Alo Başkan!

«Eğer kapitalizm direnecek olursa, ona karşı savaş açmayı göze almalı ve insanları kurtarmanın yoluna başımızı koymalıyız. İsa’nın, Muhammed’in, eşitliğin, sevginin, adaletin, insanlığın, hümanizmin sancağını göklere yükseltmek bizim elimizde. Olur da bunları yapmazsak, evrendeki en muhteşem varlık olan insan yok olacaktır, yok… Gelin hep beraber «sosyalizm mi yoksa barbarlık mı” diyen Rosa Luxemburg’u dinleyelim.”

Aralık 2009 tarihli Kopenhag İklim Değişimi Konferansı, Konu Hugo Chavez

Hugo Rafael Chaves Frias’ın hayata gözlerini yumması, en olağanüstü solcu devrimcilerden birinin kaybı anlamına geliyor. Ölümünün yarattığı yankılar, fikir mirasının ve karakterinin Dünya’nın dört bir yanına ulaşmış olduğunun kanıtı oldu. İlk yerli devlet başkanı ve daha sonra da Bolivya Başbakan’ı olan Evo Morales «biricik kardeşi” için ağlarken Amerikan Tea Parti’den çıkan kongre üyesi ve Temsilciler Meclisi Dış İşleri Komitesi Başkanı olan Ed Royce «Hele şükür bu diktatörden kurtulduk” yorumunda bulundu. Sokaklarda görülen tepkiler de benzerdi. 5 Mart tarihinde öğleden sonra, binlerce gözü yaşlı Venezuelalı Büyük Kumandanı ölümünden iki hafta sonra görmek için adeta sıra olmuşlardı. Tam bu esnada Venezuelalı ve Kübalı göçmenler Miami, Florida’da sokağa döküldü.

İlk bakışta, birbiriyle çelişen bu tepkilerin, ana akım medyanın Chavez için çizdiği «kutuplaştırıcı”, «bölücü” ve «ihtilaflı” yaftalarını desteklediği düşünülebilir. Fakat Chavez’i bunlarla sınırlamak ona büyük bir haksızlık olurdu. Ülkenin üzerindeki tozu bir çırpıda silkip kayıtsızlığı ortadan kaldırmakla kalmadı, resmiyetin keskin sınırlarını da aştı. Hitabeti insan ruhundaki güzellikleri ortaya çıkardığı gibi kötü tutkuları da yemleyerek onları tuzağa çekti. O, artık her ne kadar sessiz bir vücuttan ibaret olsa da, Chavez’in vücudu, hoşgörüyle ve ona duyulan aşkın döktürdüğü gözyaşlarıyla oluşmuş koca bir denizi bize açık etti. Aynı zamanda da, insanın içindeki kötülükleri de ortaya çıkardı. Ölümünün üzerine yapılan kutlamalar, kendine demokrat ve layıkıyla Hıristiyan diyen insanların demokratik yollarla seçilmiş dindar bir adamın ölümüne sevinebileceğini gösterdi.

Böylesine harikulade ve böylesine korkunç insanların gerçek yüzlerini açığa vurabilmesi Chavez’i «bölücü” yapmıştır. Fakat bu kelimenin arkasında günümüz politikasının ruhsuz ve bulaşıcı dilini kullanmayı reddeden bir adam görüyoruz. Chavez’in bölücü ve kutuplaştırıcı olarak gösterilmesi, ister dost olsunlar ister düşman, insanları bir araya getirebilme yeteneğini gölgelemiştir. Ölümünden sonra yapılan aşağılamalar esnasında, birbirine inanılmaz bir zıtlık gösteren Bill O’Reilly ile Jon Stewart ortak bir payda bulabildi. Aynı hususta, The Guardian ile Fox News de Venezuela’nın ‘kötü yönetimi’ ve ‘diktatörce’ uygulamaları hakkında benzer eleştirileri yaptılar. Aslında, düşmanı seferber edebilme yeteneği, 1998 tarihinde ilk kez başbakan olarak seçilmesinin hemen ardından da kendini göstermişti. Siyaset sahnesinde görülmesi asırlar süren ikili parti sisteminin yerle bir olmasını sağlamıştır. Bu sistemden geriye kalanlar ise bugün «muhalefeti” oluşturmaktadır. Fakat her şeyden önemlisi, Chavez milliyetçi ve sosyalist fikirler arasında köprü görevi gördü.

