Kavramlarla Politik Dünya – İnsani Kalkınma (2)

İnsani Kalkınma Raporları´nın insani kalkınmasının «nasıl” olacağı yönündeki siyasa önerileri neo- liberal politikaların uygulanması konusunda yönlendiricidir. Raporların, neo-liberal politikaları yaygınlaştırmayı salık veren önerilerine sayısız örnek vermek mümkündür. Bu çerçevede, İnsani Kalkınma Raporları´nın «insani kalkınma” kavramının ardından neo-liberal politikaları ne şekilde yaygınlaştırmaya çalıştığına birkaç örnek verilebilir. Örneğin 1990 yılında yayınlanan raporun 9. maddesinde, 1990´larda insani gelişmeye destek verilebilmesi için, elverişli bir dış çevrenin oluşturulması gerektiği belirtilmekte ve bunun için zengin devletlerin yoksul devletlere bir kez daha kaynak aktarmaya başlaması gerektiği belirtilmektedir. Benzer şekilde, aradan 15 yıl geçmesine rağmen aynı söylem devam etmiş ve 2005 senesinin raporunda da 21.yy´da insani kalkınmanın sağlanabilmesi için devletlerin işbirliği yapmalarını sağlayacak unsurlardan bahsederken, Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası gibi kurumlar aracılığı ile ya da zengin devletlerin açacağı krediler ile yoksul devletlere yardım edilmesi (uluslararası yardım) ve Dünya Ticaret Örgütü´nün belirlediği koşullarda yapılacak uluslararası ticaret ilk iki sırada sayılmaktadır. İnsan güvenliğini gerçekten tehdit eden konuların yapısal emperyalizm gibi yapısal kaynaklarına odaklanmaksızın dış yardımlar ya da uluslararası ticaret üzerinden çözüme kavuşacakmış gibi yansıtılmasıyla hem bağımlılık ilişkilerinin yeniden yaratılmasına hizmet edilmiş hem de merkez devletlerin sermaye birikimini kolaylaştıracak politikalar insani kalkınmanın zorunlu şartı olarak ileri sürülmüştür.
Bunlara ek olarak, «insan” güvenliği kavramına pazar zihniyeti ile yaklaşıldığı da kullanılan terminolojiden belli olmaktadır. Örneğin sıklıkla, «insana yatırım yapmak” kavramı kullanılmaktadır. Burada da ekonomik vurgusu ağır basan bir sözcük olan «yatırım” sözcüğünün kullanılmasıyla «insan”ı yatırım yapılacak bir meta olarak algılayan zihniyet ön plana çıkmaktadır. Benzer şekilde çatışmalardan bahsedilirken çatışmaların önlenmesi ve yeniden inşa süreçleri «uygun maliyet” kavramı üzerinden değerlendirilmiştir. Bununla birlikte pazar zihniyetinin maskelendiği de görülmektedir. 1993 raporunda geçen «pazara hizmet eden insan yerine, pazar insana hizmet etmelidir” söylemi ve insani kalkınma perspektifi açısından uluslararası ticaretin amaç değil araç olduğunun vurgulanması buna verilebilecek örneklerdir.
Birinci konu ile bağlantılı olarak üzerinde durulabilecek olan diğer konu ise raporların «devlet” meselesini nasıl ele aldığıdır. Konu insan güvenliği olduğu takdirde, devletin konunun neresine yerleştirildiği temel sorunlardan birisi haline gelmektedir. İnsani Kalkınma Raporları, insan odaklı olduğunu iddia ettiği halde konuya ulus devlet kavramı üzerinden yaklaşsa da devletlerin pazar üzerindeki denetim mekanizmalarının, merkeziyetçi yapılarının aşılması gerektiğini vurgulamaktadır. Örneğin, 1993 raporunda «Küreselleşen” dünyada ulus devletin büyük şeyler için çok küçük, küçük şeyler için çok büyük olduğu ve «insan”ın güçlendirilmesi için devletin elindeki gücün merkeziliğinin yıkılmasının en iyi yollardan birisi olduğu belirtilmektedir.
İnsani Kalkınma Raporları, sıklıkla uluslararası ilişkilere ‘’guns and butter’’ meselesi olarak geçmiş olan konuya odaklanmaktadır. Bu çerçevede örneğin, 1990 raporunda gelişmekte olan devletlerin, insani kalkınmaya kaynak ayırmak için çok yoksul oldukları, bu sebeple özellikle 3. Dünya ülkelerinin silahlanma harcamalarını kısmaları gerektiği belirtilmektedir. Konvansiyonel güvenlik açısından bakıldığında, «insani kalkınma”nın sağlanabilmesi için gelişmekte olan devletlerin silahlanma harcamalarını kısmaları yönündeki önerinin, gelişmekte olan devletlerin, gelişmiş devletler karşısında askeri olarak güçlenmesinin önlenmesi ve böylelikle gelişmiş devletlerin diğer devletler üzerinde tahakkümünün sürdürülmesi şeklinde analiz edilmesi mümkündür. Buna ek olarak, güvenliğin artık toprak ya da ulus için değil «insan için güvenlik” olarak yorumlanmasının insani kalkınma açısından önemi vurgulanmakta, kalkınmanın insanlar çevresinde kümelenmesi gerektiği ve kalkınma konusunda işbirliğinin ulus devletler üzerinden değil, doğrudan insanlar üzerinden yapılması gerektiği belirtilmektedir. Bu çerçevede ulus devletlerin «yetki” alanının daraltılmasına hizmet edilmektedir. Ancak, yazımızın önceki bölümlerinde de belirtildiği gibi, İnsani Kalkınma Raporları´nın hedef aldığı ve insani kalkınmanın sağlanması için aşılmasının gerektiğini iddia ettiği devlet, neo-liberal politikalar için engel oluşturan «devlet”tir.
