Ege’nin Unutulan Türkleri/1

Dünya ve yazık ki Türkiye kamuoyunda da Yunanistan’daki Türk varlığının Batı Trakya’yla sınırlı olduğu algısı vardır. Bununla birlikte Rodos ve İstanköy ağırlıklı olmak üzere Onikiada’da yaşayan ve sayıları 6.000 civarında olan bir Türk nüfus da bulunmakta. Yunan makamları, 1923 yılında Lozan Barış Antlaşması imzalandığında Onikiada’nın İtalyan yönetimi altında bulunduğu gerekçesiyle söz konusu soydaşlarımıza «azınlık” statüsü tanımamakta. Bu nedenle Rodos ve İstanköy’de yaşamakta olan Türklerin birçok azınlık sorunları var.

Uluslararası kamuoyuna Rodos ve İstanköy’de yaşamakta olan Türklerin sorunları, ilk kez İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) bünyesinde 2012 ve 2013 yılı başında alınan kararlar ile Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) aktarıldı. Bu bağlamda, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Hukuk İşleri ve İnsan Hakları Komisyonu üyesi İsviçreli Parlamenter Andreas Gross’un hazırladığı «The situation of the Greek citizens of Turkish descent in Rhodes and Kos” başlıklı rapor, 9 Mart 2012 tarihinde AKPM Daimi Komitesi tarafından kabul edilmiş bulundu.

Raporda, Onikiada’da yaşayan soydaşlarımızın, Türk kimliklerini serbestçe ifade edebilmeleri, Vakıfların yönetiminde söz sahibi olabilmeleri, Müftülük makamına işlerlik kazandırılması, okullarda Türkçe ve din bilgisi derslerinin başlatılması, kapalı camilerin ibadete açılması ve Yunan vatandaşlığını kaybeden Onikiadalılara vatandaşlıklarının iade edilmesine dair beklentilerine işaret edilmiş bulundu.

Anılan sorunlar, sivil toplum örgütü düzeyinde ilk kez, 26-27 Kasım 2013 tarihlerinde Cenevre’de yapılan Birleşmiş Milletler 6. Azınlık Sorunları Forumu’nda, Rodos, İstanköy ve Onikiada Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Mustafa Kaymakçı tarafından aktarıldı. Forumda, Ada Türklerinin Türk kimliği ile değil, Yunanistan tarafından halen ´Yunan Müslümanları´ olarak kabule zorlandığı anlatıldı. Kaymakçı ayrıca adalarda yaşayan yaklaşık 6 bin Türk´ün ana dilde eğitim hakkından mahrum bırakıldığının, dini alanda ise 1972’den bu yana müftülük makamının boş olduğunu söyledi.

Yukarıda da belirtildiği üzere, Anadolu doğumlu birçok Türk yurttaşı, yakın zamanlara kadar, hatta günümüzde bile Onikiada Türklerinin varlığından habersiz bir durumda(y)dır. Adalara gezgin olarak giden Türkler, burada yaşayan Türklerle karşılaşınca hayretler içinde kalır. Hele, Rodos ve İstanköy’de Osmanlı Türklerinden kalan cami, okul ve kütüphane gibi mimari eserleri gördüklerinde şaşkınlıkları daha da artar.

Neden Ege’deki Türkler unutuldu? «Ege’nin Unutulan Türkleri”(*) adıyla bir kitap yazan Bahadır Selim Dilek, uluslararası ilişkiler açısından bunun yanıtını şöyle açıklıyor;

«Küreselleşmenin- kendi çıkarlarını en üst noktaya taşımak için- desteklemekte olduğu yerelleşme, mikro milliyetçiliği, etnik ve bölgesel ayrımcılıkları körükledi. Küresel sermayenin çıkarlarının olduğu bölgelerdeki azınlık unsurları destekledi. Küresel sermayenin çıkarlarının bulunmadığı bölgelerde ki azınlıklar ise yok sayıldı, unutuldu, unutturuldu. Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları gibi evrensel kavramlar, küresel sermayenin çıkarlarını ilgilendiren bölgelerde ki azınlıklar için geçerliliğini sonuna kadar korurken, hatta söz konusu bölgelerde askeri müdahalede bulunmak için en önemli gerekçeyi oluştururken; bu evrensel (!) kavramlar diğerleri için tamamen yok sayıldı” diyor ve ekliyor;

«Bugün, Yunanistan’a ait Onikiada’da varlığını korumaya çalışan bir avuç Türk de istikrarsızlık unsuru olarak görülen, susturulan ve hakları gasp edilen, unutulan, unutturulan, azınlıklar arasından yer alıyor. Her ne kadar Avrupa Birliği’ne üye olan bir ülkenin eşit birer vatandaşı olsalar da Batı’nın gözünde onlar kara kafalı birer Türk olmaktan öte geçemiyorlar. Onlar, ne Türkiye’nin, ne de Avrupa Birliği’nin gündemindeler. Avrupa Birliği’nin toplantılarında da, Ankara-Brüksel arasındaki temaslarda da ne yazık ki konu başlığı bile olamıyorlar. Kelimenin tam anlamıyla yok sayılıyorlar”.

Bahadır Selim Dilek’in çözümlemesine yürekten katılıyorum. Ancak konu Onikiadalar’da yaşayan Türkler kadar, Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliğini ve güvenliğini de doğrudan ilgilendirmektir.