Chavez’in en önemli hayallerinden biri de Latin Amerika’nın birleşmesiydi. Simon Bolivar dışında bölgenin bağımsızlığı adına daha çok çalışan başka bir dindar lider de yoktu aslında. Chavez’den sonra Amerika’nın Latin Amerika’yı arka avlusu olarak görmeyi kestiğini söylemek abartı olmaz. Venezuelalı Başkan civar birçok ülkenin oluşturduğu ALBA’ya (Latin Amerika İçin Bolivarcı İttifak) öncülük ediyordu. 2005 yılında Chavez Petrocaribe birliğini kurdu ve böylelikle etraftaki zayıf devletlerin petrole daha uygun fiyatlarla ya da kahve, süt ve et gibi ürünlerle takas yoluyla ulaşmasını sağladı. Bu gibi girişimlerle Chavez Amerikan hegemonyasına karşı çıkıp Latin Amerika’yı birleştirmek için uğraştı. Ölümü bu birliği yine gözler önüne serdi. Sadece, Amerika’nın deyimiyle, «iyi” ve «kötü” sol birleşmedi. Şili’nin milyar dolarlara sahip muhafazakâr Başbakanı Sebastian Pifiera, Chavez’in birleşme hususunda bu kadar uğraşmasını yere göğe sığdıramamıştır ve hatta öldüğü zaman üç gün boyunca ulusal yas ilan etmiştir. Amerika’nın bölgedeki son dostlarından biri olan Kolombiya Başbakanı Juan Santos, diplomatik nezaketin sınırlarını zorlayarak Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri ve Kolombiya Hükümeti arasındaki gelişmelerin bilhassa Chavez’in büyük uğraşları sonucunda oluştuğunu ileri sürmüş ve barışın anısı adına yapılabilecek en iyi şey olduğunu söylemiştir.

Fakat Chavez’in başarısı en çok evinde kendini belli etti. Chavez’in müthiş önderliği ve halkçı hareketiyle, ülke öyle bir hale geldi ki 14 yıl öncesinden eser kalmadı. Kısa bir sürede ülke «Washington Konsensüsü” modelinden, ideal bir solcu Latin Amerika ülkesine dönüştü. Hatta ve hatta neoliberal kapitalizme rakip oldu. Şüphesiz, Chavez’in olağanüstü duruşu, hitabeti ve radikal politik fikirleri gelecek nesilleri derinden etkileyecektir. Fakat Chavez’in ortaya koyduğu toplumsal hareketler onsuz da devam edebilecek mi? Chavezcilik, Chavez’den sonra da ayakta kalabilir mi? Solcu ve Halkçı bloğu birleştirmesi ve hareketinin on beş seçim süreci, bir darbe ve ardından bir karşı darbe (2002 Nisanı), bir ulusal petrol krizi (Aralık 2002 – Ocak 2003) ve Chavez’in başkanlığını onaylamak için referandum atlatmasını liderliğinin üç ana özelliği sağlamıştır: hitabet yeteneği, etniksel ve koloni karşıtı kimliği ve Chavez ile Venezuelalı halk arasında büyük bağlar oluşturan devrimin kayda değer başarıları. Bu özellikleri aşmak henüz seçilmiş sosyalist Başbakan Nicolas Maduro için pek de kolay olmayacak. Fakat Chavez’den bir şeyler öğrenmişse, Venezuela’daki halkçıların önderliğini başarıyla sürdürecektir.