İnsani kalkınmanın «insan hakları”, «etnik/kültürel haklar”, «toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin” aşılması ile aynı amaçlara ve vizyona sahip bir kavram olduğu belirtilmekte, insan haklarının sağlanması için «demokrasi” bir ideal olarak sunulmaktadır. Bu çerçevede özellikle 2000 yılında hazırlanmış olan «milenyum” sayısı oldukça detaylı bir rapor sunmuştur. Buna göre, 21.yy´da insani gelişmeyi tehdit eden yeni unsurlar bulunmaktadır. İnsanlığı bekleyen bu sorunları çözmek için yeni aktörler, yeni kurallar ve yeni yaklaşımların gerekli olduğu vurgulanmaktadır. Bu bağlamda «demokrasi” çerçevesinde ortak normların oluşturulması gerektiği vurgulanmakta, insan haklarının korunması, azınlık haklarının sağlanması, güçler ayrılığı, bağımsız medya, açık sivil toplum, bu demokrasi idealinin unsurları arasında gösterilmektedir. Kurumsal anlamda şeffaflık, hesaplanılabilirlik gibi «yönetişim” kavramları ön plana çıkarılmaktadır.
Bu çerçevede bakıldığında, insani kalkınma raporları, insan güvenliğinin sağlanması için ulus devletlerin yetki alanının daraltılmasının gerekli olduğunu belirtirken, yetkileri azaltılmış ulus devletlere yeniçağın tehditlerine uygun yeni sorumluluklar yüklemekten geri durmamaktadır. Ayrıca, ulus devletlerin bu yeni sorumlulukları yerine getirebilmesi için «demokratik” bir yönetime sahip olmaları, insani kalkınmanın sağlanabilmesi için şart koşulmakta, buna ek olarak da demokrasinin sağlanmasını «küresel sorumluluk” olarak değerlendirmektedir. İnsani Kalkınma Raporları bunların yanı sıra, uluslararası çatışmanın niteliğinin değiştiğini vurgulamakta, geçmişte çatışmalar büyük devletlerarasında olurken yeni dönemde çatışmaların bölgesel ve yerel seviyeye kaydığını bu bağlamda çatışmaların en çok yoksul ve «başarısız devletlerde” görüldüğünü ve bu çatışmaların insani kalkınmayı ciddi boyutlarda tehdit ettiğini belirtmektedir. İnsani kalkınma için demokrasinin gerekliliğinin ve insani güvenliği tehdit eden çatışmaların yoksul, başarısız devletlerde görüldüğünün vurgulanması, demokrasilerin savaşmayacağı iddiasını taşıyan Neo-liberal Demokratik Barış Kuramı´nın savlarını hatırlatmakta ve insani güvenlik kavramının ardındaki neo-liberalizmi bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Sonuç olarak, bu yazı dizimizde UNDP´nin yıllık olarak yayınladığı İnsani Kalkınma Raporları üzerinden «insan güvenliği” ve «insani kalkınma” gibi kavramlara eleştirel bir bakış sunulmaya çalışılmıştır. İnsani güvenlik kavramının uluslararası ilişkilerde çokça tartışılır olması ile İnsani Kalkınma Raporları´nın yayınlanmaya başladığı dönem çakışmaktadır. Soğuk Savaş sonrasında hem yıkılan «komünizm”lerin liberal ekonomiye eklemlenmesi hem de devletlerarasında mevcut bağımlılık ilişkilerinin perçinlenmesi sistemin sürekliliğinin sağlanması açısından hayati önemdeydi. Bu sebeple sistemin başat aktörleri açısından 1970´lerde uygulanmaya başlanan ve esas olarak 1980´ler sonrasında kuvvetlenen neo-liberal politikaların daha geniş bir alana yayılması zorunluluğu doğmuştur ve sonuç olarak neo-liberal politikalar, bunlara hizmet eden rejim, norm ve değerler bütün dünyaya idealize edilerek sunulmuştur.
Liberal gelenek içerisinde değerlendirilebilecek olan insan güvenliği kavramı da güvenliğin alanını kontrol edilemez şekilde genişleterek, bir anlamda muğlaklaştırarak, «güvenlik” kavramının güçlü aktörlerce ve onların çıkarına uyacak şekilde yorumlanabilmesine olanak tanımıştır. Bu kavramın ve çağrıştırdığı değerlerin yükseltilip idealize edilmesi, güçlü devletlerin güçsüz devletlere askeri olmayan söylemler üzerinden ama askeri olan yöntemleri de barındıracak şekilde müdahale edebilmesinin önünü açmıştır. İnsanın önemi ve değeri tartışılmaz olduğu için insanı tehdit eden her konuda müdahale, kitleler gözünde daha kolay meşrulaştırılabilmekte bu bağlamda da daha önce belirtilen ideolojik hegemonyanın yeniden yaratılmasına hizmet edilmektedir. Buradan, İnsani Kalkınma Raporları´nın konu edindiği çevre, sürdürülebilir kalkınma, ayrımcılıkla mücadele gibi unsurların önemsiz olduğu ya da insan varlığını tehdit etmediği sonucu çıkarılamaz. Ancak raporların çeşitli istatistikler ile bu sorunlara ışık tutmak gibi yararlı bir iş yapmasının ötesinde amaçları olduğu, sorunlara yaklaşım şeklinden ve çözüm önerilerinden açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu yazı da bu bağlamda «insan”ın değeri üzerinden neo-liberal politikaların nasıl meşrulaştırılmaya çalışıldığına yönelik bir bakış sunmuştur.
Kaynaklar
United Nations Development Program, Human Development Report, «Overview”, 1990.
United Nations Development Program, Human Development Report, «Overview”, 1993.
United Nations Development Program, Human Development Report, «Overview”, 1995.
United Nations Development Program, Human Development Report, «Overview”, 2000.
United Nations Development Program, Human Development Report, «Overview”, 2005.
United Nations Development Program, Human Development Report, «Overview”, 2013.

