Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri (TSKB) ve Tariş

2000’lerde Tarımda Tam Bağımlılığa Giden Yolun Köşe Taşları

  1. 9 Aralık 1999’da IMF’ye verilen ilk Niyet Mektubu ile sadece Birlikler´in değil tüm tarımın büyük ölçekli bir tasfiye planı yürürlüğe konuluyordu. Bu plan 2008’e kadar kapsamlı olarak uygulandı; son dört yıldır da yerine yeni bir politika konulmadığı için aynı planın tortuları yürürlükte…
  2. 16 Haziran 2000 tarihinde 4572 sayılı TSKB Yasası Dünya Bankası’nın ön hazırlığıyla çıkarıldı. Bu yasa Birlikler´in tasfiye sürecinde ikinci aşamaydı.
  3. 18 Aralık 2000’de yani Kasım 2000 krizinden bir ay sonra ve 3 Mayıs 2001’de yani Şubat 2001 krizinden 3 ay sonra IMF ile angajmanların yenilenmesi bağlamında verilen Niyet Mektuplarıyla 9 Aralık 1999’daki başlangıç mektubunda tarıma dönük tasfiye programı yeniden teyit edildi.
  4. 2002 seçim kampanyasında IMF ile yeniden anlaşmayacağı ve tarımda IMF’den bağımsız politikalar uygulayacağı taahhüdünü veren AKP, Şubat 2005’te sona eren stand-by’ı üç yıl daha uzatarak (Mayıs 2008) ve daha sonrasında da IMF çizgisini terk etmeyerek, TSKB’lerin ve tarımın tasfiyesinde en uzun dönemli (2003-2012) sorumluluk üstlenen siyasi parti oldu.

Sürecin bazı ayrıntıları

Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri (TSKB) 2000 yılında Dünya Bankası güdümünde çıkarılan 4572 sayılı yasayla tasfiye sürecine sokulurken 4572 sayılı yasanın geçici 1/E maddesiyle, «Kooperatif ve Birliklere (…) devlet veya diğer kamu tüzel kişilerinden herhangi bir mali destek sağlanamaz” hükmü getirilerek kooperatifçilik için bir tasfiye süreci hazırlandı. Bu hüküm adeta bir sömürge yasası gibiydi.

Aynı geçici maddenin D fıkrasıyla Birlikler´in tepesinde kurulan «geçici” Yeniden Yapılandırma Kurulu (YYK), bu tasfiye sürecine nezaret etme birimi olarak ortaya çıkarıldı. Yedi kişilik kurulun sadece bir üyesinin Birlikler temsilcisi olmasının da gösterdiği gibi, demokratik kooperatifçiliğin özüne aykırı bir tepeden yönlendirilme düzeneği kurulmuştu. Üstelik, bir havuç politikası olarak Birlikler´den «uygun görülenlere” ‘Mayıs 2000 öncesindeki destekleme faaliyetleri borçlarının tasfiyesi’ ile belirli bir sürede azaltılan personelin kıdem tazminatlarının Hazinece karşılanması imkânı sağlanarak, özel hukuk hükümlerine tâbi olan Birlikler´in Yeniden Yapılandırma Kurulu kapsamına çekilmesi için güçlü «özendiriciler” kullanılmıştı.

4572 sayılı Yasa 16 Haziran 2000’de yürürlüğe girdi ama tasfiyenin bütün öğeleri Aralık 1999 tarihli Niyet Mektubunda zaten tek tek yazılıyordu. O tarihten itibaren Dünya Bankası güdümünde ve gözetiminde oluşturulan Tarımda Reform Uygulama Projesi’nin (TRUP veya İngilizce kısaltmasıyla ARIP) ve YYK’nin ömrü 2008 sonunda doldu ama bugünkü iktidarın yeni bir ulusal tarım politikası arayışına giriştiğine tanık olunmadı.