Hitabet

Chavez’in nasıl günümüz Venezuela’nın başkahramanı olduğunun belki de en çok gözden kaçan sebebi konuşma sanatıydı. Entelektüellerden gelen cılız tepkilere rağmen, bugün sesi hala Karakas’da yankılanmaktadır. Sağ görüşlüler, hitabetini «anti-Amerikan” ve «soytarıca’’ tanımlarken solcu yorumcular ve entelektüeller Chavez’in pratikteki başarısını fark edemeyecek kadar ekonomik analizlerle ve gelir eşitsizlikleriyle kafayı bozmuşlardı. Solcu aydınlarda bu durum çoğu zaman zaten aynıdır, Venezuela’da yaşananlar da diğerlerinden pek farklı değildi. Adam Smith gibi kapitalist düşünürler hitabet hakkında kitap yazmış olsalar da, solcu olup da bu konuda yazan çok nadirdir.

Chavez’in söylemi dikkate değer. Avrupa ve Kuzey Amerika’da seçimler korkulara hitap edilerek kazanılırken, Chavez konuşmalarında ütopik fikirlerden ve sevgiden bahseder. Sürekli «Başka yollar da mevcut,” der dururdu. Direkt, baskıcı ve olumsuz bir şekilde «Bundan başka yol yok,” diyen Thatcherist hitabet, azımsanamayacak kadar büyük bir yoksul kesimin ülke tarihinde ilk kez siyasete katılmasının asıl sebebi. Bu gerçek, muhalefet tarafından bile kabul edilmektedir.

Bu söylem, Venezuela ile sınırlı kalmamıştır. 2005’te Brezilya’da düzenlenen Dünya Sosyal Forumu’nda ve 2007 yılında Arjantin’de Amerika’nın Eski Başkanı George W Bush’u protesto ederken yaptığı konuşmalar söyleve uluslararası bir ruh kazandırdı. Bunlara rağmen, hitabetinin etkisi çoğunlukla dikkate alınmamış veyahut yalnızca alay konusu edilmiştir. Chavez’in on saat süren rekor uzunluğundaki konuşmasının ardından bu alay trendinin temsilcileri ana akım medyada sıkça görülmeye başladı.

Chavez’in «Alo Başkanım” adlı televizyon programı da çoğu zaman alay konusu oldu. Sonu hiç doğru düzgün düzeltilememiş olsa da, bu program 1999 yılında başlamıştı ve her pazar sabah 11’den akşam 5’e kadar sürüyordu. Bu program 300 bölümden fazla sürdü ve tüm bölümler doğaçlamaydı. Tabii Chavez’in yaptığı kimi danslar ve söylediği şarkılarla beraber bir kaç telefon bağlantısı komik bir başkan imajı yaratmak içindi demek yanlış olmaz. Bu sebeptendir ki, ana akım medyada Chavez’i «palyaço” ya da «soytarı” diye tanımlayanlar çoktur. Fakat mesele de bir yerde bu, zira halkçı bir söylevin başarısı halkın kendisiyle ne kadar iç içe olduğuna bağlıdır, bu başarı bir üniversiteyle ya da Batı Venezuela’daki orta ve üst sınıflarla sağlanamazdı. Alo Başkanım programının tekrarlarının oynatılıyor olması programının önemini gözler önüne seriyor.

Chavez hitabeti sadece konuşma üstüne kurulu değildi. Aksine! Ernesto Laclau’nın popülist hitabet teorisine ve Chavez’in liderliğine tarihsel olarak bakıldığında sorulması gereken soru «Artık sessiz, şimdi ne olacak, söyleminin yerini alacak başka bir tane daha var mı?” olmalıdır. Umut dolu mesajları ve konuşmalarındaki duygusal dalgalanmalar basın karşısındaki sakinliğiyle birleşince onu Latin Amerika’nın ve dünyanın geri kalanının en iyi konuşmacılarından biri yaptı. Haliyle, bu da onun bıraktığı koltuğu doldurmayı bir hayli zorlaştırıyor. Nicolas Maduro seçimler sırasında her ne kadar kuvvetli konuşmalar yapabileceğini göstermiş olsa da, Chavez’de bulunan karizmadan ve dokunaklılıktan yoksun. Fakat seçimler esnasında eğitmeninden çok şey öğrendiğini de vurgulamıştır. Muhalefetten gelen otobüs şoförlüğü yaptığı günleri baz alan klişe saldırılara nükteli bir cevap olarak, başbakanlık seçimi için başvurması gereken gün Milli Seçim Konseyine otobüs sürmüştü.