İnsani Kalkınma Raporları´nın insani kalkınmasının «nasıl” olacağı yönündeki siyasa önerileri neo- liberal politikaların uygulanması konusunda yönlendiricidir. Raporların, neo-liberal politikaları yaygınlaştırmayı salık veren önerilerine sayısız örnek vermek mümkündür. Bu çerçevede, İnsani Kalkınma Raporları´nın «insani kalkınma” kavramının ardından neo-liberal politikaları ne şekilde yaygınlaştırmaya çalıştığına birkaç örnek verilebilir. Örneğin 1990 yılında yayınlanan raporun 9. maddesinde, 1990´larda insani gelişmeye destek verilebilmesi için, elverişli bir dış çevrenin oluşturulması gerektiği belirtilmekte ve bunun için zengin devletlerin yoksul devletlere bir kez daha kaynak aktarmaya başlaması gerektiği belirtilmektedir. Benzer şekilde, aradan 15 yıl geçmesine rağmen aynı söylem devam etmiş ve 2005 senesinin raporunda da 21.yy´da insani kalkınmanın sağlanabilmesi için devletlerin işbirliği yapmalarını sağlayacak unsurlardan bahsederken, Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası gibi kurumlar aracılığı ile ya da zengin devletlerin açacağı krediler ile yoksul devletlere yardım edilmesi (uluslararası yardım) ve Dünya Ticaret Örgütü´nün belirlediği koşullarda yapılacak uluslararası ticaret ilk iki sırada sayılmaktadır. İnsan güvenliğini gerçekten tehdit eden konuların yapısal emperyalizm gibi yapısal kaynaklarına odaklanmaksızın dış yardımlar ya da uluslararası ticaret üzerinden çözüme kavuşacakmış gibi yansıtılmasıyla hem bağımlılık ilişkilerinin yeniden yaratılmasına hizmet edilmiş hem de merkez devletlerin sermaye birikimini kolaylaştıracak politikalar insani kalkınmanın zorunlu şartı olarak ileri sürülmüştür.

