının en önemli anlarının en büyük destekçisi, vazgeçilmez tamamlayıcısı, adeta «olmazsa olmaz”ı. Evlilik teklifleri, doğum günleri, büyük özürler ve elbette 14 Şubat’lar… Sevdiğimize, sevdiğimizi göstermenin en ışıltılı yolu… Kendimize ve sevdiğimize verdiğimiz değerin yegane ölçütü… Kadınlar arasında kıskançlık konusu, erkeklerin sevdiğine binlerce lira değerinde hediye alabilmesinin gururu… Televizyonlarda sürekli dönen pırıltılı reklamların bize açtığı «sonsuzluk” yolu… Evet pırlantadan bahsediyoruz. Birkaç cümleyle pırlantadan bahsettiğimizi anlatmak oldukça kolay. Oysa pırlanta hakkında bilmedikleriniz, bildiklerinizden çok daha fazla. Üzücü ki, kulaklarımıza çalınan ve gözümüze sokulan, pırlantanın yalnızca «aydınlık” yüzü… Halbuki, pırlantanın hikayesi kömür karası…

Pırlanta hakkında bilmediklerinize, pırlantanın belki de bildiğiniz bir özelliğiyle başlayalım. Pırlanta, elmasın 57 fasetli özel olarak kesilmiş bir türüne deniliyor ve kömür gibi karbon elementinin bir modifikasyonu. Bütün minarelleri çizebilecek kadar sert olmasını ve içinden geçebilen tek şeyin ışık olmasını saymazsak, elmasa bugünkü anlamını veren, insanların ona biçtiği değer. Geçekte ne elmas ne pırlanta, kendisine biçilene denk düşen bir değere sahip değil. Elmasın hikayesini kapkara yapan ise, sadece parladığı için dolandırılmaya gönüllü olduğumuz gerçeği değil. Elmasın çıkarılması ve ticareti oldukça kanlı bir savaşın gölgesinde..

Avustralya Endonezya, Hindistan gibi yerlerde elmas madeni bulunuyor olsa da kanlı savaşların adresi Afrika. Elmasın büyük miktarlarda çıkarıldığı ve ticaretinin yapıldığı 3 ülkede çok kanlı bir serüveni olduğu bugün bilinse de değişmeyen bir gerçek. Adı geçen ülkeler Angola, Liberya ve Sierra Leone. Bu ülkelerin zengin elmas madenlerine sahip olmalarının dışında ortak özellikleri ise üçünün de eski sömürge olması ve İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dekolonizasyon döneminde «bağımsız” olması, üçünün de «En Az Gelişmiş Ülkeler” statüsünde olması, üçünün de uzun süren siyasi krizler ve iç savaşlara sahne olması…

Kendisine değerinden defalarca kat fazla değer biçilen bir madence zengin üç ülkenin, bu trajik durumu, ironik olmakla birlikte tesadüf değil. Emperyalizmin iki yüzlü madalyonu, bu ülkeleri bir yüzü kömürden kara bir yüzü ışık kadar parlak bir madenle, elmasla felakete sürüklüyor. Bu ülkeler elbette, çıkarılan elması işleyebilecek teknolojik olanaklardan yoksun. Yani klasik anlamda hammadde ihracatına bağımlı çevre ekonomileri. Bu sebeple elmasın dünya pazarındaki rantı ne bu ülke yönetimlerine ne de halklarına geri dönüyor. Hammadde ve insan emeği son noktasına kadar karşılıksız kullanılıyor ve rant büyük şirketlerin tekeline gidiyor… Buraya kadarı oldukça bilindik bir emperyalizm hikayesi… Bundan sonra yazacaklarımız ise, «keşke elmasın kara yüzü bu kadarla sınırlı olsaymış” dedirtecek cinsten.