Dekolonizasyon ve Yeni Egemen Kimlikler

Chavez’in söylevindeki halkçı içerik ve duygusal yükün yanı sıra, dünya görüşü de liderliğine yeni bir boyut getirdi. Karizması genel olarak kabul görürken, Chavez’in birçok özelliği Batı’da hala görmezden geliniyordu. Hugo Chavez, Afrika ve yerli köklerini açıklayan ilk Venezuela Başbakanıydı. Bunun yanı sıra Venezuela’daki devrimin tarihi ilhamı olan Simon Bolivar’ın «siyah özellik” tartışmalarına girmiştir. Bu sayede de, iktidarı esnasında Afrika’da onlarca yeni konsolosluk açıldı. Maria Lionza’ya adeta tapan Chavez, Venezuela’daki yerli mirasın altını çizerek Venezuela anayasasına Maya dilinde «Halk’ın Kitabı” anlamına gelen Popol Vuh demiştir.

Chavez’in sosyalist hitabetinin ve Amerika’ya meydan okumasının odak alınması, ırksal unsurların göz ardı edilmesine sebep olmaktadır. Chavez’in Afrika kökenli yerli bir Venezuelalı olduğu gerçeği fazlasıyla önemlidir zira Latin Amerika’da olanlar sosyalizme geçiş denemelerinden daha fazlasıdır. Mevzu bir yandan da bu süreç tarihte bastırılmış grupların başkaldırışıdır, egemen oluşudur, dekolonize oluşudur. Bu gruplar içinde esir edilmiş Afrikalılar ve daha önce soykırımla yüz yüze gelmiş yerli kabileler yer almaktadır. Chavez’in bu süreçte oynadığı rol ise bir hayli önemlidir. Chavez’in tetiklediği sert tepkilerin tek nedeni sosyalist idealleri, mütevazı geçmişi ya da Fidel Castro ile olan samimi ilişkisi değildi. Daha önce daima Avrupalı Sömürgecilerinin oturduğu bir koltuğa bugün Afrika kökenli yerli bir Venezuelalının oturmuş olması Chavez’in karakterine tahrik edici başka bir boyut daha kazandırmıştı. Chavez hem çalışan sınıfın mücadelesini üstlendi hem de ezilmiş ırksal grupları sembolize etti. Ötekileştirilmiş insanlarla özdeşleşmesiyle Chavez günümüz için çok sıra dışı ve ilginç bir şey yaptı. Azınlıkları günah keçisi olarak görmeyi reddederek bugüne kadar alışılagelmiş Batı Avrupalı göçmenlerin davranışlarına ve sosyalizm sonrası dönemdeki Orta ve Doğu Avrupa Roman azınlığının iblisleştirme politikasına tam anlamıyla zıt bir politika izledi. İzlediği politika aynı zamanda ırkla ilgili konularda konuşmayı sevmeyen Barack Obama’ya da zıttı.

Hitabet yeteneğinin dışında ezilmiş ve kolonize edilmiş nüfusla böylesine özdeşleşmesi Venezuela Halkı ile arasındaki bağı daha da eşsiz kıldı. Fakat bir seçim konuşmasında Maduro, rakibi Capriles ile aralarındaki çekişmeyi 16. yüzyılda gerçekleşen İspanyol İşgalciler ile yerli halk arasındaki savaşa benzetti. O dönemde yerli halk önemli bir savaşı kaybetmişti. Maduro, Capriles’e oy verenlerin kendi kendilerine karşı oy verdiklerini söyledi ve Maracapana’nın laneti üzerlerinde olacağını söyledi. Bu referansla Maduro kendisini, hala koloniden kurtulmaya çalışan yerlilerin yanında gösterdi.