Bunlara ek olarak, «insan” güvenliği kavramına pazar zihniyeti ile yaklaşıldığı da kullanılan terminolojiden belli olmaktadır. Örneğin sıklıkla, «insana yatırım yapmak” kavramı kullanılmaktadır. Burada da ekonomik vurgusu ağır basan bir sözcük olan «yatırım” sözcüğünün kullanılmasıyla «insan”ı yatırım yapılacak bir meta olarak algılayan zihniyet ön plana çıkmaktadır. Benzer şekilde çatışmalardan bahsedilirken çatışmaların önlenmesi ve yeniden inşa süreçleri «uygun maliyet” kavramı üzerinden değerlendirilmiştir. Bununla birlikte pazar zihniyetinin maskelendiği de görülmektedir. 1993 raporunda geçen «pazara hizmet eden insan yerine, pazar insana hizmet etmelidir” söylemi ve insani kalkınma perspektifi açısından uluslararası ticaretin amaç değil araç olduğunun vurgulanması buna verilebilecek örneklerdir.

Birinci konu ile bağlantılı olarak üzerinde durulabilecek olan diğer konu ise raporların «devlet” meselesini nasıl ele aldığıdır. Konu insan güvenliği olduğu takdirde, devletin konunun neresine yerleştirildiği temel sorunlardan birisi haline gelmektedir. İnsani Kalkınma Raporları, insan odaklı olduğunu iddia ettiği halde konuya ulus devlet kavramı üzerinden yaklaşsa da devletlerin pazar üzerindeki denetim mekanizmalarının, merkeziyetçi yapılarının aşılması gerektiğini vurgulamaktadır. Örneğin, 1993 raporunda «Küreselleşen” dünyada ulus devletin büyük şeyler için çok küçük, küçük şeyler için çok büyük olduğu ve «insan”ın güçlendirilmesi için devletin elindeki gücün merkeziliğinin yıkılmasının en iyi yollardan birisi olduğu belirtilmektedir.