Son yıllarda bu konuda bir farkındalığın öne çıktığı gözlemleniyor. Örneğin, Genelkurmay Başkanlığı’nın 18 Aralık 2007 tarihli gazetelerde yer alan ”Rodos ve Onikiada’yı Yunanistan’ın antlaşmalara aykırı olarak silahlandırdığı konusundaki açıklaması” ile Türkiye’deki kamuoyu, Rodos ve İstanköy’de Türklerin yaşadığını, onların insanlık sorunları olduğu kadar Yunanistan’ın Türkiye’ye karşı beslediği düşüncelerini öğrendi. Yunanistan Türkiye’ye karşı silahlanmada, milis güçlerini de kullanıyor. Bu konuda 2000’li yılların başında Rodos’a gezgin olarak giden bir Türk’ün başından şöyle bir olay geçer; Rodos kalesini dolaşırken eli silahlı sivil adamlar görür ve merakla yanındaki Yunan rehbere «Bunlar kim” diye sorar. Rehber ise bu soruyu hayretle karşılar, ne kadar da safsınız bakışları altında «Gördüklerin Anadolu’dan gelebilecek tehlikeye karşı silahlandırılmış milis güçlerdir” der.

Bununla birlikte Türkiye’de kimileri de, Yunanistan ile ilişkilerde ticaretin ön plana çıkartılması gereğinden bahsediyor, ticaretin arttırılmasıyla sorunların giderilebileceğine inanıyor ve inandırmaya çalışıyor.

Bu bağlamda günümüzde, Türk-Yunan hükümetleri arasında ilişkilerin iyileştirilmesi çabaları gözlemleniyor. İş çevreleri ticaret ve bankacılık konularında hareketlilik içindedir. Bunlar olurken, bir yandan da Selanik’te açılan «Sözde Soykırım Anıtı”nın açılışına Dönemin Yunan Cumhurbaşkanı Papulyas, Başbakan Karamanlis ve Dışişleri Bakanı Bakoyanis destek mesajları gönderiyorlardı. Yine dönemin Ana muhalefet PASOK lideri Papandreu da geri kalmıyor, uluslararası toplumun sözde Pontus soykırımını tanımak zorunda olduğunu ileri sürüyordu. Görüleceği üzere Türkiye-Yunanistan arasında inişli çıkışlı bir dostluk var. İki ülkenin halkları arasında kardeşçesine bir yakınlık duyulurken, bir süre sonra Yunanlılar düşmanca bir tavır içine girebiliyorlar.

Yunanlıların düşmanca tavırlarının kökeninde, yüzlerce yıl Osmanlı egemenliğinde kalmaları var. 9 Eylül 1922’de İzmir’de noktalanan bozgun da, bunu beslemiş. Öyle bir düşmanlık ki, Ege Denizindeki adalarda yüzlerce yıl birlikte yaşayan Türkler ile Yunanlılar arasında bile yaşanmış ve yaşanıyor. Bu doğrultuda Adalı bir Türk’ün anlattığı olayı unutmak olası değil(**). Yıl 1921. Yer Rodos. Dimitri arkadaşı Abdurrahman ile şakalaşırken aniden kulağını yakalar ve çekmeye başlar. Ardından nedenini açıklar; «Bre Türko, Yunan orduları şimdi Polatlı önlerinde. Ankara yakında düşecek. Kemal’in (Atatürk) kulağına yapışacağız ve işini bitireceğiz. Sıra sonra size de gelecek. Haberin ola” der.

Kimilerine göre bu uç bir olay gibi gelebilir. Ancak tipik bir Yunanlının Türklere bakış açısının çelişkilerle dolu olduğunu da gösterir. Öyle ki, Türklere karşı hayranlık, nefret, kardeşlik, düşmanlık, üstünlük ve aşağılık kompleksi gibi duygular ve düşünceler, Yunanlıların kafasında harman olmuş durumdadır.

Burada her iki ülkenin aydınlarına ve siyaset adamlarına önemli görevler düşüyor. Ancak, Türkler hep ödün veren ve görmezlikten gelen olmamalıdır. Kalıcı dostluğun karşılıklı olabileceğini Yunanlılara bildirmelidir.

—————————————————————————————————————–

(*)Yazımın başlığı,Bahadır Selim Dilek’in kitabından alıntılı. Dilek’e Rodos ve İstanköy Türkleri’nin sorunlarını, kitabıyla Türk Kamuoyunun dikkatini çektiği için teşekkür ediyorum.

(**)Bu olay, babam rahmetli Abdurrahman Kaymakçı’nın başından geçmiş. Rodos,İstanköy ve Onikiadaların 1947’de Paris Antlaşması ile Yunanistan’a verilmesinden sonra Türkler üzerinde kültürel ve ekonomik baskılar giderek arttı. Onbinlerce Rodos ve İstanköy Türkü gibi ailemde kimliğini yitirmemek için 1952 yılında Türkiye’ye çiftini, çubuğunu yok pahasına satarak göç etmek zorunda kaldı. İyi ki bu kararı vermişler. Eğitimsiz kalacak, daha doğrusu belki de kimliğimizi kaybedecektik. Şimdi adalarda yaşayan Türkler’in durumu bu. Ancak göç ederken babamın gözlerinde gördüğüm tarifsiz üzüntüyü çok küçük olsam bile unutmadım. Yıllar sonra, aynı gözleri,1979 yılında Gökçeada Tarım İşletmesi’(Gökçeada/İmroz)ne araştırma amacıyla gittiğim sırada ziyaret ettiğim Zeytinlik köyünde yaşamakta olan Rum köylüsünde de gözlemlemiştim. İnsanlar doğduğu,ana-babasının mezarlarının olduğu topraklardan kopmamalı. Her yerde olduğu gibi Türk- Yunan ilişkilerini de olumsuz olarak etkileyen, şovenizmi ve ayrımcılığı besleyen küresel kapitalizme,bir başka deyişle emperyalizme karşı açık tavır almamın kökeninde,bu zorunlu göçün olduğunu söyleyebilirim.

Bunları da sevebilirsiniz