Devrimin Başarıları

Chavez’i liderliğini pekiştiren diğer bir etmen ise Bolivya Devrimi’nin başarılarıyla özdeşleşmesiydi. Halkçı rejimlerin işlevsiz ve kısa ömürlü oluşu çokça yazılmış olsa da, Chavez Hükümeti kayda değer onlarca sosyal ve politik gelişmeye imza attı. Muhalefetin sosyo-demokratik bir yolda siyaset yapması ve Venezuela Hükümetince oluşturulmuş sosyal programları kaldırmamaya hatta güçlendirmeye söz vermiş olması bu gerçeği doğrulamaktadır. Aslına bakılırsa, Muhalefet lideri Capriles’in temel olarak söylediği şey «Maduro, Chavez değildir.” Böylelikle, muhalefet bile devrimin somut başarılarını Chavez’in vücuduyla bağdaştırmıştır. Özellikle birkaç başarı büyük önem arz ediyordu.

1. Yoksulluktaki önemli düşüş: Chavez 1998 yılında seçildiğinde yoksulluk %50’nin üstündeydi, aşırı yoksulluk ise %30’lardaydı. Dünya Bankası’nın istatistiklerine göre, 2003 Venezuela’sında yoksulluk %62 dolaylarında idi. 2011 yılına gelindiğinde ise yoksulluk %32’ye kadar gerilemişti.1 Dahası, aşırı yoksulluk %70 oranında gerilemişti. Bu başarıların kaynağı büyük ölçüde Chavez’in daha çok güç kazanmasına sebep olan 2002’deki başarısız darbe girişimi ve 2003’teki petrol kriziydi. Sonuç olarak, bugün Venezuela, Gini Katsayısına göre dünyanın en düşük ekonomik eşitsizlik değerine sahip.

2. Memuriyetlerin açılması (misiónes): 2002 yılından itibaren Venezuela Hükümeti 20’den fazla memurluk kurdu, bu memurluklar sosyal programlar aracılığıyla sosyopolitik problemlere çözüm aradılar. Bunlardan en önemlileri Robinson, Ribas ve eğitime odaklanan Sucre programlarıydı. En büyük başarılardan biri okuryazar oranındaki büyük artış oldu, 1,5 milyondan fazla Venezuelalı okuma yazma öğrendi. Ayrıca, eğitime genel olarak üniversite seviyesine kadar bedava bir şekilde ulaşılabilindi. Mercal, marketteki fiyatlarından %40 kadar düşük sübvansiyonlu fiyatlarda temel yiyecekleri satan devletin işlettiği süpermarketleri geliştirmeyi hedefleyen bir sosyal programdır. Barrio Adentro programıysa Chavez Hükümetinin yoksulluğa açtığı savaşta bir diğer köşe taşıydı. Küba ile anlaştıktan sonra, Venezuela daha önce hiç doktor görülmemiş alanlara 22 bin Kübalı doktor gönderdi.

3. Kooperatifler ve Halk Konseyleri (consejos comunales): Venezuela’daki demokratik başarıların en önemlisi bunlardır. Venezuela’nın siyasi durumu doğrudan demokrasi ve hükümetle paralel yapılar inşa etmeyi amaçlayan taban örgütlenmesi girişimleriyle oldukça zengin. İki yorumcunun sözleriyle: «Temsili demokrasinin kurumları korunurken, devletin tüm tabakalarında siyasi katılım özünde eşit olmayan sosyal ilişkileri değiştirmenin bir yolu olarak görülmektedir.”2 Şu an neredeyse 40 bin Halk Konseyi vardır ve bunların hepsi şehirlerde 200 ila 400 kadar, köylerde ise 20 ila 40 kadar ailenin katılımına tanık olmaktadır. Yerel politik tabakalaşmanın arkasındaki asıl ütopik fikir ise şu anki resmi hükümet yapılarının yerini almaktır. Venezuela işçilerin bizzat yönettiği kooperatif sayısında dünyada en üst sırada yer alıyor. SUNACOOP adlı Ulusal Kooperatif Derneği’nin yayınladığı sayılara göre 1999’da sadece 910 olan kooperatif sayısı 2006’da 100 000’i bulmuş, 2008’de de 228 000’i aşmıştır. 3