Geriye dönüp bakıldığında, Birliklerden hiçbirinin 2000’deki durumundan daha iyi noktada olmadığı görülecektir. Yeterli ve uygun koşullu alım kredisi desteği sağlayamayan Birlikler, 2000 öncesindeki borçlarının tahkimine rağmen 2000’li yıllarda yeniden ağır bir borç yükü biriktirdiler. 2000’de 250 milyon TL’lik Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu (DFİF) kredisiyle Birlikler´e kullandırılan kredilerden dolayı (her yıl yapılan geri ödemelere rağmen) bugün Birlikler´in birikmiş DFİF borçları 1 milyar 42 milyon TL’ye ulaşmış bulunmaktadır. Buna, Birlikler´in kamu ve özel mevduat bankalarından borçlandıkları miktarlar dahil değildir. DFİF borçlarının durdukça faiz yüküyle kabarması nedeniyle, Birlikler´in bilanço yapıları da bozulmakta ve bankalardan aldıkları kredilerin maliyetleri yukarıya çekilmektedir.

DFİF borçları konusunda son bir olumsuz gelişme de, AKP tarafından DFİF üzerinden kamu alacaklarının Hazine alacaklarına dönüştürülmesidir. Bu durumda devlet bu alacağını 6183 sayılı Kamu Alacaklarının Tahsili Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil edebilir ve Birlik yöneticilerini şirket yöneticileri gibi kavrayarak bu borçlardan şahsen sorumlu tutabilir. Bu nedenle bu borcun tasfiyesi daha da kritik bir öneme sahip olmuştur. Bu gelişme, Birlikler´in üzerindeki DFİF borçlarının derhal silinmesinin aciliyetini daha da arttırmıştır.

***

Bu sürecin olumsuz sonuçlar yaratacağını Birlik yöneticileri de yeterince erkenden kavrayamadılar. 4572 sayılı yasanın kendilerine tanıdığı genel müdürlerini serbestçe seçme özgürlüğü, 2000 öncesinin borçlarından kurtulma imkanı ve yatırım kararlarında kazandıkları bazı yeni özerklik alanlarını büyük bir kazanç sayarak aslında bunların bir tasfiye sürecinin havuç yanını oluşturduğunu anlayamadılar; bunu ortaklarına anlatamadılar; zamanında ortak bir tepki (tüm TSKB’leri birleştirerek) veremediler. Ortaklarını ve genel olarak çiftçiyi, ilgili sendikalarla birlikte, tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesine ve IMF/DB programının tarımı tasfiyeye yönelen düzenlemelere karşı birleştirmeyi akıllarına dahi getiremediler; aynı sorumluluğu sendikalar ve konfederasyonları da taşıdı; bu tasfiye programlarını uygulayan iktidarlara ve özellikle AKP Hükümetine karşı siyasi tepki vermek üzere kitleleri harekete geçiremediler. Zaman kazanmaya ve günü kurtarmaya çalıştılar.

Birçok Birlikt´e yeterince profesyonel bir yönetim anlayışının oluşturulamaması, yönetim ile genel müdürlük arasında iş bölümünün sağlıklı kurulamaması yönetim performansını olumsuz etkiledi. (Ama profesyonel yönetici sorununun Türkiye’deki işletmelerin büyük bölümünü ilgilendirdiği de unutulmamalı.)

Birliklerden bazıları, TARİŞ ZEYTİN VE ZEYTİNYAĞI KOOPERATİFLERİ BİRLİĞİ için olduğu gibi, daha profesyonel bir yönetim anlayışını yaşama geçirebildiler ve o ölçüde de başarılı oldular. Bu birliğimiz, bu anlayış doğrultusunda hem iç piyasada perakende pazarda liderlik mücadelesi verir duruma geldi, hem de dış piyasadaki ve ihracattaki yerini pekiştirdi. Kuşkusuz Birliğin varlığının temel nedeni, kooperatif ortaklarının ürün taahhütlerini yerine getirmeleri ve Birliğin operasyonel ürün stoklarına sahip olmasıdır. Burada da iki koşulun bir arada olması gerekir: (i) Ürün alım dönemlerinde Birliğin yeterli finansman gücüne sahip olması, bu bakımdan da devletin uygun koşullu bir kredi desteğinin devrede olması; (ii) Ortakların birliklerine sahip çıkmaları ve taahhütlerine sadık olmaları. Bu iki koşulun da aksaması nedeniyle Birliklerin önlerini görmeleri ve uzun vadeyi planlamaları güç olmaktadır.

Belki daha önemli bir stratejik hata, yeterince DFİF kredisi sağlanılamayan dönemlerde bazı Birlik yöneticilerin günü kurtarmak için banka kredilerine aşırı bel bağlamaları olmuştur.

