ODTÜ Olayları ve Üniversiteler

Geçtiğimiz günlerde, Göktürk-2 uydusunun uzaya fırlatılmasını izlemek üzere ODTÜ kampüsüne gelen Başbakan’ı protesto eden öğrencilere, polisin orantısız bir şekilde müdahale eden polis arasında çıkan olaylar Türkiye gündemini bir süre meşgul etti. Olaydan sonra öğrencileri savunan ODTÜ yönetiminin, Başbakan’ın sert eleştirilerine maruz kalması ve hatta tüm öğretim üyelerini suçlaması tartışmayı daha da tırmandırdı. Ancak, konunun bir üniversite-iktidar kavgası halini almasından daha da vahim olan tarafını, bazı diğer üniversite rektörlerinin ODTÜ yönetimini kınama konusunda gösterdikleri acelecilik oldu. Öğrencilerin her türlü haklarının kısıtlanmaya çalışıldığı, hatta basit protestoların bile okuldan atılma bahanesi olarak kullanıldığı, öğretim üyelerine her türlü baskının yapıldığı ve üniversitelerin bilimsel yerler olmaktan çıkıp iktidar savaşlarının bir alanı olarak kullanılmaya çalışıldığı bir dönemde, kınamayı yapan üniversite rektörlerinden başka bir şey de beklenemezdi herhalde. Başbakan’ın öğretim üyelerini, öğrencilerini eğitememekle suçlaması da bunun bir göstergesi. Hâlbuki üniversitelerin görevi eğitmek değil öğretmektir ve bu görevini siyasi baskılardan ne kadar uzak kalırsa o kadar iyi yapar.

Daha üniversitenin ne olduğunu ya da ne olması gerektiğini kavrayamayanlar için, 2000 yılında, ABD Colombia üniversitesi rektörünün, Filistin asıllı öğretim üyesi Edward Said’i savunmak için kaleme aldığı yazı öğretici olacaktır. Edward Said, 2000 yılında, İntifada sırasında Lübnan sınırındaki bir İsrail karakoluna taş atarken görüntülenmiş ve ABD’deki Yahudi lobileri Said’in üniversiteden atılması için yönetime baskı uygulamaya başlamışlardı. Bunun üzerine Rektör Jonathan R. Cole, aşağıda bazı kısımları verilen yazıyı kaleme almıştı:

Fakülte üyelerinin sahip olduğu haklar ve güvenceler üniversite yönetmeliğinin, Columbia´daki ´akademik özgürlüğün´ ele alındığı 70. maddesinde ifade edilir. Şöyle ki:

´Akademik özgürlükten kasıt, bütün öğretim görevlilerinin, sınıflarında konularını tartışırken özgür olmalarıdır; bu özgürlük, araştırma ve bu araştırmaların sonuçlarını yayımlama özgürlüğünü de içerir. Öğretim görevlileri fikirlerini ifade etmelerinden veya özel ya da kamusal alanda kurdukları ilişkilerden dolayı üniversite tarafından cezalandırılmaz; ancak akademik konumlarından kaynaklı özel yükümlülükleri olduğunu da anımsamalıdırlar…´ Said´in faaliyetleri de, diğer öğretim görevlileri gibi, bu akademik özgürlük ilkeleriyle güvence altındadır. Columbia´da bir ifade yasası olduğuna inanmadığımız gibi, ifade polisi gibi davranmayı da reddederiz…

Said´in güvence altında tutulan türden bir ´fikir beyanı ve ilişki´ ile iştigal halinde olduğuna inansak da inanmasak da, ortada üniversitenin el atmasını gerektiren bir durum yoktur. Kaldı ki, hakkında ABD´de veya başka bir ülkede dava açılmış olsaydı bile, üniversitenin kendi kuralları itibarıyla Said´in cezalandırılması söz konusu olmayabilirdi. Kısacası, üniversite, bir görevlisinin fikirlerini açıklamasına veya davranışlarına karşı, bunlar yargının alanına girse bile müdahale etmeyebilir.

Aynısı öğrencilerimiz için de geçerlidir. Mesele eğer gerçekten de bir sınırdan öteye, açıkça kimseyi tehdit etmeyen bir taş fırlatmaksa, bunu iyisi mi bir kenara bırakalım. Ancak aslında tartışma, bir taş fırlatmaktan ziyade, üniversitenin yapısına-bünyesine ilişkin daha esaslı başka bir şeye işaret ediyor. Çünkü bana öyle geliyor ki, Said´in gayet iyi bilinen siyasi görüşleriyle, bu tartışmanın bu kadar hararetli ve bitmek bilmez bir hal alması arasında bir bağ var. İşte bu bağdır ki, büyük bir üniversitedeki temel değerlerin tam kalbine değiniyor.