İnsani Kalkınma Raporları, sıklıkla uluslararası ilişkilere ‘’guns and butter’’ meselesi olarak geçmiş olan konuya odaklanmaktadır. Bu çerçevede örneğin, 1990 raporunda gelişmekte olan devletlerin, insani kalkınmaya kaynak ayırmak için çok yoksul oldukları, bu sebeple özellikle 3. Dünya ülkelerinin silahlanma harcamalarını kısmaları gerektiği belirtilmektedir. Konvansiyonel güvenlik açısından bakıldığında, «insani kalkınma”nın sağlanabilmesi için gelişmekte olan devletlerin silahlanma harcamalarını kısmaları yönündeki önerinin, gelişmekte olan devletlerin, gelişmiş devletler karşısında askeri olarak güçlenmesinin önlenmesi ve böylelikle gelişmiş devletlerin diğer devletler üzerinde tahakkümünün sürdürülmesi şeklinde analiz edilmesi mümkündür. Buna ek olarak, güvenliğin artık toprak ya da ulus için değil «insan için güvenlik” olarak yorumlanmasının insani kalkınma açısından önemi vurgulanmakta, kalkınmanın insanlar çevresinde kümelenmesi gerektiği ve kalkınma konusunda işbirliğinin ulus devletler üzerinden değil, doğrudan insanlar üzerinden yapılması gerektiği belirtilmektedir. Bu çerçevede ulus devletlerin «yetki” alanının daraltılmasına hizmet edilmektedir. Ancak, yazımızın önceki bölümlerinde de belirtildiği gibi, İnsani Kalkınma Raporları´nın hedef aldığı ve insani kalkınmanın sağlanması için aşılmasının gerektiğini iddia ettiği devlet, neo-liberal politikalar için engel oluşturan «devlet”tir.

İnsani kalkınmanın «insan hakları”, «etnik/kültürel haklar”, «toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin” aşılması ile aynı amaçlara ve vizyona sahip bir kavram olduğu belirtilmekte, insan haklarının sağlanması için «demokrasi” bir ideal olarak sunulmaktadır. Bu çerçevede özellikle 2000 yılında hazırlanmış olan «milenyum” sayısı oldukça detaylı bir rapor sunmuştur. Buna göre, 21.yy´da insani gelişmeyi tehdit eden yeni unsurlar bulunmaktadır. İnsanlığı bekleyen bu sorunları çözmek için yeni aktörler, yeni kurallar ve yeni yaklaşımların gerekli olduğu vurgulanmaktadır. Bu bağlamda «demokrasi” çerçevesinde ortak normların oluşturulması gerektiği vurgulanmakta, insan haklarının korunması, azınlık haklarının sağlanması, güçler ayrılığı, bağımsız medya, açık sivil toplum, bu demokrasi idealinin unsurları arasında gösterilmektedir. Kurumsal anlamda şeffaflık, hesaplanılabilirlik gibi «yönetişim” kavramları ön plana çıkarılmaktadır.

Bu çerçevede bakıldığında, insani kalkınma raporları, insan güvenliğinin sağlanması için ulus devletlerin yetki alanının daraltılmasının gerekli olduğunu belirtirken, yetkileri azaltılmış ulus devletlere yeniçağın tehditlerine uygun yeni sorumluluklar yüklemekten geri durmamaktadır. Ayrıca, ulus devletlerin bu yeni sorumlulukları yerine getirebilmesi için «demokratik” bir yönetime sahip olmaları, insani kalkınmanın sağlanabilmesi için şart koşulmakta, buna ek olarak da demokrasinin sağlanmasını «küresel sorumluluk” olarak değerlendirmektedir. İnsani Kalkınma Raporları bunların yanı sıra, uluslararası çatışmanın niteliğinin değiştiğini vurgulamakta, geçmişte çatışmalar büyük devletlerarasında olurken yeni dönemde çatışmaların bölgesel ve yerel seviyeye kaydığını bu bağlamda çatışmaların en çok yoksul ve «başarısız devletlerde” görüldüğünü ve bu çatışmaların insani kalkınmayı ciddi boyutlarda tehdit ettiğini belirtmektedir. İnsani kalkınma için demokrasinin gerekliliğinin ve insani güvenliği tehdit eden çatışmaların yoksul, başarısız devletlerde görüldüğünün vurgulanması, demokrasilerin savaşmayacağı iddiasını taşıyan Neo-liberal Demokratik Barış Kuramı´nın savlarını hatırlatmakta ve insani güvenlik kavramının ardındaki neo-liberalizmi bir kez daha gözler önüne sermektedir.