Sonuçta en başarılı Birlik dahi, DFİF ve diğer borçlarının yükü altında ezilmektedir. Yeterli ve uygun koşullu ürün alım finansmanı bulamamak kadar, ilgilendikleri ürüne yapılan özel desteğin yetersizliği de olumsuzluk yaratmaktadır. Örneğin zeytinyağı prim desteğinin kilogramda 50 krş. düzeyinde kalması, üreticinin zararına üretim yapmasına neden olmakta, kooperatifleri de zorlamaktadır. Bu prim miktarının üçe katlanması acil bir zorunluluktur.

Çözüm Nerede?

Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri, tarımda örgütlenmiş kesimin en önemli temsilcileridir. Dolayısıyla Birlikler´in ellerindeki en önemli güç, eğer harekete geçirilebilirse, onbinlerce ortağın kolektif gücünden ve haklı taleplerinden başkası değildir.

Tek tek birlikler için perakende çözümler yoktur. Yasamanın veya yürütmenin tek bir birlik için düzenleme yapması mümkün değildir. Mesele, Tariş’in dört birliğinin 120 bin ortağının harekete geçirilmesidir. Mesele tüm Ege milletvekillerinin ve çiftçi/kooperatif lobisinin ayağa kaldırılmasıdır. Mesele, Türkiye’nin dört bir yanındaki 16 Birliğin 750 bin ortağının ortak talepler etrafında güçlerini birleştirmeleri ve seslerini Ankara’ya duyurmalarıdır. Ankara bu sesi duyarsa, Dünya Bankası ve IMF de duymuş olacaktır.

Peki Hangi Ortak Talepler?

Birincisi, 4572 sayılı yasanın yerine geçmek üzere, Birliklerin de görüşü alınarak, Sanayi Bakanlığı ve Hükümet tarafından daha fazla gecikilmeden bir tasarının Meclis’e sevkedilmesidir. Bu tasarıda, 4572’dekinin tam tersine, TSKB’lere finansman desteği sağlaması bir devlet görevi olarak benimsenmeli ve yasal zorunluluğa bağlanmalıdır. Bu konu üzerinde İzmir Milletvekili Oğuz Oyan’ın TBMM’de bekleyen (ve her yasama döneminde yenilenen) kanun teklifi doğru bir başlangıç noktası olacaktır.

İkincisi, Birlikler´in birikmiş DFİF borçlarının anapara ve faizleriyle birlikte derhal tahkime tabi tutulması şarttır. Unutulmamalıdır ki, 250 milyon TL olarak başlatılan bu krediler eğer faizsiz verilmiş ve döndürülmüş olsaydı, Birlikler´in bugün birikmiş 1.042 milyon TL DFİF borcu olmayacaktı. Birlikler aldıkları borçların anaparaların tamamına yakınını aslında ödemişlerdir. Ancak 2005 sonrası yıllık kapitalizasyonlar (yani faizlerin yeniden anaparaya katılıp tüm borcun kapitalize edilmesi) nedeniyle yüklü anapara borçları da varmış gibi gözükmektedir. Örneğin, Tariş Üzüm Birliği’nin halen 165 milyon TL borcu gözükmekte olup bunun 54 milyonu anapara faslındadır. Oysa Birlik, şimdiye kadar reel olarak 135 milyon TL borç kullanıp bunun 128 milyonunu geri ödemiştir; anapara borcu 7 milyon olması gerekirdi. Aynı şekilde, Tariş Zeytin ve Zeytinyağı Birliği’nin halen 165 milyon TL olan toplam borcunun 65 milyonunun anapara olarak gözükmesinin nedeni, faizlerin her yıl kapitalize edilmesindendir. Benzer durum diğer birlikler için de geçerlidir.

Bilindiği gibi, 2001-2007 arasında yedi yıl uygulanan doğrudan gelir desteği (DGD), tapulu arazisi olan çiftçilere üretimden bağımsız olarak (üretim yapmasa da) ödenmiştir. Bu dönemde toplam 13,1 milyar TL ödeme yapılmıştır. Bu, faizsiz ve geri dönüşsüz bir ödeme biçimi olmuştur. Peki niçin TSKB’lere DFİF kredisinin başlangıç sermayesi olan 250 milyon TL hiç olmazsa faizsiz bir kredi olarak döndürülmemiştir?