Elmas gelirinin paylaşımı sorunu bu üç ülkenin siyasi krizlerinin ve iç savaşa sürüklenmelerinin önemli bir unsuru. Afrika’nın adı bile nadiren duyulan ya da duyulmayan bu devletleri uluslararası ilişkilerde «zayıf devlet”, «başarısız devlet” statüsünde değerlendirilebilecek olan, egemenlik ve iktidar sorunu olan devletler. Elmas gelirine sahip olma mücadelesi, bu devletlerin zafiyeti nedeniyle, uzun yıllar acımasız suç örgütlerinin denetiminde devam etmiştir. Yalnızca iç savaşların finansmanı değil, bu iç savaşların elmas çıkarılan diğer devletlerce desteklenmesi de elmas kaçakçılığı ve gelirleri aracılığıyla mümkün olmuştur. Örneğin, Liberya iç savaşı, Sierra Leone’deki elmas tüccarları ve kaçakçılar tarafından finanse edilmiştir. Sierra Leone’de elmas madenlerinin denetimini eline geçiren bir suç örgütü, halk üzerindeki denetimi, insanların uzuvlarını keserek sağlamaya çalışarak tam bir vahşet ortamının oluşmasına neden olmuştur. Hatta, bu ülkelerde zor koşullarda elmas çıkarmaya direnlerinin uzuvlarının kesilmesi yaygın bir uygulama olduğundan, nüfusa göre sakatlık oranlarının yüksek olduğu da gözlenmektedir. Uluslararası şirketler ise bölgedeki bu istikrarsızlıktan çıkarları doğrultusunda yarar sağlamak için iç savaşları desteklemiş ya da yönlendirmiştir.

Konunun 1990’larda dünya kamuoyuna taşınmasıyla Birleşmiş Milletler’in (BM) konu ile ilgili bazı girişimleri olmuştur. 1173 sayılı Birleşmiş Milletler Çözüm Önerisi Paketi, Fowler Raporu, 1295 sayılı Birleşmiş Milletler Çözüm Önerisi Paketi, Kimberley Süreci, BM’nin konu hakkındaki girişimlerinin takip edilebileceği önemli duraklardır. Bütün bunlar sonucunda BM, elmasın, madene sahip olan ülkelerde istikrarsızlığa ve iç savaşlara neden olduğunu, ham elmasın yasadışı eylemleri finanse etmek için kullanıldığını, komşu ülkelerin ya da diğer ülkelerin, yasadışı elmas ticareti yapabilmek için kullanıldığını tespit ve kabul etmiştir. Buna göre iki tür elmasın varlığından söz edilmektedir. Elmas şirketlerinin ya da çetelerin desteğiyle, insanların insanlık dışı koşullarda çalıştırılması ile elde edilen elmaslara kara-kanlı elmas denilmekteyken, ikinci tür elmasların, uygun koşullarda, belirli bir ücret karşılığında çalıştırılan insanlar tarafından çıkarıldığı ve ülkede çatışma ya da istikrarsızlığa neden olmadığı iddia edilmektedir.

İşte Kimberley süreci ile, ham elmas ticaretinin taraf ülkeler arasında sertifika aracılığı ile gerçekleşmesi amaçlanmış, böylelikle elmas ticaretinden elde edilen gelirin, kim ya da hangi grupların denetiminde toplandığının belirlenmesi ve denetlenmesi ön görülmüştür. BM’nin iddiasına göre, bu sürecin başarıyla yürütülmesi durumunda elmas ticaretinin Afrika ülkelerinin refahını ve dolayısıyla da istikrarını arttıracağı öngörülmektedir. 1 Ocak 2013’te yürürlüğe giren sertifika sistemine taraf ülkelerin sayısı 81’dir. Türkiye ise, 2007 yılında anlaşmaya taraf olmuştur.

BM’nin girişimlerinin bölge halkının refahı ve ülkelerin istikrarı açısından ne derece etkili olabildiğinin belirlenmesi çok olanaklı gözükmüyor. Elmas ticaretinin büyük elmas şirketlerinin sertifikasyonuna ve meşruluğu tartışmalı hükümetlere devredilmesi bir anlamda elmas rantının meşru «ganster” lerce elbette hakça olmayan bir şekile paylaşılmasından ibaret gibi… Hatta girişimlere rağmen elmas kaçakçılığının devam ettiği de bilinmekte. Bu açıdan bakıldığında, basit bir ekonomi-politik çözümlemesi ile, BM düzenlemelerinin yerel halk açısından çok şey değiştirmediği, ancak elmas ticaretinden yararlanan yasadışı kimi örgütlerin, elmas pastasından pay almasının önlenmesiyle, elmas rantının büyük elmas şirketlerinin tekeline peşkeş çekildiğini söylemek hiç de zor değil.

Uzun lafın kısası, dikkatli olun, yüzüğünüze kan bulaşmış olabilir. Hem de BM sertifikalı…

Bunları da sevebilirsiniz