Bu ve buna benzer diğer «halk’ın basını” denen taban örgütlenmesi girişimleri ötekileştirilmiş toplulukların daha önce eşi benzeri görülmemiş derecede siyasi katılımını sağladı. Seçimlere giden insan sayısının giderek artması da bunu doğrulamaktadır. Chavez’in son seçiminde halkın %81’i sandığa gitmişti. Ekonomik başarıların yanı sıra, bu gelişmeler demokraside de somut değişiklikler getirdi. Bu değişiklikler çoğu zaman Chavez’le özdeşleşmiştir ki son seçimde hala onun vücudunun üzerinden siyaset yapılmasının sebebi budur. İlk başta hükümet «Ho Chi Minh, Lenin ve Mao Zedong” gibi onu da mumyalamak istedi. Fakat daha sonra, işlemin karmaşıklığı ve önerinin sunulmasındaki gecikme yüzünden ertelendi. Onun yerine, seçim süreci boyunca Chavez’in vücudunun Karakas’taki askeri karargâhta kalmasına karar verildi. Böylelikle, devrimin sembolü ve onun getirdiği ilerlemeler geçiş sürecine gayet yakında kaldı.

Her ne kadar Maduro kazanmış olsa da, seçim Chavez’in gölgesinde yapıldı. Resimler ve sesi sokakları donatırken, vücudu da yakınlardaydı. Bu yüzden, Maduro için henüz hiçbir şey bitmiş değil. Chavez’in gösterdiği kudreti gösterebileceği ve halkçı hareketi sırtlanabileceği henüz belli değil. Bunu başarırsa, yalnızca hitabet olarak güçlenmekle ve Chavez’in söyleminin bağımsızlıkçı ve kökensel özelliklerini devam ettirmekle kalmayacak, gelişen bir ekonomiyi de yönetecek.

Chavez yıllarında işsizlik %8’e kadar düşmüşken, geçen yıl Venezuela ekonomisi %5,5 büyüdü. Maduro’nun başarısı, bu noktada, Bolivya Devrimi’nin sosyal ve ekonomik başarılarını ne kadar ilerletebildiğine bağlı olacak. Halkçı hareket Chavez’in fiziksel yokluğunda işleyebileceğini dünyaya ancak bu yolla kanıtlayabilir. Fakat hatırası, sözleri ve radikal duruşu Bolivya Devrimi’ni, Latin Amerikan’ın birleşmesini ve neoliberalizme karşı savaşı daima körükleyecektir. No Volverán!*

* No Volverán!: Chavez’in siyasi mücadelesini anlatan «No Volverán – The Venezuelan Revolution Now” adlı bir filmde geçen ifade. Birebir karşılığı «Geri Dönmeyecekler!”. 2006 seçimlerinde Chavez’in seçilmesini isteyecenlerce, geçmişte ülkeye egemen olan oligarşinin yeniden ülkenin başına geçmesinin istenmediğini dile getirmek için kitlelerce benimsenmiş bir slogan.

1- World Bank, ‘Poverty Headcount Ratio at National Poverty Line’, http://data.worldbank.org/indicator/SI.POV.NAHC/countries/VE?display=graph

2- Margarita Lopez Maya and Luis E. Lander, ‘Participatory Democracy in Venezuela: Origins, Ideas, and Implementation’, in Venezuela’s Bolivarian Democracy: Participation, Politics, and Culture Under Chavez, ed. David Smilde and Daniel Hellinger, Duke University Press, Durham NC, 2011, p. 59.

3- April Howard, ‘Venezuela: Creating an Endogenous Cooperative Culture’, UpsideDownWorld, 4 September 2008, http://upsidedownworld.org/main/content/view/1457/35.


Kaynak: radicalphilosophy.com – Yazar: Martin Marinos

Yazının Özgün Başlığı: Aló Presidente