Üçüncüsü, Birlikler´e faizsiz (veya fiyat enflasyonunun en fazla yarısı düzeyinde faizlerle) DFİF kaynaklı veya doğrudan Hazine kaynaklı yıllık kredi kullandırılmasının bundan sonraki süreçte süreklilik kazanmasıdır. Bu kredi kolaylığının istismar edilmesi riskine karşı ise, ürün rehin kredisi düzeneği etkin olarak işletilebilir ve denetlenebilir.

Dördüncüsü, arz açığı olan ürünlerde (yağlı tohumlar ve bitkiler…) fark ödemesi sistemi devreye sokulurken, arz fazlası olan ürünlerde (bazı yıllarda fındık, çekirdeksiz kuru üzüm gibi), ürün ekim/dikim alanlarını Birliklerin ağırlıkla söz sahibi olduğu bir ortak çalışma kurulunun belirleyeceği mantıklı sınırlamalara tabi tutarak, devlet adına destekleme alımı yapılmasıdır. Fark ödemesi için AKP’nin 2006 tarihli kendi Tarım Yasası’nın ilgili hükmünü uygulamaya sokması yeterlidir. Şunu unutmayalım ki, Tariş Üzüm Birliği gibi dünya üzüm fiyatlarının belirlenmesinde baş rolde olan bir birlik, üzüm stokları sona gelmeden kendi ürününü İzmir Ticaret Borsası’nda satmakta zorlanmaktadır; çünkü her Borsa’ya çıkışta diğer üzüm tüccarları/işletmecileri devreye girmekte ve Tariş’in fiyatının altına girerek kendi ürünlerini pazarlamaktadırlar. Dolayısıyla, bu Birliğimiz´in yıl boyunca taşıdığı stok maliyetleri yüksek düzeyde olmaktadır. Bir ürün stok kurumu (ofisi) gibi çalışan ve fiyat istikrarını sağlayan bu Birliğimizin bir de yüksek faizlerle karşı karşıya kalması durumunda işlevini yerine getirmesini kimse bekleyemez.

Beşincisi, bu desteklerin ve DFİF borçlarının tahkiminin finansmanını sağlamak için gene 2006 tarihli Tarım Kanunu’nda yazılı hükmün, yani bütçeye konulan tarımsal destek ödeneklerinin milli gelirin yüzde 1’inden az olamayacağı hükmünü harekete geçirmek fazlasıyla yeterli olacaktır. 2003-2012 döneminde yıllık ortalama olarak milli gelirin sadece yüzde yarımı bütçede tarımsal desteklere ayrılmıştır. 2006 Tarım Kanunu’na göre Türkiye’de çiftçinin devletten 30 milyarı aşkın destekleme alacağı birikmiştir. Bunun otuzda biri bile tüm DFİF borçlarını silmeye yeterlidir.

Altıncısı, AKP iktidarın TSKB’lerin yararlı olup olmadığı konusunda TEPAV’a yaptırdığı bir araştırmanın sonuçları bu Birliklerin vazgeçilmez bir role sahip olduğunu göstermiştir. Böyle bir araştırmaya yönelinmesi iyiniyetli bir çaba olarak görülebilir. Ama 10 yıllık iktidarından sonra Birliklerin önemini anlayabilmek için bir araştırma ısmarlamaya yönelmek bile iktidarın tarımın sorunlarından ve kooperatifçiliğin taşıdığı çözüm imkanlarından ne denli kopuk olduğunun bir kanıtı gibidir. Şimdi bu sonuçların doğru değerlendirilerek yukarıda sayılan bütünsel çerçeve içinde eksiksiz işlemler yapılması umulur.

İktidarı kendi yarattığı veya IMF-DB yörüngesinden çıkmayarak büyümesine neden olduğu sorunları çözmek ve kendi tarım yasasını tüm hükümleriyle uygulamak üzere göreve çağırmak TSKB ortaklarının öncelikli görevidir. Bu konuda muhalefetin siyasi desteğini yanlarında bulacaklarına kuşku yoktur.

Bunları da sevebilirsiniz