Sonuç olarak, bu yazı dizimizde UNDP´nin yıllık olarak yayınladığı İnsani Kalkınma Raporları üzerinden «insan güvenliği” ve «insani kalkınma” gibi kavramlara eleştirel bir bakış sunulmaya çalışılmıştır. İnsani güvenlik kavramının uluslararası ilişkilerde çokça tartışılır olması ile İnsani Kalkınma Raporları´nın yayınlanmaya başladığı dönem çakışmaktadır. Soğuk Savaş sonrasında hem yıkılan «komünizm”lerin liberal ekonomiye eklemlenmesi hem de devletlerarasında mevcut bağımlılık ilişkilerinin perçinlenmesi sistemin sürekliliğinin sağlanması açısından hayati önemdeydi. Bu sebeple sistemin başat aktörleri açısından 1970´lerde uygulanmaya başlanan ve esas olarak 1980´ler sonrasında kuvvetlenen neo-liberal politikaların daha geniş bir alana yayılması zorunluluğu doğmuştur ve sonuç olarak neo-liberal politikalar, bunlara hizmet eden rejim, norm ve değerler bütün dünyaya idealize edilerek sunulmuştur.

Liberal gelenek içerisinde değerlendirilebilecek olan insan güvenliği kavramı da güvenliğin alanını kontrol edilemez şekilde genişleterek, bir anlamda muğlaklaştırarak, «güvenlik” kavramının güçlü aktörlerce ve onların çıkarına uyacak şekilde yorumlanabilmesine olanak tanımıştır. Bu kavramın ve çağrıştırdığı değerlerin yükseltilip idealize edilmesi, güçlü devletlerin güçsüz devletlere askeri olmayan söylemler üzerinden ama askeri olan yöntemleri de barındıracak şekilde müdahale edebilmesinin önünü açmıştır. İnsanın önemi ve değeri tartışılmaz olduğu için insanı tehdit eden her konuda müdahale, kitleler gözünde daha kolay meşrulaştırılabilmekte bu bağlamda da daha önce belirtilen ideolojik hegemonyanın yeniden yaratılmasına hizmet edilmektedir. Buradan, İnsani Kalkınma Raporları´nın konu edindiği çevre, sürdürülebilir kalkınma, ayrımcılıkla mücadele gibi unsurların önemsiz olduğu ya da insan varlığını tehdit etmediği sonucu çıkarılamaz. Ancak raporların çeşitli istatistikler ile bu sorunlara ışık tutmak gibi yararlı bir iş yapmasının ötesinde amaçları olduğu, sorunlara yaklaşım şeklinden ve çözüm önerilerinden açıkça ortaya çıkmaktadır. Bu yazı da bu bağlamda «insan”ın değeri üzerinden neo-liberal politikaların nasıl meşrulaştırılmaya çalışıldığına yönelik bir bakış sunmuştur.


Kaynaklar

United Nations Development Program, Human Development Report, «Overview”, 1990.

United Nations Development Program, Human Development Report, «Overview”, 1993.

United Nations Development Program, Human Development Report, «Overview”, 1995.

United Nations Development Program, Human Development Report, «Overview”, 2000.

United Nations Development Program, Human Development Report, «Overview”, 2005.

United Nations Development Program, Human Development Report, «Overview”, 2013.

Bunları da sevebilirsiniz