Bir üniversite için, bireyin siyaseten baskın bir ideolojinin titreten-felç edici etkisinden korkmaksızın, görüşünü ifade etmekte kendisini özgür hissetmesinin güvence altında olmasından daha temel bir ikinci şey yoktur. John Stuart Mill, ´On Liberty´ (Özgürlük Üzerine) adlı eşsiz makalesinde, bize hoş gelmeyen fikirlerin ifade edilebilmesini desteklememizin özgürlük kavramı açısından niye çok önemli olduğunu belagatle ortaya koyar; ki o fikirler bizim fikrimize aykırı olabilir veya fikrimizi tehdit eder görünebilir: “Eğer tüm insanlığın, farklı düşünen tek bir kişiyi susturmasını haklı buluyorsanız, gün gelip o tek kişinin iktidarı ele geçirdiğinde tüm insanlığı susturmasına karşı çıkmaya da hakkınız olmaz…”

Fikirler, sınıf içinde veya dışında kamusal ifade buldukça anlam taşır; bazı fikirler bize çirkin gelebilir, ´doğruluk´ mefhumumuza aykırı düşebilir, yargılarımıza veya kabullerimize meydan okuyabilir, ama ne olursa olsun akademik düzenimizin temel yapısını tehdit etmedikçe güvence altında olmaları gerekir.

Bu nedenle, Said´in etrafında süregiden son tartışma da bizi rahatsız etmemelidir; yeter ki tartışma özgür fikir alışverişine zincir vurma veya Profesör Said´e yaptırım uygulama çanlarını içerir hale gelmesin. Hepimizi ve akademik özgürlüğü tehdit eden işte tam da Said´in ifade özgürlüğünü ya da eleştirilerini sınırlama düşüncesinin kendisidir. Öğretim üyelerimizin görüşlerine yönelik bu tür kısıtlamaların, bu üniversitenin saygın bir özelliği açısından uzun süreli olumsuz etkileri olabilir: Bu özellik, çoğunluğun kabul edilemez görebileceği fikirlere karşı hoşgörü göstermektir.

Columbia olarak biz, McCarthy döneminde bile, diğer kurumların yaptığı gibi, farklı siyasi görüşleri bulunan profesörlerimize kısıtlama uygulamak veya onları işten uzaklaştırmak doğrultusundaki baskılara ve telkinlere boyun eğmedik; bugün de ifade özgürlüğünü güvence altına alan tutumumuzdan geri adım atmayız.

Bunun nedeni, üniversitede profesör olduğu için Edward Said´in güvenceli bir konumu bulunması değil, hayır. Akademik özgürlükten yararlanmak söz konusu olduğunda profesörlere mahsus hiçbir özel uygulama yoktur. Burada herkes aynı güvenceye sahiptir, Said´den ne fazla ne az. Said bir profesördür, çünkü kendi akademik alanında bir devdir; kendi dalında apayrı bir alan açmıştır. Çalışmaları ve fikirleri üzerine kitaplar yayımlanmıştır ve başka üniversitelerde hakkında dersler verilmektedir. Öğrencileri ve arkadaşları dünyanın bütün önde gelen üniversitelerinde saygın görevlerde bulunmaktadır. Said, en önde gelen hümanistlerden ve entelektüellerden biridir.

Said, bir Columbia Üniversitesi profesörüdür, bu bizim en yüksek akademik derecemizdir ve kendisi bu mevkiye sadece bilimsel ve eğitsel katkıları nedeniyle gelmiştir. Onun politik görüşlerine atıfla, Columbia´daki sıfatının uygun olup olmadığını, çalışmalarının değerini sorgulamak, Said´i üniversitemizin önde gelen akademisyenlerinden biri olarak görmemize dair bakış açısını yitirmekten başka bir anlama gelmez. Bu son tartışma, hatta Said´in buradaki görevinden uzaklaştırılması yönünde tek tük öneriyle de birlikte, akademik çalışmanın kalbinde yatan gerçek değere duyduğum inancı daha da güçlendirdi. Eğer Said´in özgürce yazma ve konuşmasını güvence altında tutmayı reddedeceksek, bir sonraki bastırılanın kim olacağını da, kimin fikirlerini çekinmeden ifade edeceğini belirleyen engizisyon üyesinin kim olacağını da şimdiden düşünmeye başlamamız yerinde olmaz mı?

Columbia´da öğretim üyeleri ile öğrenciler için farklı farklı belirlenmiş davranış kuralları vardır. Ne var ki, ifade özgürlüğünü içeren akademik özgürlük söz konusu olduğunda, bir öğrenciye sunulanla Said´e sunulan güvenceler açısından bir fark yoktur. Nasıl Said meselesinde ifade ve eylem özgürlüğünü savunuyorsam, öğrencilerin haklarını da aynı şekilde savunurum. Ve Said hakkında üniversitenin uygulayacağı herhangi bir yaptırım olduğuna inanmadığımı da ifade etmek isterim.

Öğrenciler ve öğretim görevlileri benim de pek doğru bulmayabileceğim şeyler yapabilirler, ancak üniversitenin otoritesini asla bir dizi fikri, o sıra yönetsel pozisyonları işgal edenlerin fikirlerine uymaya zorlamak yönünde kullanmam[1].

Daha fazla söze gerek var mı?



[1] 25.09.2005 tarihli Radikal Gazetesinden alınmıştır. Web Adresi: http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=164966

Bunları da sevebilirsiniz